Burada yazacaklarım kimileri için önemsiz, görülmemesi gereken zarfa ait furuattan şeyler olarak görülebilir. Ancak unutmamak lazım ki zarf en az mazruf kadar önemlidir; mahiyet/mana kendisini beden/madde olarak izhar eder.
Taha Abdurrahman; Müslüman ümmetin yetiştirdiği son asır âlimlerinden biridir. Birileri onu mütefekkir, feylesof- kendisi de bunu kabul ediyor- kabul etse de ben Kur’anî bir ifade olması hasebiyle “Âlim” demeyi tercih ederim. “… Allah'dan, kulları içinde, ancak âlimler korkar…” Fatır suresi 28.ci ayet. Yeri gelmişken söyleyelim bilgi, düşünce, fikir söz konusu olduğunda Kur’an fail anlamında mütefekkir, mütaakkıl, mütezzekkir gibi terimleri kullanmaz; bunları tefekkür, taakkül, tezekkür siğasında fiil olarak kullanır; âlımün ve âlimin hariç.
“Mütefekkir” ile “Müfekkir” karşılaştırması Taha Hocanın sunumunun ana konusuydu. Şehit Ali Şeriati ile Türkiye de mesela Ali Bulaç bunu Âlim, Aydın şeklinde tasnif ederler.
Asıl konuya dönersek; İstanbul’daki sunumu videodan izledim; ortam güzel, her şey olması gerektiği gibi; Mehmet Görmez hoca ve Taha hoca doğal- sivil, halkça- halleriyle sahnede görevlerini icra ettiler. Taha hoca "İslami felsefe" veya "İslam felsefesi" olur mu olmaz mı tartışmalarına daha başta bir nokta koyarak Müslüman feylesofun nasıl oluru harika bir anlatımla ortaya koydu.
Ankara’ya gelince salon Gazi rektörlüğüne yakışmayacak ölçüde küçük ve klimasız. Protokolün arkasında bir sıra gazetecilere daha çok da kameracılara ayrılmış. Tuhaf geldi bana; zira bir Müslüman Alim için gelmezler diye düşündüm. Sonra mesele anlaşıldı; AK Partinin lajivert elbiseli- halkla hiç alakaları olmayan- kodamanları ardı sıra girmeye başladılar. Meğerse protokol onlara ayrılmış. Bülent Arınç, Efgan Ala, sağlık eski bakanı Recep Akdağ, Hulusi Akar, Cumhurbaşkanı yardımcısı Cevdet Yılmaz…
Meraktan soruyorum: Bu zevat Diyanet eski başkanı olması hasebiyle Mehmet Görmez hoca için mi yoksa bir Müslüman Alimi dinlemeye mi gelmişlerdi! Lacivet takım ve korumalarla bir âlim dinlemeye gelinir mi, ben sanmıyorum. Âlim değilim; ama olur ya bir gün beni bu şekilde dinlemeye gelirlerse hiç birini salona almam, haberleri olsun!
İstanbul’daki sunumda Taha Hocanın en önemli cümlelerinden birisi “özgünlük” yani “kendin olmak” , Batı Medeniyetinin emperyal olduğu ve hiçbir şekilde taklit edilmemesi gerektiği, idi. Doğrusu İstanbul sunumu ve ortam da buna uygundu. Ankara ise bu anlamda tam bir çelişkiler yumağıydı; lacivertlileri nasıl olsa kanıksadık; artık yabancı ve aykırı gelmiyorlar. Ancak Müslüman bir Alim olan Mehmet Görmezi – Ankara’nın havası mı yoksa lacivertlilerden mi- takım elbiseli ve kravatlı görmek hoşuma gitmedi. Taha hoca sağ tarafımızdan sahneye doğru ilerlerken; “işte adam gibi bir adam, dedim; ama kravata benzer bir şey gözüme çarptı; arkama yaslandım. Taha Hocaya takım elbise ve kravat giydirmişlerdi. Oysa İstanbul’da başında sarık, beyaz Arap entarisi ve üstünde de ceket vardı.
Gariplikler ve çelişkiler devam ediyor; program saygı duruşu, istiklal marşı ve sonrasında da- herhalde ayıp olmasın diye- Kur’an tilavetiyle devam etti. Lisedeyken saygı duruşunda bulunmadığım için bir hafta uzaklaştırma almıştım. Elli yıldır hiçbir saygı duruşu davetine icabet etmedim; burada da dışarı çıktım. Çıkmayanlar ne yaptı bilemiyorum. "şehitler" adına insanlar saygı duruşuna davet edilmişler.
Mehmet Görmez hocaya bu yazıyı okuyup da ulaşıp sorarlarsa memnun olurum, saygı duruşunun hükmü nedir ya da nereden icab etti? Lecivertlilerin bir dahli olmuş olabilir mi?
Başında sarığı, takım elbiseli ve kravatlı Taha Hoca Mütefekkir ile Müfekkir konulu sunumunu yaparken rahat mıydı sormak lazım? Çünkü konferansın temel konusu- Taha Hocanın temel tezidir aynı zamanda- bilgi, amel ve ahlakın birlikte ve beraber olması gerektiği.
Müfekkir ile Mütefekkir arasındaki en büyük fark da buydu: Mütefekkir bilgiyi amelden ve ahlaktan ayıramaz; o ilahi misaka bağlı sadık, müstakim ve sürekli hatırında tutandır. Müfekkir ise sadece düşünür; amel ve ahlak çok da önemli değildir. Nitekim kendisini filozof zanneden bizim mahallenin eskilerinden biri bunu şöyle deklere etmişti: filozoflar en güzel ahlakı tarif ederler ama ahlaklı olmaları gerekmez.
Taha Hocaya yılın mütefekkir ödülü Cumhurbaşkanı yardımcısı Cevdet Yılmaz tarafından takdim edildi. Bu iyi bir şey diye düşünüyorum. Demek ki Cumhurbaşkanı Taha Hocayı önemsemiş ve bir ünsiyet kurmuş. Kendisi bizzat gelseydi elbette daha şık olurdu; müşerrref olurdu. Nitekim Taha Hocayı külliyede kabul ettiler.
Cevdet Yılmaz sahnede Taha Hocaya doğru yürürken heyecanlandım; heyecanım bir beklentiye matuftu. Nitekim yanımdakilerin duyacağı kadar yüksek bir sesle “ elini öp, elini öp” ifadelerini bir kaç kez tekrarladım. Ama nafile bir odun sertliğinde ve dikliğinde sadece yüzünde bir gülümseme ile elini sıktı…!
son bir söz; sonradan öğrendik ki Taha hocanın konuşması tercüme edilerek bir kitapçık şeklinde basılmış ve salona getirilmiş. konuşma özet mahiyette tercüme edildi; bu da sunumun uzamasına sebep oldu; havanın sıcak olması da insanların bir kısmını sıktı. Halbuki bu kitapçık dinleyicilere verilseydi tercümana da gerek kalmadan çok daha rahat dinlenir ve anlaşılır olurdu, bir tavsiye.
İşte böyle bir görüntü ve ahval içinde bir Taha Abdurrahman geçti Ankara’dan