Umudun inci mercan gibi dizildiği, umutsuzluğun ise ummanları taşan çaresizliğiyle dillerde ah-u za'r olduğu şehir.
Dışında olamadığım, içinden çıkamadığım şehir, İstanbul. Aramadan bulduğum, yola koyulmuş göçün adıdır İstanbul.
Fethi asırlar önce müjdelenen kutlu şehir. Eyyüb'ün hatırası, Fatih'in mirası İstanbul. Asırlardır yaşayanların umudu, göremeyenlerin hasretisin İstanbul. Hüznün, gururun ve öfkenin başkentisin İstanbul.
Ne güzel demiş Yenişehirli Avni; "Biz buraya bir sevgili için ah etmeye geldik, o kadar. "İstanbul, kimi zaman bize can veren, kimi zaman da ah çektiren şehir. Asırlardır her bir kaldırım taşında biriktirdiği güzellikleri sonraki nesle aktaran kadim şehir.
Güzellik demişken, sahi güzellik nedir?
Kaç bin yıl önce sormuştur Platon, "Güzellik nedir? Meşhurdur yani ki" Ti esti to kalon? "Cevap öğrencisi Aristotales'ten gelmişti." Güzellik, Allah’ın ihsanıdır."
Kolay bulunsun diye cevabı, kendi güzelliğinden vermişti Yaradan. Görelim ve gördükçe güzele yakınlaşalım diye güzelliği yaratmıştı ve güzelliğin hamuruna kendi nurundan nur katmıştı.
Güzel, bir söz oldu kimi zaman, bir iş oldu, kimi zaman da bir ders oldu, güzel bir ders. Güzel; sözde, şiirde, manzarada hep estetik değeri tartmaktaydı.
Din oldu evvela adı, güzelliğin. İnanç oldu sonra, bilgi oldu, duygu oldu ve şehir oldu, Medine gibi, İstanbul gibi.
Muhakkak ki Yaradan'ın nuru bulaşmıştır bu şehre, yoksa başka açıklaması olamazdı bu güzelliğin. Hem ne demişti Azze ve Celle olan Allah; "Allah'tan daha güzel boyası olan kim? (Bakara, 2/138)
Tabiki bu güzel şehri en güzel boyalarla yaratıp nuruyla tamamladı.
Bu şehrin kurucuları boşuna dememişti burası için "körler ülkesinin karşısı". Rivayet odur ki; boğazın etrafında ilk yaşayanlar Anadolu yakasında bulunmuşlar. Ancak, yeni yerleşim yeri arayan ve bu şehri kuranlar, ilk olarak Avrupa yakasına gelmiş ve buranın güzelliğine hayran olmuşlar. Sonra karşı yakada yaşayanları görmüş ve "böyle güzel bir yer dururken yaşamak için karşısını seçmişlerse kör olmalılar" demişler. Avrupa yakasının ilk adı bu kadim insanlar için "körler ülkesinin karşısı" olmuş.
Kadim şehir İstanbul, çeşit çeşit şairleri için bir lütuf olmuş. Kimileri yazma ilhamımı İstanbul'dan almış, kimileri de özleyerek yazmış şiirlerini. Üzerinde yaşayan her bir ferdi, bu şairlerin şiirlerinde bulmuş kendini.
Yahya Kemal gibi bakmış yedi tepesinin birinden şehre ve "Sade bir semtini sevmek bile bir ömre bedel" demiş.
Orhan Kemal gibi kapamış gözlerini ve dinlemiş bu kadim şehri "Başında eski âlemlerin sarhoşluğuyla".
Nurullah Genç olmuş kimi zaman da ve her bakışında İstanbul'a, sevgiliyi hatırlamış. "Çünkü onun gözleri de senin ki kadar yeşil" diye benzetmiş İstanbul'u sevgiliye.
Necip Fazıl olmuş, sevgiliyle İstanbul'u bir tutmuş ve haykırış "o benim, zaman, mekân aşıp geçmiş sevgilim"
Böyle bir şehir İstanbul. Ve içinde yaşayan güzelle güzel olmuş şehir.
Boğazda içilen çayın buğusundaki serin hayallerde kavuşulan sevgili olmuş, Sultanahmet ve Ayasofya’dan okunan ikili ezanın yüreğimi titrettiğini hissettiğimde, o güzeli bana veren Hakk'a şükürlerimi sunduğumda içime ferahlık veren şehir olmuş.
İstanbul. Seni seviyorum iliklerime kadar. İçinde barındırdığı Özlem'le birlikte...