Reklam Görüntülerine Tıklayarak Kitap Siparişi Verebilirsiniz


ALTAN TAN


Suriye'de ilk düğme yanlış iliklendi!

Altan Tan'ın "yeni" yazısı...


8 Aralık 2024’te, Şam’daki son Baas Partisi direnişinin de yıkılmasıyla birlikte gerçekleşen Suriye Devrimi’nin üzerinden yaklaşık 4 ay geçti.

İlk geçici yönetimin ilanından sonra, nihayet 3 buçuk ayın ardından kalıcı bir hükümet kuruldu ve kabine üyeleri kamuoyuna tek tek tanıtıldı.

Şu an Suriye’de, ülkeyi en az 4 yıl -belki de 5 yıl sonra yapılacak genel seçimlere kadar- yönetecek bir bakanlar kurulu görevde.

İlk günden bu yana merak edilen ise şu:

Yeni yönetim nasıl bir yönetim biçimi oluşturacak ve nasıl bir yol haritası izleyecek?

Çünkü Suriye, tıpkı Türkiye gibi, farklı dinlerden, mezheplerden, dillerden ve etnisitelerden oluşan halkların bir arada yaşadığı bir ülke.
 

Burada soru şu: Acaba yeni yönetim, geçmişteki Baas Partisi diktatörlüğüne benzer biçimde bu kez tersinden, kendi selefi İslami anlayışına dayalı bir otoriterlik mi inşa edecek?

Yoksa İslam’ın Medine Vesikası döneminde olduğu gibi; Peygamber’in zamanındaki gibi hoşgörülü, anlayışlı, tüm dinleri, dilleri ve mezhepleri olduğu gibi kabul eden, onlara yaşam alanı tanıyan demokratik bir İslami yönelime mi yönelecek?

Bugün için korkulan birçok şey gerçekleşmedi.

Yani, birkaç “yol kazası” sayılabilecek olay dışında, yeni yönetimin güçleri Halep’te, Hama’da, Humus’ta ve Şam’da girdikleri yerlerde ne Moğol ordusu gibi ne de Kudüs’te bir günde 80 bin kişiyi katleden Haçlı ordusu gibi bir katliam gerçekleştirmedi.

Daha dikkatli ve mümkün olduğunca akılcı bir yol izlediler.

Sadece Laskiye’de, ne yazık ki, belirli bir Baas Partisi grubunun isyanını bastırmak isterken çok sayıda masum Nusayri, Alevi ve Arap vatandaş hayatını kaybetti.

Bu kişiler elbette yeni rejimin güçleri tarafından öldürüldü.

Keşke bu yaşanmasaydı.

Yeni rejimden beklenen de şu: Bu sivil ölümlerine sebep olanları tespit edip, sivillere yönelik eylemlerde bulunanları ibretlik şekilde cezalandırmasıdır.

Bugüne kadar bunu yaptı mı, bu konuda bir bilgiye sahip değiliz.

Ancak temennimiz, Suriye’de mümkün olduğunca az hata yapılması, geçmişteki diktatörlüklerin yanlışlarının tekrarlanmaması ve ilan edildiği gibi İslam hukukunun uygulanmasıdır.

İslam hukukunun, herkese yaşam hakkı tanıyan yönetim biçimi hayata geçirilmelidir.

Bu girişten sonra şunu vurgulamak istiyorum:

İlk adımlar ve ilk uygulamalar çok önemlidir.

Bir kez daha altını çiziyorum: Şam’a, Halep’e, Hama’ya, Humus’a, Deyrizor’a girdiklerinde katliam yapmamaları, şiddet uygulamamaları ve yağmalamada bulunmamaları önemli birer artıdır.

Ancak Laskiye’de Nusayri sivillere yönelik katliam ise ne yazık ki büyük bir yanlışlıktır.

Bu tür yanlışlardan ısrarla kaçınılmalıdır.

Çünkü halk arasında meşhur bir söz vardır:

Gömleğin ilk düğmesini yanlış iliklersen, sonrası da yanlış gider.

Bu yüzden ilk düğmelere çok dikkat etmek gerekir.

Burada da benim, şu anda eleştireceğim iki temel konu var; bu “ilk düğmeler”le ilgili.

Birincisi, yeni kabinede Kürtleri, Dürzileri, Nusayrileri ve Hristiyanları yeterince ikna edecek, memnun edecek bir tablo ortaya çıkmadı.

Evet, Hristiyanlardan bir kişi var. Kürtlerden de -Kürt mü değil mi, nasıl bir Kürt olduğu tartışmalı olsa da- 1 kişi yer alıyor.

Ama gönül isterdi ki bu temsil, söz konusu çevreleri; yani Dürzileri, Kürtleri, Hristiyanları, Nusayrileri daha tatmin edecek düzeyde olsun.

Ayrıca Suriye’deki Türkmenleri de unutmamak gerek.

Özellikle Halep ve çevresinde ciddi bir Türkmen nüfusu var.

Birinci uyarımız bu: Temsilin olmadığı yerde sorun çıkar.

Şöyle denilebilir:

 

Ne yani, PKK’yı, YPG’yi mi alıp hükümete koysaydılar?

Zaten ortada tam anlamıyla yerleşmiş bir uzlaşma yok. Yok ki...

Evet, YPG’yi ya da PKK’yı getirmedin; ama bütün Suriye Kürtleri bunlardan mı ibaret?

Hiç mi halkın benimseyeceği, “İşte bu kişi bizim derdimize çare olabilir, kapısını gönül rahatlığıyla çalabiliriz,” diyebileceği bir Kürt yoktu?

Aynı soru Dürziler, Türkmenler ve Müslümanlar için de geçerli.

Yani, rejime karşı olanları, rejimle düşmanlık içinde bulunanları getirip başa koyun demiyoruz.

Zaten böyle bir şey mümkün değil.


Gelelim ikinci meseleye...

Yani ikinci uyarıma, ikinci itirazıma.

Bunu daha önce de dile getirdim ama bugün biraz farklı bir şekilde ele alacağım.

Şimdi, Suriye Devleti'nin adı ve cumhurbaşkanlığıyla ilgili kanunlar belirtilirken, yeni taslak anayasaya bazı maddeler eklendi.

Buna göre, cumhurbaşkanının Müslüman olması gerektiği ve İslam hukukunun uygulanacağı ifade edildi.

Ayrıca, devletin ismi “Suriye Arap Cumhuriyeti” olarak ilan edildi.

Biliyorsunuz, Suriye ilk olarak Fransız işgali altındayken, 1932’de ilk hükümet kuruldu.

1946’daki bağımsızlık sonrasında ise "Arap Cumhuriyeti" ibaresi, bazı nasyonalist, milliyetçi ve ırkçı partiler tarafından devlet ismine eklendi.

İslam hukukuna göre “Arap Cumhuriyeti”, “Türk Cumhuriyeti” ya da “Kürt Cumhuriyeti” gibi bir tanım olamaz.

Elbette şöyle diyebilirsiniz:

Ama Kürdistan var, Türkistan var, Afganistan var, Belucistan var…

Evet, bunlar birer coğrafya ismidir.

Yani “Bulgaristan” dendiğinde Bulgarların çoğunlukta yaşadığı bölge, “Türkmenistan” dendiğinde Türkmenlerin, “Kürdistan” dendiğinde ise Kürtlerin ağırlıklı olarak yaşadığı coğrafya kastedilir.

Dolayısıyla bir ülkeye “Kürdistan”, “Türkistan”, “Yunanistan” ya da “Bulgaristan” gibi isimler verilebilir.

Ancak, eğer İslam hukukunu esas alıyorsanız, bir devlete “Kürt devleti” veya “Türk devleti” ismi verilemez.

Burada isterseniz polemik deyin, isterseniz başka bir şey…

Türkiye’de mangalda kül bırakmayan bazı Kürtler, her fırsatta “Biz ulus devlete karşıyız” diyorlar.

“Kürtler bu anlamda ulus-devletçilik yapmasın” diyenler var -ki ben de ulus devlet anlayışına karşı biriyim. Ulusalcılık anlamındaki Kürt ulusalcılığına da karşıyım. Bu parantezi de böylece kapatmış olayım.

Türkiye’de yıllardır bu konuda yazan, çizen, kamuoyunun “radikal İslamcı” veya “İslamcı” olarak tanıdığı birçok isim var. Şimdi onlara bir soru sormak istiyorum:

Ahmet Ağırakça, Hak Söz grubu, Hamza Türkmen, Rıdvan Kaya, Pınar Yayınları, Cevat Özkaya…

Daha sonra Ahmet Ağırakça, Beşir Eryarsoy, Atasoy Müftüoğlu gibi bu fikriyatı uzun yıllar boyunca temsil etmiş isimler... Bu “Suriye Arap Cumhuriyeti” ibaresi hakkında ne düşünüyorlar?

Bu tanımlama doğru mu? Yanlış mı?

Eğer bu konuda sessiz kalıyorlarsa, bizim de kendilerine söyleyecek birkaç sözümüz olur.

Türkiye’deki İslami camia, “İslamcılar”, bu konularda doğru ve net bir tavır sergilemezse, bu durum ne Kürt meselesine, ne Türkiye’nin demokratikleşmesine, ne de Suriye’nin geleceğine olumlu bir katkı sağlar.

Bu yüzden, gömleğin ilk düğmesinin doğru iliklenmesi şarttır.

İslam hukuku çerçevesinde; herkesin hak ve hukukunu alabildiği, hiç kimsenin yaşam tarzı, geleceği, kültürü, dili ve inancı nedeniyle endişe duymadığı bir Suriye hedeflenmelidir.

Bunun ilk ve en önemli adımı da “ilk düğmelerin” doğru iliklenmesidir.

Bu metinde ismini andığım zevattan ve benzer görüşleri savunan diğer isimlerden bir cevap bekliyorum.

 

Kaynak: İndependent Türkçe

Uyarı! Yapmış olduğunuz yorumlar incelendikten sonra onaylanacaktır onaylandıktan sonra gözükecektir


Resimlere Tıklayarak Kitap Satın Alabilirsiniz

YAZARLAR