Reklam Görüntülerine Tıklayarak Kitap Siparişi Verebilirsiniz


Hasan POSTACI


Ahlak Siyaset Hukuk Üçgeninden Memleket Manzaraları-1

Hasan Postacı'nın "yeni" yazısı...


Medeniyetler beşiği bir coğrafyanın asırlar içinden süzülüp gelen damıtılmış insanlık hafızasının her karış toprağında kanıtlarını barındıran bir ülkede yaşıyoruz. Modern dünyanın jeostratejik, jeopolitik ağırlığı ihmal edilemeyecek önemde olduğu tüm askeri, ekonomi analistlerinin ortak görüşü.

Belki de tamda bu nedenle tüm dünyanın her türlü sosyal, ekonomik, siyasal hesapların dikkate almak zorunda kaldıkları bir ülke konumunda.

Kültürel olarak bir yanda Asya’nın birçok yerli halkı ile akraba, diğer yandan Sünni İslam coğrafyasının Hanefilik-Matrudilik-Nakşilik merkezli müktesebatının en gülü taşıyıcı coğrafyası. Etnik ve dini çok katmanlı niteliksel ve niceliksel sosyokültürel hetrojenliğin kaçınılmaz sonucu çok halklılık, çok dillilik, inançsal çeşitliliğin ürettiği kaotik korelasyonları coğrafyanı ajite ettiği çok parçalılık.    

Bütün bu temel dinamikler bu ülkenin yönetimi ile ilgili çok güçlü bir düşünsel derinlik, uzun soluklu bir stratejik planlama, en önemlisi devlet-toplum birlikteliğini, bütünleşmesini gerektirir.

Ancak yaşanan yaklaşık son iki asırlık sürecin imparatorluk çözülme süreci sonrası ortaya çıkan tarihsel süreç ağır toplumsal, siyasal ve ekonomik sorunlar bataklığında bocalamaktan bir türlü kurtulmayan ülke gerçekliğidir. 

Bu durum bir kader midir? Neden bu coğrafyadan ağır sosyolojiktik, ekopolitik, jeopolitik sorunlar eksik olmaz? Derin toplumsal polarizasyonların çatışmasından bir türlü kurtulamaz. Periyodik askeri müdahale ve darbelerin her kuşağın hafızasında iz bırakan bir ülke gerçekliği yaşanmakta?

Yıllar önce üniversite öğrencisi olduğum yıllarda, İran-Irak savaşı sonrası Saddam Hüseyin dönemi Irak’ına ABD müdahalesinin start aldığı 90’lı yılların başlarında Gazeteci Mehmet Ali Birant’ın Irak ziyareti sonrası Dicle Üniversitesi öğrencilerine verdiği bir konferans sonrasında sorulan bir soruya verdiği cevap mevcut durumun temel nedenlerinden birine vurgu yapıyordu. Birant kendisine; “Neden İslam Ülkelerinde sürekli çatışma, savaş ve kargaşa yaşanıyor, neden bu ülkeler bilimde teknolojide, felsefe ve ekonomide çok geri kalmış temel hak özgürlüklerden yoksun bırakılmış ve dünyanın en yoksul ülkeleri arasında? Ve neden Avrupa, ABD gibi batı ülkelerinde bu tür durumlar yaşanmıyor. Bu soru karşısında Mehmet Ali Biran şu tarihi yanıtı vermişti: “ Bizim gibi geri kalmış veya gelişmekte olan ülkelerde bu durumun en önemli nedenlerinden biri Devlet/iktidar/yönetim ile toplumsal kesimler arasında sürekli bir çatışma hali var ve bu çatışma hali sürekli yeni sömürü stratejileri ile körüklenerek, tahrik edilerek canlı tutulmaya çalışılıyor dünyada güç sahibi, BM’de veto yetkisi ayrıcalıklara sahip olan devletler tarafından” şeklinde özetlenebilecek bir değerlendirme yapmıştı.

Edward Said, sömürgeleştirilen ülkelerin felsefi eleştirisini yaparken, sömürgeci emperyalist ülkelerin diğer ülkelerin her türlü kaynaklarını yağmalamasından daha üzücü olan bu ülke toplumlarının sömürgeleşmeyi içselleştirmiş bir toplumsal yapıya sahip olmasını belirtir. Yani sizin toplumsal olarak her alandaki yetersizliğiniz, düşünsel, felsefi sığlık ve kadüklüğünüz sömürge olamaya sizi hazır ve açık hale getirildiğine vurgu yapar.

Siyaset kuramlarının yaşanan deneyimler üzerinden gelinen aşamada, sağlıklı yönetim modellerinin merkezi paradigması devletin bir hizmet organizması olduğuna dair açılımlar vardır. İslam düşünce müktesebatın da ve bunun kuramsal yaklaşımlarında aynı temel evrensel ilkeleri görmek mümkündür. Medine sözleşmesi bunun tarihsel güçlü bir referansıdır.

Türkiye kurucu ideolojisinin jakoben karakteri toplumu muasırlaşmak ve medenileşmek için terbiye etmeyi merkez alır. Bu durum tek parti dönemindeki uygulamalarla derinleşen bir devlet toplum güvensizliğine/çatışmasına neden olur. Bu durumun günümüze yansıyan sancıları hala devam etmektedir.

Devlet üzerinden iktidar gücünü elinde bulunduranlar kendi ideolojik çevresini merkeze alarak diğer tüm kesimleri kendilerine yakınlıkları düzeyinde yaşama hakkı tanıyan bir sosyopolitik gerilim iklimi üretir.  

Sisteme darbe ve müdahalelerle yansıyan değişimler, bu gerilimi derinleştiren yeni polarizasyonlar üretir. Dünün sistem mağdurları bugünün egemenleri olarak ayrımcı ve ötekileştirici siyasetin zehirleyici sularından kendilerini kurtaramazlar. 

Devlet ile toplum arasındaki tüm bu sonu gelmez itişme kakışma ve sarsıcı gerilimler toplamda ülkenin gelişmesi, sağlıklı ve güçlü bir duruma gelmesinin önünde en önemli engel olarak görülebilir.

Toplumsal seçilmiş iradenin ağır vesayet mekanizmalarının gölgesinde kalmasının bir tepkisi olarak ilk kez deneyimlenen Başkanlık sistemi bir ifrat olarak yeni başka sorunların oluşmasını beraberinde getirdi.

Sağlıklı işleyen demokrasilerin vaz geçilmez dinamikleri “Güler Ayrılığı” ilkesidir. Yasama-Yürütme-Yargı erglerinin bağımsızlığını ve birbirini denetlemesini öngören yapı başkanlık sisteminin ilk deneyimlerinin yaşandığı süreçte her geçen gün biraz daha deforme olduğu gözlemleniyor.  Yasama kurumu olarak TBMM, yürütme ergi olan Başkanlık kurumu uygulamaları üzerinden etki katsayısı orantısız bir düzeyde zayıfladığı görülür.

Bunun üç temel nedeni olduğunu söylemek mümkün. İlki seçilmiş başkanın TBMM’de çoğunluğu olan partiden olması. İkinci önemli nedeni Kabinenin seçilmişler dışında ağırlıklı olarak teknokrat ve bürokratlardan oluşması. Üçüncü temel neden Başkanlık kurumuna tanınan yetki ve sorumlulukların karşısında denetleme mekanizmalarının yeterli ve işleyen bir yapıda olmaması.

Kamu sisteminin önemli gerilim alanlarından biri de merkezi yönetim ile yerel yönetimler arasındaki ilişki düzlemidir. Seçimle yönetim yetkisi alan belediyeler hiyerarşide merkezi hükümetin yerelde temsilcisi olan mülki idarenin emri altında konumlanmaktadır. Diğer taraftan belediyelerin öz kaynakları ve merkezi bütçeden aldıkları paylar önemli bir ekonomik güce karşılık gelir. Yerel yönetimlerin merkezi yönetim karşısındaki güçsüzlüğünün yanı sıra seçilen yönetimin parti il ilçe ve merkez teşkilatlarına organik bağlılığı ekonomik gücü ile bir paradoks oluşturarak yetki alanını kısıtlamakta ve ikili bir vesayet altında kalmasını kaçınılmaz kılmaktadır.

Yerel yönetimleri düzenleyen mevzuatın esnekliği ekonomik gücün keyfi kullanımlarının önünü açarak parti ve merkezi yönetim üzerinden etkin bir rant alanının oluşmasını kaçınılmaz kılmaktadır.  Özellikle ihale ve imar alanlarında çok daha derin sorunların oluşmasını beraberinde getirmektedir.

Son süreçte yaşananları yukarıdaki kuramsal analizler zemininde anlaşılır kılmaya çalışmak gerekir. Yaşananların yasal ve siyasi analizlerinin ötesinde Türkiye’nin dünyaya verdiği fotoğrafın oluşturduğu olumsuz imaj tüm dünyada saygınlık ve olumlu algıyı yaralayan bir etki yapması olduğunu ifade etmek gerekir. Olayın ekopolitik etkileri ve finansal gösterge üzerindeki etkilerinin de uygulanan normalleşme politikalarına zarar verdiğini küçük çapta bir finansal depreme yol açtığı görüldü.

Devam etmek umuduyla…

 

Kaynak: Farklı Bakış

Uyarı! Yapmış olduğunuz yorumlar incelendikten sonra onaylanacaktır onaylandıktan sonra gözükecektir


Resimlere Tıklayarak Kitap Satın Alabilirsiniz

YAZARLAR