Aşağıda hazırlanan metnin kim tarafından hazırlandığını ve hangi amaçla dile getirildiğini bilmiyoruz. Fakat sanırım Müslüman dünyasının yaygın kanaati bu yönde, çoğunluk böyle düşünüyor. Metin iyice incelendiğinde güzel ve duygusal temenniler olmakla beraber arka planı farklı mesajlar içeriyor.
Buyurun hep beraber inceleyelim.
1- İlk kez düşman tarafında 2.500'den fazla ölü var.
2- İlk kez 250'den fazla esir alındı; aralarında çok yüksek rütbeliler de var.
3- İlk kez 1 milyon Yahudi yerleşimlerinden göç etmek zorunda kaldı.
4- İlk kez Mossad'dan büyük bir bilgi hazinesi ele geçirildi.
5- İlk kez düşman başkentindeki Mossad merkezi vuruldu.
6- İlk kez düşman ülkesindeki bir askeri havaalanı vuruldu.
7- İlk kez düşman ülkesindeki askeri üsler vuruldu.
8- İlk kez düşman ülkesindeki askeri fabrikalar vuruldu.
9- İlk kez bazı topraklar geri alındı.
10- "Yenilmez ordu" efsanesi sonsuza dek sona erdirildi.
11- İç bütünlükleri çöktü ve düşman cephesinde büyük bir çatlak oluştu.
12- Siyonist medya sistemi devrildi.
13- "Yahudi yurdu" (Büyük İsrail) fikri çökertildi.
14- Tüm ümmette cihad ruhu yeniden canlandı.
15- Filistin meselesi ümmetin merkezi konumuna yeniden yükseldi.
16- İşgal altındaki hapishanelerdeki esirlerimize özgürlük umudu geri geldi.
17- Diasporadaki Filistinlilere dönüş umutları yeniden yeşerdi.
18- Arap halklarına umut yeniden aşılandı.
19- Normalleşme planı ve "İbrahim Anlaşmaları" çöktü.
20- "Yüzyılın Anlaşması" ve Gazze halkının zorla göç ettirilmesi planı başarısız oldu.
21- Allah’ın vaadine olan güven tazelendi: İşgalci rejimin sonu yakın ve Mescid-i Aksa özgürleşecek.
22-80. yıl laneti üzerlerine çökmeye başladı.
23-Tel Aviv bir korku şehri oldu.
24-500 binden fazla kişi evlerini satıp göç etti.
25-4.000’den fazla asker ve yedek subay gönüllü olmayı reddetti ve “Bu ülke bizim değil, savaşamayız” dedi.
26-400 pilot hizmet vermeyi reddetti.
27-Yahudi halkı genel seferberlikte, bu da ekonomiyi felç ediyor.
28-Turizm sıfır.
29-Yatırımlar sıfır.
30-Eilat Limanı işsiz.
31-Fabrikalar tamamen durdu; ne üretim ne ihracat var.
32-Okullar, ofisler ve şirketler kapandı.
33-Günlük askeri kayıpları 240 milyon doları buluyor.
34-Halkları onlara karşı çok öfkeli.
35-Dünya halkları onların gerçek yüzünü gördü.
Keşke durum göründüğü gibi olsa, ama arka planda öyle görünmediğini akli anlamda dile getirebiliriz. Metin kitleleri konsolide etme üzerine kurgulanmış veyahut böyle düşünüldüğü için masumane olarak da yazıya dökülmüş olabilir. Ama gerçek hiç de öyle değil.
Peki bu duygusal metni nasıl okumalıyız?
Metinden ne anlam çıkarabileceğimiz üzerine düşünmek, bize önemli analiz fırsatlarını sunuyor. Bu metni hazırlayan kişinin, hangi akli, ilmi ve bilimsel verilere dayanarak, maddeler halinde bir taslak oluşturduğu sorgulanmalıdır. Görünüşe bakılırsa, metin İsrail’in ciddi bir çöküş sürecine girdiğine işaret ediyor. İsrail’in bittiğini maddeler halinde sıralıyor ve delillendiriyor neredeyse.
Artık İsrail diye bir devlet veyahut adına ne derseniz deyin, terör şebekesi mi, batılıların ileri karakolu mu, çete mi, ne derseniz deyin öyle bir topluluk yokmuş sanki.
Ancak mevcut gerçeklik bu iddiaları destekleyecek somut bir zemine oturmuyor. Psikolojik olarak bir yıpranma, bir çöküntü yaşamış olabilir, âmâ fiziksel ve stratejik hamlelerini göz ardı etmemek lazım.
Eğer İsrail’in tamamen çöktüğünü iddiasında isek, neden Suriye’deki Golan tepelerinin tamamını işgal ettiğini ve Şam’a kadar ilerlediğini sorgulayamıyoruz? Bu stratejik kazanım, İsrail’in yalnızca bir savunma devleti olmadığını, bölgedeki genişleme politikalarını sürdürdüğünü gösteriyor. Söz konusu genişleme politikalarının bir sonraki hedefinin İran olduğu oldukça açık. Bu durum, İsrail’in uzun vadeli bölgesel stratejilerinin bir parçası gibi görünüyor. İran’a yönelik bu hamle bugün gerçekleşmese bile, hazırlıkların sürdüğü aşikar.
İsrail’in Stratejik Planları ve Bölgesel Politikaları çok akıllıca. Akıllıca derken, masumiyet veyahut yaptıkları soykırım vahşetine meşruluk atfetme anlamına da gelmesin. Esir takası üzerinden örnek verirsek; Siyonizm’in esir takası bile ahlaksızca.
İsrail’in esirlere yönelik muamelesi ile Hamas’ın esirlere gösterdiği insani yaklaşım arasındaki fark, tarafların kimlik siyasetini ve öteki algısını anlamak için önemli bir sosyolojik zemindir. İsrail’in, Siyonist ideoloji çerçevesinde inşa ettiği ‘biz’ ve ‘öteki’ ayrımı, esirlere yönelik yaklaşımında da kendisini göstermektedir. Bu durum, sadece siyasi bir strateji değil, aynı zamanda ötekine dair toplumsal algıların ve ahlaki üstünlük iddialarının yansımasıdır. Öte yandan, Hamas’ın esirlere yönelik yaklaşımı, kendi meşruiyetini uluslararası ve bölgesel düzeyde yeniden üretme çabasının bir parçası olarak okunabilir. Ahlaki olan da bu yaklaşım değil mi?
Esirler üzerinden sergilenen bu tutumlar, hem güç ilişkilerinin hem de ahlaki normların bir çatışma alanına dönüştüğünü göstermektedir. Dolayısıyla, bu mesele, yalnızca politik bir tartışma değil, aynı zamanda toplumsal değerlerin, ötekiyle kurulan ilişkinin ve kimlikler arası hiyerarşinin nasıl yeniden üretildiğini anlamak için kritik bir göstergedir. “Bu minvalde İsrail’in ahlaki normlarının meşruluğunu tartışmak abes kaçar sanırım.
Evet!
Yukarıdaki maddeler, İsrail’in zayıfladığını, teslim olduğunu ve yenildiğini, İsrail’in felaketi diyebileceğimiz cinsten bir iddia öne sürüyor adeta, ha işin manevi ve insani tarafına bakarsan, çoluk çocuk, demeden, genç, yaşlı, kadın demeden, insanları katletmek, sorgusuz sualsiz, keyfi bir tutumla bomba yağdırmak, bu başlı başına bir felakettir zaten.
Mesele İsrail’in nasıl bir mantığa, lanetli mi kutsal mı? Sahip olduğundan ziyade ki bu da önemli olmakla beraber asıl konumuz bölgesel dinamikleri kısaca ele almak.
Burada İsrail’in bölgedeki askeri ve stratejik başarıları tam tersini gösteriyor. İsrail, bölgesel engelleri bir bir kaldırarak Şam’a kadar nüfuz etti. Bu bağlamda, İran’ın hem siyasi hem de askeri anlamda İsrail’in hedef tahtasında olduğu görülüyor. İran’ın bir iç dönüşüm-değişim yaşama ihtimali de bu denklemi değiştirebilecek kritik bir faktör. Fakat bu biraz zor görünüyor. Ama yine de belli olmaz. Özellikle, Suriye, Hizbullah ve diğer bölgesel aktörler üzerindeki İsrail baskısı, onları yıpratma ve işlevsiz hale getirme çalışmaları, İran’ı yalnızlaştırmaya yönelik bir çaba olarak okunabilir. Her taraftan kıskaca alınmış bir İran’a doğru gidiyoruz.
Müslüman dünyası zaafları ve iç çelişkileri, iç sorunları ile boğuşurken ve bu sorunları çözecek iyi niyetli bir argümanı yokken İsrail gibi devletler yüzyıllık plan ile gelecek hesaplar üzerine yoğunlaşmaktadırlar.
Müslüman dünyasının bugün içinde bulunduğu durum, adalet duygusunun ve dayanışmanın zayıfladığı bir tabloyu ortaya koyuyor.
Aslında İslam dünyasındaki bir çok ülkenin dindarları bu savaşın doğrudan bir tarafı değillerdi; onların önceliği, kendi iktidarların gölgesinde çıkar elde ederek kendi tabanlarını konsolide etmekti. Elbette istisnai bazı çıkışlar ve vicdanlar dışında...
Gazze'nin yükünü hafifletmek için taraf olmayı bırakın, Hizbullah'ın bu savaşta ödediği çok ağır bedeller karşısında üzülmek yerine sevinmeleri, O dindarların gerçek niyetini açıkça ortaya çıkarmıştır."
"Bu, İslam dünyasının çıkmazı ve mezhepsel bataklığa saplandığının açık bir göstergesiydi. Bıçak kemiğe dayandığında, bir kesim, Kerbela'nın acı hatırasına sahip çıkarak, her türlü dünyevi çıkarı geride bırakıp ilkesinden taviz vermedi. Diğer yandan, bir kısmı ise kendi dünyalarında lüks içinde keyif sürerken, halkın acıları ve inançları arasına bir mesafe koyarak, kendi menfaatlerini önceledikleri gözlerimizden kaçmadı. Bu iki kutup, İslam dünyasının yaşadığı içsel çelişkilerin ve adalet arayışının somut bir yansımasıydı. Bir tarafta dini ve ahlaki değerlerden sapmadan, savaşın ortasında bile doğruluğu savunmaya çalışanlar; diğer tarafta ise egonun, gücün ve lüksün kollarında kaybolmuş olanlar. Bu çelişki, sadece bir dönemsel değil, bir zihinsel ve manevi bunalımın da ifadesiydi."
İslam dünyası "Kendisinden olanın hakkını savunurken, kendisinden olmayan mazlumların hakkını değil savunmak, tam tersine tepelerine binip ezmeye çalışmaktadır. Başkasının mazlumlarına kol kanat geren bazı İslam ülkeleri de kendi mazlumlarına sahip çıkmada sınıfta kalmışlardır. Böyle pervasızca hareket eden bir anlayış, kısa vadede beşeri anlamda karlı gözükse de uzun vadede başarısızlığa mahkûm olur” Çünkü böylem bir bakış açısıyla hareket ahlaki değil.
Müslüman coğrafyada kısa vadeli çıkarlar uğruna yapılan hatalar, uzun vadede bölgesel ve küresel bir zaafiyet yaratıyor. Kendi toplumsal düzenini inşa edemeyen, adalet temelinde hareket etmeyen bir yapının, iç kargaşanın, kaosun ısıtılmasıyla çöküşlerin ve dış müdahalelere açık hale geleceği unutulmamalıdır.
İsrail uyguladığı vahşet, soykırım ve sinsiliği ile bölge ülkeleri üzerinde yaydığı korku ve genişleme politikalarını sürdürürken, fiziksel anlamda bir zafer çıkarmak ne kadar gerçekçi olur ki? Psikolojik bir yıpranma olduğu doğru; ancak İsrail’in sınırlarını genişletmesi, Gazze halkını yıkıma sürüklemesi ve bölgeyi kaosa sürüklemesi, bu zafer algısını çürütüyor. Bir anlamda, zaferin sadece psikolojik boyutta kaldığı, fiziksel ve stratejik düzeyde anlamlı bir sonuç elde edilmediği görülüyor. İsrail’in zayıfladığı yönündeki iddiaların gerçeklikle ne kadar örtüştüğünü sorgulamak lazım.
Gelecek ve Belirsizlikler var önümüzde. Gelecek mutlaka gelecek, ama belirsizlikleri berraklaştıracak yeni bir anlayış, öngörü ve paradigmaya ihtiyaç var.
Maddeler halinde sıralanan metinde duygusal bir zafer söyleminin benimsendiği açık; ancak bu söylem, somut verilere dayalı bir analizi yeterince desteklemiyor. İsrail’in fiziksel ve stratejik başarısı ortadayken, Müslüman dünyasının iç çelişkileri ve adaletsizlikleri, bölgesel bir zaferin önündeki en büyük engel olarak duruyor. Orta ve uzun vadede, İslam dünyasında dayanışma, adalet ve bütünlük temelinde bir dönüşüm gerçekleştirilmediği sürece, bu zaafların giderilmesi mümkün görünmüyor.
Önümüzdeki sürecin neler getireceği konusunda kesin bir öngörüde bulunmak zor. Ancak, İsrail’in uzun vadeli bir planı olduğu ve bu planın aşama aşama uygulandığı bir gerçek. Son gelişmeler ve yapılan anlaşmalar, bölgedeki güç dengesinin değişim potansiyeline işaret ediyor. Bu bağlamda, Ebu Ubeyde gibi şahısların, süreç içerisinde bir Salahaddin-i Eyyubi mi yoksa daha farklı bir figüre dönüşüp dönüşmeyeceği ise önemli bir merak konusu.