Reklam Görüntülerine Tıklayarak Kitap Siparişi Verebilirsiniz


Mahmut Olgun


Adaletten Şekilciliğe Dönüşümün Yarattığı Tahribat

Mahmut Olgun'un "yeni" yazısı...


Peygamberin başlattığı dönüşüm, doğal bir evrim değil, köklü bir şehirli kültürel devrim niteliği taşıyordu. O, asabiyet (kabilecilik) temelli yapıyı aşarak adalet (el-kıst, el-adl) merkezli bir medeniyet inşa etmeyi hedefledi. Cahiliye toplumunda hâkim olan zannî bilgiler (kesin bilgiye dayanmayan kanaatler), yerini ilme dayalı hikmete bırakmaktaydı.

 “Allah hikmeti dilediğine verir.(Kim isterse) Kime hikmet verilmişse, ona çok büyük bir hayır verilmiştir. Bunu ancak akıl sahipleri düşünür.” (Bakara 2: 269)

Peygamber, bedevi geleneklerinin belirleyici olduğu bir toplumda tevhid (Allah’ın birliği) ilkesini merkeze alarak ahlaki ve hukuki normları evrensel ilkeler çerçevesinde şekillendirdi. Toplumsal sözleşme (Bey‘at – Fetih 48: 10) ve bireysel sorumluluk (En‘am 6:164 – “Her nefis kendi kazandığından sorumludur”) anlayışını temel alarak adalet esaslı bir toplum inşa etti:

“Ey iman edenler! Kendinizin, ana-babanızın ve yakınlarınızın aleyhine bile olsa, Allah için hakkı ayakta tutan adil şahitler olun.” (Nisa 4: 135)

Ancak bu devrim, peygamberin vefatından sonra dinamik bir medeniyet yürüyüşünden, zamanla lafız eksenli donuk bir bilince evrildi. Kur’an’ın ruhu yerine lafızların şekilci yorumu öne çıktı. Dinin özü olan takva (Allah’a karşı duyarlılık) geri planda kalırken, dışsal ritüeller ön plana çıktı:

“Onların ne etleri ne de kanları Allah’a ulaşır. O’na ulaşan yalnızca sizin takvanızdır.” (Hac 22: 37)

Sorgulayan akıl yerine tekrarlayan zihin egemen oldu. Oysa Kur’an, sürekli olarak akletmeyi, düşünmeyi ve sorgulamayı teşvik eder:

“Gerçekten göklerin ve yerin yaratılışında, gece ile gündüzün değişiminde, akıl sahipleri için elbette ibretler vardır.” (Al-i İmran 3: 190)

Ancak zamanla bu kurucu akıl, yerini şekilci ve yüzeysel bir anlayışa bıraktı.

Bu dönüşüm yalnızca kültürel değil, siyasi bir karakter de taşıyordu. Peygamberin inşa ettiği adalet ve istişare merkezli yönetim (Şura 42: 38 – “Onların işleri aralarında istişare iledir”), zamanla saltanat, güç ve otorite mücadelesine sahne oldu. Mülk sevgisi ve dünya hırsı, siyasal yapıyı belirlemeye başladı:

“Allah, size emanetleri ehline vermenizi ve insanlar arasında hükmettiğinizde adaletle hükmetmenizi emreder.” (Nisa 4:58)

Ancak zamanla bu ilke terk edildi ve iktidar, bir emanet olmaktan çıkıp bir saltanata dönüştü. Başlangıçta var olan toplumsal adalet hassasiyeti, zamanla sınıfsal ve siyasi elitizme dönüştü. Medeniyet yürüyüşü, yeni fikirler üreten bir süreç olmaktan çıkıp, geçmişin tekrarına dayalı bir ezberciliğe saplandı.

Bu dönüşümün antropolojik arka planına bakıldığında, göçebe-bedevi zihniyet ile şehirli-hukuk temelli medeniyet arasındaki gerilim açıkça görülür. Bedevi kültürü, doğası gereği bağlamsız bir özgürlük anlayışına sahiptir:

“Dinde zorlama yoktur. Artık doğru ile yanlış birbirinden ayrılmıştır.” (Bakara 2: 256)

Oysa şehirli medeniyet, hukukun ve kuralların egemen olduğu bir düzendir. Peygamberin devrimi, tam da bu noktada göçebe zihniyetten hukuk merkezli bir adalet düzenine (mizan – Rahman 55: 7-9) geçişi temsil ediyordu. Ancak bu geçiş tam anlamıyla kökleşemeden eski alışkanlıklar geri döndü ve devrimci ruh, yerini taklitçi bir bilince bıraktı.

Bu olgu, sadece İslam dünyasına özgü değildir. Tüm büyük uygarlıklar, devrim aşamasında dinamik, sorgulayıcı ve kurucu bir zihniyete sahipken, zamanla statikleşme ve muhafazakârlık eğilimi gösterirler. Kur’an’ın uyardığı gibi, önceki ümmetler de aynı akıbeti yaşamıştır:

“İşte bu, sizden önce gelip geçmiş ümmetlerin kanunudur (sünnetullah). Sen bizim kanunumuzda bir değişiklik bulamazsın.” (İsra 17: 77)

Roma’nın Cumhuriyet’ten İmparatorluğa evrilmesi, Avrupa’daki Reform hareketlerinin zamanla bürokratikleşmesi ve modern ulus-devletlerin başlangıçtaki devrimci ruhlarını zamanla kaybetmeleri de bu tarihsel döngünün bir parçasıdır.

Sonuç olarak, peygamberin başlattığı şehirli kültürel devrim, insanlık tarihindeki büyük dönüşümlerden biriydi. Ancak her büyük dönüşüm gibi, ilkelerini koruyacak entelektüel dinamizmden yoksun kaldığında, kaçınılmaz olarak şekilciliğe ve durağanlığa mahkûm oldu. Kur’an, şekilciliğin, dinin ruhunu kaybetmesine sebep olan en büyük tehlikelerden biri olduğunu açıkça bildirir:

“Onlardan bir kısmı ümmidir; Kitab’ı bilmezler, sadece birtakım kuruntulara uyarlar ve sadece zannederler.” (Bakara 2: 78)

Buradan hareketle, dinî metinlerin ruhunu kavramayan, onu sadece taklit eden bir anlayış, zamanla hakikati unutan bir zihniyete dönüşebilir. Bu nedenle Kur’an’ın sürekli hatırlattığı gibi, her nesil, vahyin özüne dönerek yeniden bir bilinç inşa etmelidir:

“Bu, sana indirdiğimiz mübarek bir kitaptır. Onun ayetlerini düşünsünler ve akıl sahipleri ondan ibret alsınlar.” (Sad 38: 29)

Uyarı! Yapmış olduğunuz yorumlar incelendikten sonra onaylanacaktır onaylandıktan sonra gözükecektir


Resimlere Tıklayarak Kitap Satın Alabilirsiniz

YAZARLAR