Muhammed İkbal, İran'da Metafizik Düşüncenin Gelişimi isimli küçük, fakat önemli eserinde şöyle demektedir: "Herhangi bir bölgedeki bir olgunun zuhûrunu sadece dış âmillere dayandırarak, dâhilî sebepleri ihmal etmek doğru değildir." diyordu. Bu sebep; toplumların yapısında, kendi içinde ürettiği değerlerin, anlamlı kıldığı düşüncelerin sadece dış etkenlerin baskısından oluştuğunu söylemenin, o toplumun ürettiği değerleri yok saymak ile eş değer olduğunu bilmemiz gerektiğini vurgulamaktadır. Yani, etkinin (olgunun zuhûruna sebep) salt dışarıdan ithal edilemeyeceğini ifade etmektedir. Ancak olgunun zuhûru, o toplumun içinde anlam bulan bir şeye veya ihtiyaca konu-konuk olacak sebeplerin etkisi sonucunda ortaya çıkabilir.
Tam tersi durum ise; o toplumun ürettiği kültürü salt kendinden bilmek, toplumların birbiriyle olan iletişim ve etkileşimi yok saymaya götüren sorunlu bir düşünceyi üretir. Dahası sosyal bir varlık olan insanın modern çağda olgulara, bilgilere kulağını ve gözünü kapattığı anlamına gelir ki, bunun varsayımı bile sorunu daha da karmaşık hale getirmektedir. Olumlu ve olumsuz etkilenmeleri, hem kendi içimizden hem de kendi dışımızdan gelen olgularla şekillendiğini ama asıl belirleyici olanın kendi yaşadığımız toplumun iç dinamikleri (değerlerle ilişkisi) olduğunu altını çizmek gerekmektedir. Sizde olmayanı kimsenin diriltmeye gücü yetmeyeceği gibi, sizde olanı da kimsenin dışarıdan bir müdahale ile silemeyeceğini bilmemiz bir bilinç inşasıdır.
Muhammed İkbal tamda bu manada; "İnsanlar üzerinde etki eden her düşünce onlara tam ulaşmadan değer kazanamaz. Hâricî bir âmil onu uyandırabilir, fakat yoktan var edemez." demektedir. Toplumun ruhunda, kılcal damarlarında saklı olmayan hiçbir değer veya düşünce, kendi ihtiyaçlarından kaynaklanmayan hiçbir ideoloji, kendi hayal dünyasının unsuru olmayan hiçbir paradigma toplumun elinde çiçek açamaz, o toplumun topraklarında doğum sancısı gibi yeniden bir doğuşu arzulayamaz. Değişim ve dönüşüm zoraki koşuların ve baskıların ürünü değildir. O toplumun istek, arzu, ideal ve ihtiyaçlarının bileşimidir. Zoraki ve baskı değişimi, toplumların kendi değerlerini parantez içine alabilir ve fetret devri yaşatabilir. Lakin, özlerine olan sadakatini ve susamışlığını asla öteleyemez. Hele ki hakikat ile hemhal olan bir toplumdan bahsediyorsak…
Hayat insana her gün aynı sözcükle "merhaba" dese de, aynı değerde (artı-eksi) ve aynı anı dondurulmuş bir zaman kesiti olarak bizimle paylaşmaz. Akıp giden zaman tünelinde, insanın durduğu zemin ile yaşadığı hal üzerinden seslenir. Bir toplumu anlamak ve değer atfetmekte, toplumun durduğu bu zemini ve o yaşamak iddiasında bulunduğu hayatı doğru algılamak ve anlamak arasındaki çizgide birleşmektedir. Bu yüzden çoğumuz bir toplumu değerlendirirken; "Bir toplumda ortaya çıkan akli bir fenomen veya gelişimin anlaşılmasının ancak o olgunun ortaya çıktığı toplumun yaşadığı siyasî, sosyal, zihnî ve dinî şartlara bağlı olduğunu unuttular." Sözünü hep ıska geçtik. Kendi kalıpsal ön yargılarımızı, güncel olmayan bilgi birikimimizi, evrensel olmayan bakış açılarımızı, dogmatik inanma biçimlerimizi, ideolojik ideallerimizi bu toplumların üzerinde demokrasi kılıcı gibi sallandırdık ama çıkan sonuçlardan kendimizi hep beri tutma refleksi geliştirdik. Toplumlar hem gelişiyor hem de değişiyor. M.İkbal'in bu sosyolojik tahlilin geçtiği zaman diliminden bu zamana çok şeyler gelip geçti.
Toplumların olumsuz gidişatını dışşal güçlere, insanın olumsuz yapısını şeytana ve nefse bağlı kılışlarımız hiç değişmedi. Bunların etkisinin olmadığını söylemek haddimize değil ama değişimin temel belirleyicisi olmadığını söylemek de ilmin gereğidir. Kapalı ve muhafazakar toplumların mazeret üretme sadedinde gelen davranış biçimi ve yaklaşımı sebebiyle, kendi temel sorunlarıyla yüzleşme cesaretini bir türlü gösteremiyoruz. Sağlıklı bir yapıdan, güçlü bir fikriyattan yoksun bir hal ile olumlu-olumsuz değişimleri sağlıklı bir değerlendirmeye alması bu yüzden güçleşiyor. Herhangi bir toplumun değişim ve dönüşümünde dış âmilleri anlamak, dâhilî sebepleri açıklamak ciddi bir bilgi uğraş, sistemli bilgi üretimi, doğru bir yöntem ile gelişen sürecin arifesinde belirir. Güçlü tarihsel hafıza, kadim gelenek, ortak değerler manzumesi, evrensel bilgi birikimi, insanlık vicdanını rahatlatan adalet, dünyayı saran iyi ve güzel ahlak, bu dünya ile öteki dünyayı birbirine bağlayan hakikat… Değişim ve dönüşümlerin dışşal ve içsel sebeplerini açıklamada ve varılması gereken yerleri gösterme insanlığa ışık tutabilir. İstekli ve niyeti olan toplumlar için…