Reklam Görüntülerine Tıklayarak Kitap Siparişi Verebilirsiniz


Mahmut Olgun


Maneviyattan Kopuş, Akıldan Uzaklaşma Ümmetin Çöküşünü getirebilir

Mahmut Olgun'un "yeni" yazısı...


Peygamber Efendimizin maneviyatı, yaşamı ve rasyonalitesi arasında güçlü bir denge vardı. O, manevi derinliğiyle aklı bir arada işleterek hem bireysel hem de toplumsal düzeyde örnek bir hayat ortaya koydu. İnancı, ahlaki duruşu ve düşünsel kavrayışı birbirinden kopuk değil, birbirini tamamlayan unsurlardı. Peki, bugün kendini "Müslüman" olarak tanımlayanların maneviyatı, yaşamı ve aklı arasında böyle bir uyumdan söz edebilir miyiz?

Peygamber, yaşadığı çağın şartlarını, insan doğasını ve toplumsal yapıyı dikkate alarak sahih bir manevi pratik oluşturdu. Onun inancı, sadece bireysel bir ruhani tatmin değil; aynı zamanda adaleti, ilmi, üretkenliği ve toplumsal dayanışmayı kapsayan bir bütündü. Ancak günümüzde Müslümanlar, ne manevi olarak özgün bir tecrübeye sahipler ne de çağın rasyonel birikimini içselleştirmiş durumdalar. Maneviyat ya dogmatik kalıplara hapsedilmiş ya da sekülerleşmenin etkisiyle içi boşaltılmıştır. Akıl ise ya aşırı rasyonaliteye kurban edilmiş ya da kaderci bir teslimiyet içinde köreltilmiş durumda.

Bu kopukluk, Müslüman toplumların düşünsel, bilimsel ve ahlaki üretkenliğini zayıflatıyor. Bunun sonucunda, kendi içlerinde derin bir bölünmüşlük yaşıyor, tembelleşiyor, ilkesizlik ve dürüstlükten uzaklaşıyorlar. Kendi aralarında zulme yol açan çekişmelere girerken, düşmanlarını değil birbirlerini zayıflatıyorlar. Bu zaaflar, Batılı güçler tarafından ustalıkla kullanılıyor; İsrail, Amerika ve diğer küresel aktörler, Müslüman toplumları güçsüzleştirerek sömürülerini sürdürüyorlar. İçten içe çürüyen, birbirine ihanet eden, sarayların etrafında menfaat için diz çöken toplumların, kendi ayakları üzerinde durması mümkün mü?

Bu ihanetin ve zaafın en açık örneği, Amerikan kâfirlerinin desteği ve işbirlikçi münafık kralların ihanetiyle, Siyonistlerin bir yılı aşkın süredir İslam âleminin gözü önünde sergilediği korkunç vahşettir. Bir buçuk milyarlık ümmetin sessizliği eşliğinde, bir şehir yerle bir edildi, kadınlar hunharca katledildi, çocuklar acımasızca öldürüldü. Ve bu katliam, hiçbir ara vermeden, hiçbir insani, ahlaki ya da dini kaygı gözetmeksizin devam ediyor.

Zalimler, ne kutsalı tanıyor ne vicdanı ne de insanlığı. Üstelik bu vahşeti yalnızca silahlarla değil, diplomatik oyunlarla, medya manipülasyonlarıyla ve ekonomik baskılarla sürdürüyorlar. Batı’nın ikiyüzlü ahlak anlayışı, mazlumu suçlu ilan ederken, katili "savunma hakkına sahip" olarak yüceltiyor. Müslümanlar ise bu trajedi karşısında ya edilgen bir sessizliğe gömülüyor ya da küçük tepkilerle vicdanlarını rahatlatmaya çalışıyor.

Bu tablonun asıl ürkütücü yanı, İslam dünyasının kendi içindeki bölünmüşlüğü, ilkesizliği ve yozlaşmış yönetimleridir. Münafık liderler, kendi saraylarını koruma uğruna zalimlerin safında yer alıyor, halklarını sindiriyor, ümmetin gücünü kırıyor. Oysa adalet, cesaret ve birlik olmadan zalime karşı durulamaz. Eğer Müslümanlar bu gafletten uyanmaz, maneviyatlarını güçlendirmez ve akıllarını kullanmazlarsa, bugün Gazze’de yaşanan trajedi yarın tüm İslam coğrafyasını saracaktır.

Peygamberin örnekliği, yalnızca geçmişte kalan bir anlatı değil, çağın gereklilikleriyle yeniden inşa edilmesi gereken bir bilinçtir. Ne ruhsuz bir maneviyat ne de köksüz bir akıl, sahih bir yaşam inşa edebilir. Bugünün Müslümanları, hem kendi manevi derinliklerini keşfetmeli hem de çağın akli birikimiyle yüzleşmelidir. Ancak bu şekilde, kendi ayakları üzerinde durabilen, sömürüye dirençli, adaletli ve özgün bir toplumsal yapı inşa edilebilir. Aksi halde, tarih tekrar edecek ve İslam dünyası güçsüz, bölünmüş ve ilkesiz bir halde kalmaya devam edecektir.

 

Uyarı! Yapmış olduğunuz yorumlar incelendikten sonra onaylanacaktır onaylandıktan sonra gözükecektir


Resimlere Tıklayarak Kitap Satın Alabilirsiniz

YAZARLAR