Tarih boyunca din, toplumsal kimliğin inşasında merkezi bir rol oynamış; bireyleri, toplulukları ve medeniyetleri bir arada tutan güçlü bir bağlayıcı olmuştur. Ancak aynı zamanda, dinin araçsallaştırılması ve dini değerler üzerinden yürütülen saldırılar da farklı dönemlerde görülmüştür. Günümüzde Müslümanların kutsallarına yönelik yapılan saldırılar—Kur’an-ı Kerim’in yakılması, Peygamber’e(s) hakaret içerikli karikatürler çizilmesi ve geçmişte Selman Rüşdi’nin Şeytan Ayetleri gibi girişimlerle oluşturulan krizler—yalnızca bireysel eylemler olarak görülemez. Bu tür provokasyonlar, tarihin farklı dönemlerinde de benzer şekilde sahnelenmiş olup, belirli güç odaklarının sistematik planlarının bir parçasıdır.
Dini değerlere yönelik saldırılar, yalnızca İslam dünyasına özgü bir durum değildir. Avrupa’da Orta Çağ boyunca kilisenin otoritesine meydan okuyan reform hareketleri, Aydınlanma Çağı’nda dinin sorgulanması ve 20. yüzyılda komünist rejimlerin dine karşı baskıcı politikaları, dini inançların çeşitli dönemlerde hedef alındığını gösteriyor. Ancak modern dönemde bu saldırılar, özellikle küresel güç mücadelesi bağlamında şekillenmektedir.
Batı dünyasında laiklik ve sekülerizm adı altında yürütülen süreçler, aslında modernitenin dini dışlama ve kontrol etme eğiliminin bir yansımasıdır. Fransız Devrimi’nden bu yana din, devlet politikalarından ve kamusal alandan dışlanmaya çalışılmış, bunun bir sonucu olarak dini değerler giderek daha fazla sorgulanır hale gelmiştir. Bugün İslam dünyasına yönelik saldırılar da bu tarihsel bağlamdan kopuk değildir. Batı’nın tarihsel olarak kendi içinde yürüttüğü sekülerleşme sürecini Müslüman toplumlara dayatma çabası, İslam’ın kamusal hayattaki rolünü zayıflatmayı amaçlamaktadır.
Dini değerlere saldırılar, yalnızca İslam’a duyulan bir düşmanlığın sonucu değil, daha büyük bir sosyopolitik dönüşüm projesinin parçasıdır. Bu saldırılarla birkaç temel hedef güdülmektedir:
1. Toplumları Radikalleştirme ve Şiddet Sarmalına Çekme:
Dinî hassasiyetleri provoke ederek Müslüman toplulukları şiddet içerikli tepkilere yönlendirme çabası, uzun vadede “İslamofobi” söylemini besleyerek Müslümanları küresel ölçekte ötekileştirme amacını taşımaktadır. Radikal ve kontrolsüz tepkiler, Müslümanları savunmacı bir pozisyona sokarak, onları küresel sistem içinde izole etmektedir.
2. Kültürel Asimilasyon ve Kimlik Dönüşümü:
Modern dünyada Müslüman toplumlar, kültürel hegemonya altına alınarak asimile edilmeye çalışılmaktadır. Dini değerlerin alay konusu edilmesi, inançların zayıflatılması ve bireylerin dini kimliklerinden kopartılması, seküler dünya düzeninin dayattığı bir dönüşümün parçasıdır.
3. Toplumsal Algıyı Yönetme ve Yeni Düşmanlar Üretme:
Toplumlar, sürekli olarak bir “öteki” yaratılarak yönetilir. 20. yüzyılın büyük bir kısmında komünizm bu rolü oynarken, Soğuk Savaş sonrası süreçte İslam, Batı için yeni bir tehdit unsuru olarak lanse edilmiştir. Medya ve siyasi diskurlar aracılığıyla oluşturulan İslam karşıtı söylem, bu saldırıların meşrulaştırılmasına hizmet etmektedir.
4. Küresel Güçlerin Politika Üretme Mekanizmaları:
İslam dünyası, ekonomik ve jeopolitik anlamda büyük bir potansiyele sahip olmasına rağmen, iç çatışmalarla zayıflatılmaya çalışılmaktadır. Dini saldırılar, yalnızca inançları hedef almakla kalmaz, aynı zamanda toplumların iç dinamiklerini bozarak onları bölgesel ve küresel güç oyunlarında edilgen hale getirme amacını da taşır.
Kullanılan Figüranlar ve Sonrasında Terk Edilmeleri
Bu süreçte kullanılan bireyler, aslında yalnızca birer araçtır. Salwan Momika’nın Kur’an-ı Kerim yakma provokasyonları yaparken Batı tarafından korunup, işlevini tamamladığında ise terk edilmesi bunun açık bir örneğidir. Geçmişte Selman Rüşdi gibi figürler de benzer şekilde kullanılmış, belirli bir dönem popüler hale getirilip, krizler yaratıldıktan sonra sahneden çekilmiştir. Tarih boyunca birçok ideolojik ve politik figür, aynı yönteme kurban gitmiştir: Kullanılma, zirveye çıkarılma ve işlevini tamamladığında gözden çıkarılma.
Sonuç: Stratejik Bir Bilinçle Hareket Etmek
Dini değerlere yönelik bu saldırılar karşısında verilecek tepki, duygusal reflekslerden ziyade bilinçli ve stratejik bir karşı duruş olmalıdır. Bu tür provokasyonların ardındaki amaçları görmek, bilinçli hareket etmek ve İslam’ın barışçıl mesajını koruyarak, toplumlar arasındaki kutuplaşmayı derinleştiren oyunlara gelmemek gerekir. Müslüman toplumların bu tür saldırılara karşı göstereceği en güçlü cevap, kendi kültürel ve manevi değerlerini daha güçlü şekilde yaşamak ve korumak olacaktır.