Beyânî´nin asıl adı Mustafa olup Cârullahzâde lakabıyla tanınmıştır. Beyânî, Tezkire´sinde Rusçuk´ta doğduğunu belirtmektedir. Beyânî, ilk öğrenimine memleketinde başlamış; sonra İstanbul´da devam etmiştir. Beyânî, Tezkire´sinde Ebussuud Efendiden mülazemet rüûsunu aldığını ifade etmektedir.
XVI. yüzyılın en son tezkirecisi Beyânî´nin mürettep bir divan sahibi olmamakla birlikte, Arapça ve Türkçe şiir söylediği bilinmektedir. Beyânî´nin edebî alanda asıl ünü Tezkire´sinden dolayıdır. Fakat, Beyânî hakkında bilgi veren kaynakların çoğunda onun şairliğinin ele alındığı, bir nâsir olarak değerlendirilmediği dikkat çekmektedir.
Beyânî´yi edebiyat dünyasında unutulmaktan kurtaran bu eser, 1597-98 yılında tamamlanmış ve özel bir adı olmadığı için yazarının adıyla veya Tezkiretü´ş-şu´arâ olarak anılmaktadır.
AHMED: Efdal-ı efâzıl-ı Rûm çemen-ârâ-yı gülistân-ı ulûm nahlbend-i hadâ´ık-ı mensûr u manzûm Kemâl Paşazâdedür.
Ne emr itse güneş eylerdi bir bir
Zeberced levha zer-i hâmla tahrîr
Berâtın Müşteri eylerdi imlâ
Meh-i nevden çeküp üstine tugrâ
AHMED PAŞA: Şu´arâ-yı Rûmun pişvâsı ve bu tâ´ifenün mukalled ü muktedâsıdur. Anun zemânına gelince ve anun dahı evâ´il-i hâlinde vâkî olan eş´âr-ı Türkî âmiyâne olup Mîr Âlî Şîr Nevâyî mezbûra otuz üç dâne musanna´ u muhayyel gazel göndermişdür. Andan sonra şi´ri bir tabaka belki yevmen-fe-yevmen niçe tabaka ziyâde olup sâ´ir-i şu´arâ dahı ana taklîd itmişlerdür. Necâtî anunla mu´âsırdur. Ammâ şi´ri tabaka-ı âliyyeye irişdürmişdür. Vezîr iken a´dâ hıyânet-i töhmet idüp Sultân Mehemmed Hân-ı kadîme gamz itmekle magzûb olup Burusa´da evkâf mütevellîsi ba´dehû sancakbegi olmışdur.
Kul günâh itse n´ola afv-ı şehinşâhı kanı
Tutalum iki elüm kandayimiş kanı kerem
Zülfin gidermiş ol sanem kâfirligin komaz henüz
Zünnârını kesmiş velî dahı müselmân olmamış
İSHÂK ÇELEBİ : Üskübîdür. Tokuz yüz kırk ikide Şâm kâdîsı olup bu târîhi dimişdür.
Şehr-i Zi´l-hiccede azmüm sefer-i Şâm oldı
Başladum yazmaga târîhini ahşâm oldı
EMÂNÎ -İ KADÎM: Hazîne kâtiblerindendür. Bu beytler anundur.
Âhumun himmeti bülend oldı
Göklere çıkmaga kemend oldı
Yerde gökde seni arar turmaz
Dil âvâre hoş levend oldı
EMÎNÎ: Kâgıdemîni oglıdur. Latîf nazmı ve hûb târîhi vardur. Bu beytler anundur.
Görmesek bâde-i sahbâyı açılmaz gözimüz
Gül gibi elde kadeh olmasa gülmez yüzimüz
EMRÎ ÇELEBİ: Edirnedendür. Nâmı Emru´llâh olmagla Emrî mahlas itmişdür. Fünûn-ı ma´ârifün cümlesinde üstâd-ı kâmil olmışdur. Lâkin hüner ehli zemânede gülmez mefhûmı üzre fakr u fâka ile ömr geçirüp gâh ba´zı tevliyet ile gâh azl ile perîşân u dem-beste vü hayrân olmışdur. Şi´ri lâ-nazîr târîhi dil-pezîr mu´ammâsı âlemgîr olmışdur. Kendünün kadr u kıymeti bilinmedügine bu şi´rle iş´âr itmişdür.
Sûfî mecâz anladı yâre mahabbetüm
Âlemde kimse bilmedi gitdi hakîkatüm
Bir gevherüm ki hâl-i siyâh içre kalmışum
Sarrâf-ı dehr bilmez ise n´ola kıymetüm
ÜMİDÎ: İstanbuldandur. Mülâzım iken fevt olmışdur. Bâkî Efendinün mukallidlerindendür. Zerd ü nizâr olmagla kendüye hasb-i hâl dinmişdür.
Ayaga salma diyü zülf-i anber-efşânı
Sarıldı boynına ol afetün giribânı
EMÎREK: Acemzâdedür. Fenn-i tıbda mahâreti olmagla ol cihetden vazîfedâr idi. Hoş-âvâz ve sâzun her kısmında mümtâz idi. A´câmun hod-pesendlik lâzımı olmagla menem diger nist dir idi. Fârisî vü Türkî eş´ârı vardur.
Sevdüm görince sen şeh-i Yûsuf-likâyı ben
Göz göre başuma satun aldum belâyı ben
Hatt-ı gubârınun eserin görmedüm henüz
Ey gül-?izâr okumışdum bu du´âyı ben
ÂNÎ: Zeyrekkzâde dimekle ma´rûfdur. Kuzâtun şânlularındandur. Maglûb-ı berş ü afyon olmagla kendüyi magbûn itmişdi. Bu eş´âr anundur.
Miyânından haber sorarsan ıklîm-i melâhatde
Ötesi kûh-ı billûre aşar bir ince yoldur bu
BASÎRÎ: Horasandandur. Câmînün ve Nevâyînün gazelleri ve nâmeleriyle Sultân Bâyezîde gelmişdür. Latîf latîfe-nâmeleri vardur. Mülâzımlarun lakablarına münâsib kâdîlıklar tevzî itmişdür. Müselmân Hüseyne İmânhisârı Uzun Mustafaya Boyâbâd Höşrî Hasana Çubukovası Süpürgeye Aksarây dahı bunun emsâli.
Kirpigün sihr oklarıdur kaşlarundur yây ana
Bir benüm gibi belâkeş ugrar ise vây ana
BAHÂYÎ: Nâmı Abdu´llâhdur. Baha´ü´d-dînzâde dimekle ma´rûfdur. Şeyh Bahâ´ü´d-dînün oglı oglıdur. Rûmili kâzî´askeri ba´dehû Mısr kâdîsı olup ba´dehû Mekke-i müşerrefe kâdîsı olup anda âhirete intikal itmişdür. Sâ´ir-i fezâ´ilinden fazla nazm-ı pâke mâlikdür.
Âşıkun eşki indi zânûya
Ikd-ı dürdür sanasın iki dizi
Eşküm cihânı tutdı karalar seçilmedi
Ammâ hevâ-yı hâl ü hattından geçilmedi
BEHİŞTÎ-İ KADÎM: Begzâdedür. Sultân Bâyezîd zemânında seyâhatle diyâr-ı Aceme varup andan Mollâ Câmînün Nevâyînün şefâ´at-nâmeleriyle gelüp sancakbegi olmışdur. Bu gazel-i pür-iştihâr anun eş´ârındandur.
Yâr bî-pervâ dirîgâ gussadan hâlüm harâb
Sevmesün âlemde kimse dil-ber-i âlî-cenâb
Biz de insâf idelüm yâr oldugıyçün n´eylesün
Zerre-i nâ-çîzden âr itmesün mi âftâb
TÂBÎ: İstanbulda Küçük Tâbî dirler idi. Bâkî Efendinün mukallidi olmagla iftihâr iderdi. Kasaba kâdîsı olup ba´dehû hacc-ı şerîfe varup lebbeyk-i gûyân terk-i köhne-cihân itmişdür.
Âhum ki âsmâne atar her gice hadeng
Kasdı budur ki kevkeb-i âhumla ide ceng
Dil âsitân-ı yârda âhumdan incinür
Ebr-i sipihr ile sanasın ceng ider peleng
MİHRÎ: Ta´îfe-i zenândan nazm u şi´rden dem-i zenân olanlardandur. Zemânında sipihr-i melâhatun tâbende-mihrî olup şu´arâ vü zurefâ ile mihr ü mahabbet ve sohbet ü ülfet üzre iken kîse-i mahtûmınun mihrine dest-i icâbet irmemiş ve serâ-perde-i ismetine nâ-mahrem girmemişdür. Bu eş´âr-ı mihr-engîz ü mahabbet-âmîz anundur.
Âteş-i gamda kebâb oldı ciger döne döne
Göklere çıkdı duhân ile şerer döne döne
Cân cânbâzını gör la´lüne irişmek içün
Rîsmân-ı ser-i zülfündür iner döne döne