Yüzleşme; hatalarla, yanlışlarla, eksiklerle, sorgulama ve onarma zemininde, kendimiz başta olmak üzere muhatap olduğumuz herkes ve her şeyle öncelikli olarak karşı karşıya gelmektir. Gerçekleştirilmesi cesaret ve fedakârlık ister. Objektifliğe, tutarlı, vicdanlı ve adaletli davranışlara ihtiyaç duyar. Cesaret ve kararlılık isteyen bir durumdur. Zor bir eylemdir. Ama gereklidir. Devamında değişiklikler, tercihler ve yükümlülükler getirir. Yüzleşmeyi yürürlüğe soktuktan sonra yapılacak en ufak bir falso onu mecrasından çıkaracak tüm süreci tersine çevirecekve yozlaşmaya kapı aralayacaktır.
Kendi oluşumumuzu doğru konumlandırmak, geliştirmek, güçlendirmek, kişisel birikimimizi gözden geçirmek ve sürekli kılmak, benliğimizi muhafaza etmek, yaşamımızı yenilemek, varlığımızı anlamlı kılabilmek için, gereken her durumda kendimizle, hayatla, gerçeklerle hatta yalanlarla yüzleşmek gereklidir.
Yanlışlar yapmak, hatalar yapmak doğaldır, ama yanlışlardan ders çıkarmadan ilerlemek yaşamı anlamsızlaştırır. Yanlışlardan ve hatalardan ders çıkarmak ve hayatı anlamlı kılabilmek için zaman ve mekân içinde yol alırken geçtiğimiz her dönemeçte yapacağımız yüzleşmelerle daha sağlamlaşabiliriz.
Okunmuş, öğrenilmiş, sınanmış birikimler ve deneyimler sonucunda kazanılmış olan, sezgi ve sağduyuyla zenginleştirilmiş bilgi ve tecrübenin kılavuzluğunda, ikilemlere düşmeden zorlukları aşabilir, sorunlara daha kolay çözüm üretebilir, ümitlerimizi tazeleyebilir, yürüdüğümüz yolu daha da sağlamlaştırabiliriz.
İnsanlar güç yetiremediklerinden, mahiyetini kavrayamadığı olgulardan, ötesini göremedikleri olaylardan ve oluşlardan korkarlar. Ama en çokta gerçeklerle yüzleşmekten korkarlar. Gerçeğin büyüklü küçüklü her türlü çeşidinden korkarlar. Bunun nedeni ise öncelikle öznenin kendileri olması ve karşı karşıya kaldıkları ile nasıl başa çıkılacağını tam olarak bilememeleri ve yüzleşmenin hayatlarını nasıl şekillendireceği konusunda taşıdıkları endişeleridir.
Yüzleşmenin tahsili yoktur, eğitimi verilmez ama bir kültürü ve birikimi vardır. Çoğunlukla insanın hayatı boyunca çevresinden, ailesinden, okulundan, iş yerinden, sosyal ortamlardan, okumalarından edindiği birikimlerle, önüne çıkan her bir durumla yüzleşme yeteneği kazanabilirler.
Sorunların nedenlerini bulmada ve çetin bir ikilemi çözmede bizi ayakta tutan, aynı zamanda kendisi de başlı başına bir “ahlak” olan, insanın yüzleşebilme becerisi ve yeteneğidir.
Yüzleşme enfüsde başlar. Yaşanan, karşılaşılan her olayın bir yüzleşme tarafı vardır. Aşamaları ve çeşitleri vardır. Genel manada korkularla, gerçeklerle, güçlüklerle yüzleşmek en kapsamlı ve en çetin olanlarıdır. Kişisel yetersizliklerle, eksiklerle ve içinden çıkılamaz duruma gelen kişilik sorunlarıyla yüzleşmek öncelikli olup, yol açıcıdır. Doğru bildiklerimizle, tek yönlü öğretilenlerle, alışkanlıklarımızla, sorgulamadan kabul ettiklerimizle, konforumuzla yüzleşmek değişimcidir, kendimiz olmamızı sağlar. Hatalarımızı, yanılgılarımızı, suçlarımızı kabullenmek ve üstlenmek adalet ve özgürlük alanımızı genişletir.
Yüzleşme insanın doğallığını devam ettirme çabasıdır. Bu da ancak akılla gerçekleştirilebilir. Akıl ise ancak gerçeğin sözünden çıkmadığı sürece yarar sağlar. Gerçekler ise belli bir standart dâhilinde her şartta tutarlı yüzleşmelerle hayattaki yerini alır.
Olgu olarak kabul ettiğimiz yüzleşmeyi hayatın içinde tutmanın yolu bilgi, inanç ve düşünsel tabanda disipline ederek kültüre dönüştürülmesine ve kurumsallaştırılmasına bağlıdır. İnsanların kolayca kavrayıp paylaşabileceği düşünüş, duyuş, inanış ve davranış tarzlarıyla kuşatılmış bir yüzleşme; bütüncül bir bakış açısıyla, karşı karşıya gelmekten korkmayan bir psikolojiyle bir kültüre dönüşerek kurumsal bir şekilde var olursa ancak sözü geçer.
Yüzleşme, insanların kusurlarını açığa çıkarma ve kusurlarından faydalanma değildir. Yüzleşme insanlaşmadır. Lakin insanlaşmanın süreklilik kazanması için yüzleşmede kurumsallaşmaya ihtiyaç vardır. Kurumsallaşmış yüzleşmede, insanlık yüzleşerek gerçek benliğini bulur. Düşüğü yükseltir, nesneleşerek yükseleni aşağı çeker ve her ikisini de en insani noktada eşitler.
Kendimizden başlayarak, yakın çevremize ve topluma dönük kademeli bir yüzleşme serüveninin başarısı; akıl ve kültürün ortak hareketiyle, kurumsallaşma yolunda standardının ve üslubunun doğru oluşturulmasına bağlıdır.
Bu standart, kaynağı olan, hedefi olan, disiplini olan, kapsamlı düşünmeye zemin hazırlayan, alınganlıktan ve pasiflikten arındırılmış, zamanı ve zemini doğru kurgulayan, objektiflikten beslenen esaslardan oluşur. Şiddetinin dozajı doğru ayarlanmış bir üslupta olmalıdır. Bir yönüyle matematikteki dört işlem gibidir. Zoraki belirlenmiş hesaplarla alanı daraltılmamış gerçeklikte olmalıdır. İmalı yaklaşım ve tutumlardan beridir. Açıktır, nettir, şeffaftır. Acısına da, tatlısına da kefilidir.
Konformist ve haz duygusu ile yapılmaz, sadece içsel arınma duygusu yüzleşmenin kılavuzu olamaz. Çaresizlikten yapılan, çıkarsal, makamsal güdülerle harekete geçirilen, kısa vadeli beklentilerle yol aldırılmaya çalışılan, “ya tutarsa” anlayışıyla öne çıkarılan yüzleşmelerin kimlikleri sahte, sahiplikleri müphemdir. Standartları doğru oluşturulamayan, üslubu tutarlı belirlenmeyen her yüzleşme yozlaşma hanesine yazılır.
Yüzleşme bir zihniyet şekillenmesinin sonucudur. Zihniyet inşa edilmeden şekillenemez. Bu inşanın malzemesi de bir standart etrafında kümelenmiş değerlerdir. Değerler etrafında bir standarda göre inşa edilerek gerçek şeklini alamamış zihinlerin yüzleşmesi, su üzerindeki köpük gibidir.
Yüzleşmek, bir tercih meselesi değil yükümlülüktür. Yükümlülük sürekli, yenileyici, değiştirici, onarıcı, ilerletici bir eylemler birliğidir. Ara sıra ele alınıyorsa, sebepleri ve sonuçları net değilse, yaptırımı yoksa onarımcılığı sınırlıdır, ilerletici değildir. Talimatla veya ortamın rüzgârı ile gündem oluyorsa kalıcı etkileri olmaz ve yozlaşmaya yol açar. Günü kurtaran değil, yaşayarak geleceği yapılandırandır. Sorunun kendisiyle karşı karşıya gelinmiyorsa, sadece bahaneleri ya da gerekçeleri“entellektüalize” ediyorsa, mevcudu akla uydurmakta ustalaşmaktan başka bir işe yaramaz.
Sorgulamanın bittiği yerde başlayan yozlaşma, standartsızlık ve üslupsuzlukla yol alır. Düşünceyi ve düşünmeyi öteler. Tıkanmışlığı ve kısır döngüyü kadercilik mantığıyla meşru kılar. Ön kabullerle etrafına bakar. Özgün ve özgür olamaz. Kendi olamaz. Tekdüzedir. Her günü aynıdır. Her şeyden etkilenir, hiçbir şeyi etkileyemez. Böyle bir ortamda söylemler ve düşünceler hep birbirini tekrarlar, yeni bir şey ortaya koyulmaz. Kendine ve değerlerine yabancılaşmış insanlar üretir. Tüm yaşananlar taklit ve tekrardan ibaret bir kısır döngüdür. Böyle bir durumda insan yüzünü ya doğuya ya batıya çevirip durur ama bir türlü gerçeğe çeviremez.
Toplumun yol almasına ve bilinçlenmesine katkı sağlaması gereken entelektüel, popüler olanı daha popüler yapmak, bilinci belli bir seviyenin altında tutmak için konuşuyor ve yazıyorsa, söylemleriyle düşünmeyi, değerleri ve kültürü, farkındalığın uzağına taşıyorsa yüzleşmeyi yozlaştırıyordur.
Yüzleşmenin doruk yaptığı sorumluluk alanlarında, yoğun bir şekilde biriken yüzleşme matrahına rağmen, hitabette ve yönelişte bireysel, sorgulanışta kitlesel mesafeye ve üstüne alınmamaya özenilen tutumlar ile “tüm zamanım ve herşey sizler için” demeye getirilen tutumlarda;“insan” sıfatını, mevkisinin gerisine iten anlayış hâkimdir. Bu durumdaki yüzleşme bir mizansenden öte bir şey değildir.
“Vergimi veriyorum, yardımlarımı yapıyorum, milli gelire katkı sağlıyorum, daha ne yapayım?” diyen zengin, yoksulluk ve istihdam ile yüzleşmedeki rolünü, yarı yarıya inkâr etmekte, yoksulluğun kadermiş gibi kabullenilmesine ünsiyet kazandırmaktadır.
Yüzleşme, hayata iyi bir şey eklemiyor, kötü birşeyi hayattan çıkarmıyorsa yozlaşmıştır. Kinleri susturmuyorsa, duvarları, tabuları yıkmıyorsa, anlaşmazlıkları sona erdirmiyorsa, önyargıların köleliğine son vermiyorsa, yalanların etkisini sonlandırmıyorsa yozlaşmadır.
Yüzleşmeye, kendine özgü bir varoluşu, bir zekâsı ve muhakemesi olan bir varlık gözüyle bakmak zorundayız. Zor karşılaşmaların yükümlülüğünü kavrayabiliyorsak, içinde bulunulan durumun adını net bir şekilde belirleyebiliyorsak, dayanağı olan tercihler yapabiliyorsak, bir yalanı açığa çıkararak etkisizleştirebiliyorsak, bir açmazın üstesinden gelebiliyorsak işte o zaman gerçek yüzleşmeyi yaşıyoruz demektir. Ancak bunu başarabilen bireyler ve topluluklar kendilerini aşabilir, sorunlarıyla baş edebilir ve geleceklerini yapılandırabilirler.