Saat gecenin ikisi henüz dalmaya çalıştığım uykumdan bağırış çağırış sesleri ile uyandım...
Korkuyla balkona koştum muhakkak komşulardan birine bir şey oldu diye endişeye kapıldım. Zira üç gün önce ikinci kattaki komşum yine gecenin ikisinde kalp krizi geçirmiş ambulans gelmiş kalp masajı v.s hiçbir işe yaramamış adamcağız vefat etmiş... Kıyamet kopmuş ama ben duymamışım. Bu seslerin hayra alamet olmadığını düşünerek merakla bakındım gece yarısı olmasına rağmen onyedi-onsekiz yaşlarında bir kız bir oğlan ellerinde telefon kavga ediyorlardı... Oğlan bağırarak kıza" bu telefonu kıracağım bu nasıl paylaşım" diyordu... Kız bağırarak kendisini savunuyordu. Öylesine umarsızlardı ki bu saatte sokak ortasında bu kadar yüksek ses tonuyla konuştuklarının farkında değillerdi... Ziyadesiyle sinirlendim akabinde bu iki gence çok üzüldüm...
Aklıma iki şık geldi birincisi onları uyarıp gecenin geç vaktinde sokak ortasında yüzlerce insanı neden rahatsız ediyorsunuz diye kızacaktım. Vazgeçtim sustum! Ben ki daha bu sabah "Susma Sanatı" diye bir kitap okumuştum... Sustum edebimden sustum... çaresizliğimden sustum... Kötü duruma düşmekten korktuğum için sustum... Hani bir söz vardır "Edepli edebinden susar, edepsiz ben susturdum sanır." Benimki de o hesap işte... Ben kızsam onlar daha çok kızacak bu kez de bütün site sakinleri uyanıp merakla bizi izleyecek diye sustum...
İkinci şık ise polisi aramak... Arasaydım beş dakikada gelirlerdi belki ama bu iki umarsız genç için iyi olmazdı... Polis ailelerini arardı belki nezarete bile götürürlerdi bu onlar için iyi bir ders olurdu ama yine sustum...
Ben sustum onlarda gittiler tartışmaya devam ederek...
Sonra yıllar önce okuduğum bir şiir geldi aklıma kendimi hiç sevmedim...
CANI CEHENNEME!
Canı cehenneme rahat uyuyanın
Kapısını örtenin perdesini çekenin
Yüreği yalnız kendiyle dolu olanın
Duvarları ancak çarpınca görenin
Canı cehenneme başkasının yangınıyla
Evini ısıtıp yemeğini pişirenin.
Bahçesine dek gelen alevleri
Şehrayin sanan aptalın
Canı cehenneme, camlarında
Parçalanmış cesetler uçarken
Bir iğdiş incelikle çiçekleri sulayanın.
Mutfakla yatak odası arasında
Çarşılarla gövdesi bencillik hırsı
Yılgınlıkla yenilgisi arasında
Dünyayı tüketenin canı cehenneme.
Orda dağlar bir mezarlık
Bulutlar kan salkımı sular toprakta düğüm
Orda evler oda oda kanarken
Burada yeşerenin canı cehenneme.
Ey bir halkın gözyaşıyla ruhunu yıkayan kin
Ey zulümle yükselen başarı
Ölü sayısına endeksli maaş;
Uzun masallar ardında mağrur
Boynunda ölüm çanıyla oturan güç
Senin de senin de canın cehenneme
Ey sultan Hamit tuğralı korucu alayları
Kardeşi kardeşe kırdıran siyaset. . .
Bir gün elbet bir gün elbet
Örter üstünü bu ağır yanlışın
Sevgiyle, yalnızca sevgiyle işlenen
Bir dal incelik, bir simli gülüş
Bir kardeş mavi.
ŞÜKRÜ ERBAŞ
Ve artık hiç uyuyamadım...
Sosyal medyadan bir kaç saat önce gördüğüm görüntüler odamın duvarında bir ekran gibi çivilenmiş durumda...
Gazzeli bir çocuk üç-dört yaşlarında ölmüş... Aç bir sokak köpeği çocuğun cesedini kuytu bir yerde yemek için ağzında taşıyor... Bu fotoğrafı kim çekti? neden ölmüş de olsa çocuğun bedenini köpeğin ağzından almadı?
Ve neden hala biz İsrail'i durduramadık? Bu fotoğraf kanımı dondurdu... Uzun süredir küs olduğum kalemime döndürdü beni... Zaten yazmaktan başka ne yapabilirim ki Dünya Liderleri gibi çaresizim... Ekranı kapatsam aslında hiç bir şey görmeyecem ve uykumda kaçmayacak. Ve şairin sözleri sahibini bulmuş olacak...
Perdemi kapatmak istiyorum fakat vicdan perdem sızlıyor...
Başka bir görüntü çivilendi duvara...
Yine dört -beş yaşlarında bir çocuk evinin bahçesinde top oynarken topu duvarın dışına kaçıyor çocuk topu almak için duvarın diğer tarafına atlıyor. Çocuk atlar atlamaz duvarın dibinde beş - altı aç sokak köpeği çocuğu parçalamaya başlıyor... Bu görüntü otuz saniye idi... Çıldırdım resmen "kimse yok mu" diye bağırasım geldi... Feryatlar-figanlar içimde koptu ben yine sustum... Perdemi kapattım... Kapattım ki köpek maması satan lobiler çok kazansın varsın üç-beş çocuk yaşlı kadın, güvenlikçi, öğrenci, ekmek almaya giden vatandaşlar her gün sokak köpeklerinin saldırısına uğrasın...
Ben çocukken savaşların sadece silahlardan bombalardan ibaret olduğunu sanırdım...
Büyüdükçe daha korkunç savaşların olduğunu fark ettim.
Sıcak savaşlar, soğuk savaşlar, biyolojik savaşlar, çok kazanma savaşları, Lobicilerin savaşları heyhat o kadar çok savaş var ki sayamıyorum...
Birilerin canı yanacak hatta çıkacak ki birileri kazansın...
Savaşlar olmazsa tacirler, müteahhitler, mühendisler nasıl kazanacak. Eyvahlar olsun ne yapabilirim sadece ve sadece zarif adamın dediği gibi "Etimle kemiğimle bu çağdan nefret ettim..."
Necla Arpa Gülaçar