"Hani, inkârcılar seni bağlayıp bir yere hapsetmek ya da öldürmek veya seni yurdundan çıkarmak için tuzak kuruyorlardı. Onlar tuzak kurarken, Allah da karşı plan kuruyordu. Allah tuzağı boşa çıkaranların en güçlüsüdür." (Enfal Suresi, 30)
Tarih boyunca zalimler, mazlum halklara karşı sinsi planlar yapmış, topraklarını işgal etmek, direnişlerini kırmak ve ekonomik olarak güçsüz bırakmak için tuzaklar kurmuşlardır. Bugün Gazze’de yaşananlar da bu planların en açık örneklerinden birisidir. Donald Trump’ın “Gazze bir gayrimenkuldür; ya satacağız ya da işleteceğiz” sözleri, modern emperyalizmin sömürgeci zihniyetini gözler önüne sermektedir.
Peki, bu zulüm düzeni nasıl işliyor? Yalnızca dış güçlerin tuzaklarıyla mı? Hayır. Tarih boyunca olduğu gibi bugün de yerli işbirlikçiler, bölgeyi mezhepsel ayrışmalarla bölenler ve stratejik alanları ele geçirerek ekonomik kazanımlar sağlayanlar bu sürecin bir parçasıdır. Zalimlerin tuzağını boşa çıkaracak olanlar ise, bu düzeni ifşa eden, bilinçle hareket eden ve sorumluluk üstlenen Müslümanlardır. (Onlardan birçoğuna yerin kapıları çoktandır açıldı bile)
Ancak büyük bir çelişki var: Allah, zalimlerin tuzağını boşa çıkaracağını vaat ederken, bizler neden bu tuzağın gerçekleşmesine seyirci kalıyoruz?
Cevap basit: Çünkü Allah, zalimlerin planlarını bozma görevini Müslümanlara yüklemiştir. Oysa bugün Müslümanlar, bu ilahi görevi yerine getirmek yerine, edilgen bir şekilde beklemekte ve fiili mücadeleye girişmekten kaçınmaktadır. Oysa Allah’ın sünneti, sadece dua edenleri değil, zulme karşı mücadele edenleri desteklemektedir.
Kur’an, mazlumların kurtuluşu için sadece dua etmenin yeterli olmadığını açıkça ifade eder:
"Ey Rabbimiz! Bizleri baskı ve zulüm gören bu memleketten çıkar, bize katından yardımcılar gönder” (Nisâ Suresi, 75).
Bu ayet, baskıcı rejimler altında ezilenlerin yardım çağrısını aktarmakla kalmaz, aynı zamanda Müslümanlara doğrudan bir sorumluluk yükler. Zulme karşı çıkmak, haksızlıkları ortadan kaldırmak ve mazlumların yanında durmak Müslümanların görevidir.
Ancak bugün bu görev yerine getirilmiyor. Müslümanlar, birlik olacağı yerde ayrışıyor, zulme karşı mücadele edeceği yerde edilgen bir bekleyişe giriyor, Allah’ın tuzakları boşa çıkarma vaadinin ve planın gerçekleşmesini kendileri engelliyor adeta.
Allah, zalimlerin tuzağını boşa çıkaracağını söylüyor, ancak bu sürecin bir parçası olarak Müslümanların harekete geçmesini bekliyor. Eğer Müslümanlar bu ilahi görevi yerine getirmezse, Donald Trump gibi zalimler planlarında başarılı olur ve Allah’ın vadettiği yardımın fiili tezahürü görülmez. Çünkü ilahi yardım, ancak üzerine düşeni yapanlara gelir. Sessizlik Allah’ın zalimlere kuracağı tuzağı işlevsiz hale getirir.
Öyleyse, sorulması gereken en önemli soru şu: Biz, Allah’ın verdiği bu görevi yerine getiriyor muyuz?
Plan kurması gereken bizlerken, bunu Allah’a havale edip, O’nun kurduğu/kuracağı plana karşı sabotaj yapıyor olabilir miyiz?
Bu, tam anlamıyla karşılaştığımız durumdur.
Allah’ın tuzağını boşa çıkarmak adına yapılan çabalar, aslında doğrudan bizlerin eylemleriyle sonuçlanmaktadır.
Bu bağlamda, Müslümanların mevcut durumu, dini sorumluluk ve adalet arayışı açısından ciddi bir çelişki taşımaktadır.
Bize düşen, adaletin tecellisi için aktif bir rol üstlenmekken, çoğunlukla sessiz kalmak ve adaletsizliklere karşı bir karşı duruş sergilememek, aynı zamanda mevcut zalim düzenin devamına katkı sağlamak anlamına gelir.
İslam, bireysel ve toplumsal düzeyde zulme karşı direnişi ve mücadeleyi temel bir öğreti olarak benimsemişken, bu sorumluluğun reddedilmesi, dinamik bir inanç pratiği yerine edilgen bir yaklaşıma dönüşmektedir.
Bu noktada, Müslümanların çaresizlik hissi, yalnızca psikolojik bir etki değil, aynı zamanda toplumsal ve siyasal yapıların bir sonucu olarak da değerlendirilebilir. Çünkü tarihsel olarak, toplumsal baskılar ve mevcut siyasi yapılar, bireylerin ve toplumların aktif direnişten uzak durmalarına neden olmuştur.
Ancak bu sessizlik, Allah’ın bizden beklediği aktif müdahale sorumluluğunu olumsuz sonuçlandırmaktadır. Dolayısıyla, zulme karşı durmamak ve Allah’ın tuzağını bozma görevini reddetmek, dinin öğretileriyle çelişen bir eylem haline gelmektedir.
Müslümanlar, sadece dua etmekle yetinmemeli, aynı zamanda adaletin sağlanması adına sorumluluk almalı ve bu mücadeleyi aktif bir şekilde sürdürmelidirler.
Aksi takdirde, gaflet içinde kalıp, düşmanlarımızın tuzaklarını kendi ellerimizle daha da güçlendirecek, kardeşlerimizin ve neslimizin ana sütü gibi helal olan haklarını hiçe sayarak, hep beraber felakete sürükleneceğiz. Öyle ki, zulme karşı gösterilecek bir direnç ve bilinçli bir karşı duruşun yokluğunda, bu düzenin unsurları, bizleri adeta birer birer yutacak ve kendi çıkarları doğrultusunda şekillendireceklerdir.