Bir önceki yazımızda, Cumhuriyet Dönemine kadar geçen süreçte yabancı okullar meselesini ele almıştık. Bu yazımızda ise Cumhuriyetin ilanından sonraki süreci ele alacağız.
Özetlemek gerekirse Osmanlı İmparatorluğu’nun yabancı okullar ile tanışması 16. yüzyılın ikinci yarısında başlamış, Tanzimat ve Islahat Fermanları’nın sağladığı fırsatları kullanan misyonerlerin gayreti ile sayıları bu okulların hızla sayıları artmıştır. Örneğin 1908 yılında Osmanlı’nın sadece taşra vilayetlerinde, 2.948 Gayrimüslim ve 297 Ecnebi Mektebi olmak üzere 3.245 Özel Gayrimüslim Okulu bulunmaktadır. İstanbul’da bulunan okullar bu sayıya dahil değildir. Daha acısı, II. Abdülhamit Dönemi’nde Müslüman çocukların gayrimüslim ve ecnebi okullarına gitmemesi adına alınan tedbirlere rağmen ülkede eğitim gören her üç öğrenciden biri özel gayrimüslim okullarında eğitim almıştır.
Kurtuluş Savaşı sırasında bu okullar, ayaklanan Rum ve Ermeni çetelerinin lojistik merkezleri gibi çalışmışlardır. Örneğin 1921 yılında Merzifon’da faaliyet gösteren Amerikan okulunun, Rumların kurduğu Pontus örgütüne merkezlik yaptığını haber veren Türk öğretmenin öldürülmesi, TBMM’nin bu okulu kapatmasına vesile olmuştur. Maarif Vekili Hamdullah Suphi 1921 yılında TBMM’de yaptığı konuşmada; “Bazı sakıncaları olmasa Türkiye dahilinde tek bir ecnebi mektep bırakmam.” diyerek durumun vahametini açıklamaya çalışmıştır.
Lozan Antlaşması’nın en önemli gündem maddeleri arasında yabancı ve gayri müslim okulları vardır. Lozan Antlaşması ile yeni bir statü kazanan gayri müslim okullarına, Türk okullarının bağlı olduğu kanun ve yönetmeliklere uygun davranma zorunluluğu getirilmiştir. Yabancı okullara ise Lazan Mektupları denen ve geçerlilik süresi 1931 yılında sona eren üç adet mektuba dayanılarak faaliyetlerine devam hakkı verilmiştir. Lozan mektuplarına dayanılarak İngiltere, Fransa ve İtalyanların 1914 yılından önce açtıkları okullara faaliyetlerine davam hakkı verilmiştir. Ancak bu üç ülke ile sınırlı haktan diğer ülkeler de faydalanmış, bunların dışındaki milletlere ait okullar da kapatılmamış ve faaliyetlerine devam etmişlerdir.
Kurtuluş Savaşı sırasında yabancı okulların Osmanlı aleyhine yürüttükleri zararlı faaliyetleri gören Cumhuriyet yönetimi, 3 Mart 1924 tarihinde çıkardıkları Tevhid-i Tedrisat (Eğitim Öğretim Birliği) Kanunu ile söz konusu okulları denetim altına alınmaya çalışmışlardır. Laikleşmeyi esas alan anlayış medreseler dahil hiçbir örgütün dini temalı eğitim-öğretim faaliyetlerinde bulunmasını istemiyordu. Bu amaçla 1925 ve 1926 yılında çıkarılan genelgeler ile yabancı okulların dini propaganda yapması, dini semboller bulundurması yasaklanmıştır. Bu okullar da Türkçe, Türk tarihi ve coğrafya derslerini okutacak öğretmenlerin Bakanlıkça tespit edileceği hüküm altına alınmıştır. Bu genelgelere uymayan bazı İtalyan ve Fransız okulları kapatılmış, Türkiye aleyhine propaganda yapan öğretmenlerin ise çalışma izinleri iptal edilmiştir.
Günümüze geldiğimizde, Özel Öğretim Kurumları Kanunu çerçevesinde çalışan milletlerarası okullar, yabancı okullar ve azınlıklara ait okullar ülkemizde faaliyet göstermektedir. Milletlerarası okullara sadece yabancı uyruklu öğrencilerin devam edebilmektedir. Yabancılara ait okullar yabancılar tarafından açılan okullardır. Azınlık okulları ise Rum, Ermeni ve Musevî azınlıklar tarafından kurulmuş, Lozan Antlaşması ile güvence altına alınmış ve kendi azınlığına mensup Türkiye Cumhuriyeti uyruklu öğrencilerin devam ettiği okul öncesi eğitim, ilköğretim ve ortaöğretim özel okullarını kapsamaktadır. Bu okullar Millî Eğitim Bakanlığının gözetimi ve denetimi altındadır.
Yukarıda belirttiğimiz okulların dışında, Millî Eğitim Bakanlığının denetiminde olmayan ve Türkiye Cumhuriyetinin mevzuatına uymayan, 12 yabacı okul için Milli Eğitim Bakanı Yusuf Tekin bir açıklama yaparak, bu okullara alınmaması gerektiği halde öğrencilerinin % 90’nın Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarından oluştuğunu ve özellikle Fransız okullarında okuyan öğrencilerin mezun olduktan sonra yabancı öğrenciler için yapılan Yabancı Uyruklu Öğrenci Sınavı’na (YÖS) girerek avantaj sağladıklarını belirtmiştir.
Yabancı ve azınlık okullarının geçmişte milli bütünlüğe zarar veren faaliyetlerini unutmamalıyız. Ancak geçmişin korkusuna kapılarak da hareket etmek doğru olmaz. Bu okulların temsil ettikleri zihniyete karşı, kendi okullarımızın kalitesini arttırmak en önemli tedbir olacaktır.