Rasim Özdenören deyince benim aklıma ilk gelen şey güler yüz oluyor. Gülümsemenin yakıştığı, gülümseyen yüzüyle hafızalarda hatırlanan ender insanlar vardır. Rasim Özdenören de bu ender insanlardan biridir bana göre. Sonra sade bir dil, ustaca bir anlatım ve öyküler…Ve tabi düşünce kaynaklı denemeler…
İçinde bulunduğumuz toplum insanı çürütüyor gitgide. Ve insan kendinden uzaklaşıyor. İnsana yeniden kimliğini hatırlatan, yaşamı üzerinde düşünmesini isteyen yazarların çabalarının bu anlamda ne kadar katkı sağladığı da öteden beri bilinmektedir. Derdi olan insanladır, bu yazarların işi. Onlar hem kendilerini hem de okuyucularını bu çerçevede değerlendirip böyle görmek istedikleri için kitaplarında daima yaralı bir insanı, derdiyle yaralı olan birisini bulup öne çıkarıp, onun üzerinden konuşuyorlar. Bu yazarların gözünde derdi olan insan değerlidir, ileriye dönük iyi şeyler yapabileceği şeklinde umut taşırlar. Rasim Özdenören’i de bu tavır ve tarzı ile öne çıkan bir yazar olarak gösterebiliriz.
Bir yazarın inancı, dünya görüşü, hayatı ve içinde bulunduğu yaşamı algılaması hangi düzeyde eserine yansır? Bu önemlidir. Elbette her yazarın bir dünya görüşü vardır, bu da çok doğaldır. Ancak eserlerine hangi düzeyde yansıyor bu dünya görüşü, burası da önemli. Yazar eseri ortaya koyarken dünya görüşünden yola çıkarak bir öngörü ya da ideolojiyi mi peşinen getirip koyuyor, öne çıkarıyor, yoksa çok ustalıkla bunu eserin içinde şahısların üzerinde gezdirerek mi taşıyor? Evrensel bir dünya görüşüne bağlı olan yazarlar, bu ilkeyi benimsemişlerse, dayatılan bir ideolojik görüşü değil; ahlâki bir tutumla, kimlik ve öz varlığı ile benimsedikleri görüşleri ortaya koyacaklardır. Bu görüşler, yazarın eserine doğal olarak girecek, yansıyacaktır. Eser; bu anlamda yazarın dünya görüşünü de, günlük yaşantısını ve maddeye, eşyaya bakışını da ortaya koyacaktır. Evrensel bakış açılarına sahip olan yazarlar büyük eserler ortaya koyabilmişlerdir. Rasim Özdenören bu anlamda evrensel bakış açısına sahip olan yazarlarımızla birlikte yerli edebiyatımızın beliren çizgileri içerisinde yeni, farklı bir ses tonu ve çok sesliliği ile iz bırakmıştır. Rasim Özdenören’in de içinde olduğu yazarların bu farklı ve yeni ses tonu ile ortaya koyduğu eserler, taşıdıkları evrensel bakış ve ahlaki tutumun en güzel örnekleri ile donatılmış olarak ortaya çıktılar. Kalıcı olan, uzun soluklu olan ses, bu özellikleri ile yeni kuşaklar için oldukça önemli olan edebiyatımıza dair, özgün nitelikte eserler ortaya koyabilmiştir. Sanatı, edebiyatı evrensel boyutuyla bu eserlere taşıyabilmişlerdir.
Rasim Özdenören’i, yarım yüz yıl öncesinden bugünlere üç önemli eser ve özgün bir ırmak gibi akan hikâye kanalı taşıdı diyebiliriz. Hikâyeleri ayrı bir kanaldan yol aldı ve ‘Çarpılmışlar’ ile ‘Çok Sesli Bir Ölüm’ üzerinden daha onlarca hikâye kitabına ulaştı. Hakeza denemeleri ‘Müslümanca Düşünme Üzerine Denemeler’ ve ‘Müslümanca Yaşamak’ temelleri üzerine kuruldu ve üç geniş koldan ilerleyerek bugünlere geldi. ‘Gül Yetiştiren Adam’ romanı edebiyatımızda romanı yeniden düşünüp önümüze koymamızı sağladı.
Yukarıda bahsettiğimiz evrensel dünya görüşüne sahip olan Rasim Özdenören’in edebiyata yaklaşımı da bu dünya görüşü bağlamındadır. Sanatçı; dünyaya, evrene nasıl bakıyorsa onun parçalarına da aynı şekilde bakacaktır. Özdenören’in edebiyat anlayışı da evrensel dünya görüşünün bir yansıması olarak var olacaktır. Bu görüşü, ‘Ruhun Malzemeleri’ kitabında, “Edebiyat; o uygarlığın eşyayı, olayları, insanı, kısacası tüm varlık alemini, o uygarlığın tüm duyarlıklarıyla ifade etme sanatıdır’, şeklinde ifade eder.
Türk öyküsünün önde gelen ustalarından birisi olarak, düşünce yazıları ile de ortaya koyduğu denemelerde de bu ustalığı çok rahatlıkla kullanagelmiştir. Hikâyeciliği gibi denemeleri ile de edebiyatımızın öncülerinden, usta bir deneme yazarı olarak entelektüel bilinçle düşüncelerini ifade eden bir düşünür olarak iz bırakmıştır.
‘Gül Yetiştiren Adam’dan söz ederken, romanı getirip önümüze koydu, demiştim. Öteden beri öyküyle arası pek iyi olmayan okuyucunun bu ürkekliğini yazdığı hikâyelerle giderip iyileştirmiş, ‘Gül Yetiştiren Adam’la yine romanla arası pek iyi olmayan okuyucunun arasını düzelttiği gibi ufukların genişlemesine de imkân sağlamıştır.
Romanlarda kahramanlar aracılığı ile tanımadığımız, görmediğimiz bir çevrenin insanları tanıtılır, anlatılır. Onların iç dünyalarını olsun, dış dünyalarını olsun yakından görebiliriz. O kahramanların görüşlerini, sahip olduğu değerleri öğrenebiliriz. Bunun yanında romanın bize kazandırdığı bir başka şey de bizim göremediğimiz gerçeklerin bize anlatılmasıdır. Bizim göremediğimiz eşyanın, dünyanın ardında gizli olan gerçekleri pekâlâ bir romancı görüp anlatabilir. Herhangi bir insanı diğerlerinden ayıran özellikleri ancak bir sanatçı görüp eserinde gösterebilir, anlatabilir. Rasim Özdenören bu özelliği ‘Ruhun Malzemeleri’ kitabında şöyle ifade eder: ‘Onun (romancının) yaptığı şey, bizim göremediğimizi görmek, bulamadığımızı bulmak olmuştur. Bize anlattığı şeyler eşyada zaten gizli olarak bulunmaktadır. Romancı, kişinin ve toplumun bilinen özelliklerini sergilemesi yanında, onların gizli kalmış özelliklerini ve imkânlarını da keşfeder. Bize yabancı gelmeyen bir dünya içinde, roman dünyası içinde onu bize ulaştırır.’
…
Rasim Bey’i ilk kez lise öğrencisiyken Eskişehir’e yaptığı bir ziyaret vesilesiyle gördüm diye hatırlıyorum. Eskişehir’de bir evimiz vardı bekar arkadaşların kaldığı. Orada her
akşam toplanılır, sohbet edilirdi. Gelenler arasında Atasoy Müftüoğlu, Nazif Gürdoğan, Nabi Avcı, Ahmet Kot, rahmetli Abdurrahman Hoca, Burhan Hoca ve bizim gibi lisede okuyan genç arkadaşlar… Her akşam oradaki sohbete katılmak için çabalardık. Dışarıdan gelen misafirler de bu evde ağırlanır, akşam sohbetleri müthiş olurdu. Sanıyorum Rasim Beyi de Eskişehir’e geldiği böyle bir ziyaret sırasında gördüm. O yıllarda Edebiyat dergisi çıkıyor ve yazarlarımızın kitapları da yeni yeni yayınlanmaya başlıyordu. Nuri Pakdil, Cahit Zarifoğlu, Erdem Bayazıt, Akif İnan, Alaeddin Özdenören’le birlikte Rasim Özdenören’in de kitapları yayınlanıyor ve biz de sıkı bir okuyucu olarak hemen alıp okuyorduk. Akşamları bir araya geldiğimiz evde yeni çıkan kitaplar üzerinde konuşuluyor, biz de hararetle konuşmaları dinliyorduk.
Liseden sonra üniversite tahsili için İstanbul’a geldiğimiz yıl Mavera dergisi yayınlanmaya başladı. Cahit ağabey bir mektupla derginin çıkış hazırlıklarından bahsediyor, bizim de katkılarımızı istiyordu. Rasim Bey’in kaleme aldığı Mavera’nın çıkışını duyuran matbu mektuptan da bir miktar göndermiş onunla tanıtım yapmamızı istiyordu. Yapabildiğimiz kadarıyla tanıtımını yaptığımız Mavera dergisinin ilk sayısı geldi ve İstanbul’da belli başlı yerlere bırakarak satışını sağlamaya gayret ettik.
Bir yandan üniversite tahsilimize devam ederken bir yandan da çalışabileceğimiz bir iş arayışı içindeydik. Yeni Devir diye bir gazetemiz vardı ve her gün sabah en erken bir saatte alıp okuyorduk. Gazetede müsahhih olarak çalışmaya başlamış ve bir süredir gazetede yazılarını okuduğumuz yazarlarımızla daha yakından tanışıp, görüşür olmuştuk. Rasim ağabey, Cahit ağabey, Erdem ağabey, Akif ağabey ve Alaeddin ağabey Ankara’da ikamet ediyorlar dolayısıyla yazılarını kargo ile şehirlerarası otobüslere veriyorlar biz de yazıhanelerine gidip alıyorduk. İlk kez Ankara’ya gidip Mavera’ya uğradığımda yazarlarımızın hepsiyle bizatihi tanışmış olduk.
Rasim Bey’i Eskişehir’deki ilk görüşümüzden sonra ikinci kez, Ankara’da Zafer Çarşısı’ndaki Akabe Kitabevi’nde gördüm. Resmi dairede çalıştığı için mesai bitiminden hemen sonra kitabevine geliyor geç vakte kadar orada kalıyordu. Yazımızın başında Rasim Özdenören deyince benim aklıma ilk gelen şey gülen yüzü oluyor, demiştim. Akabe Kitabevi’nde olsun, Mavera’nın bürosunda olsun karşılaştığımız her yerde onu güler yüzüyle görüyorduk. Ciddi konular üzerinde tartışırken bile yüzündeki gülümseme hiç eksik olmuyordu. Ankara’ya gidişlerimizde gündüz işlerimizi bitirip akşam mesai saati Zafer Çarşısı’ndaki Akabe Kitabevi’nde olmaya çalışırdık. Rasim Bey gibi devlet dairelerinde çalışan ağabeylerimiz iş çıkışı mutlaka buraya gelir ve hazır olanlar tadına doyum olmayan sohbetlere şahitlik ederlerdi. Biz de bir an önce işlerimizi tamamlayıp Akabe’deki güzel sohbetten nasibimizi almak için Zafer Çarşısı’na koşuyorduk.
Rasim Bey, Yeni Devir’deki yazılarını ‘Gaffar Taşkın’ imzasıyla yazıyordu. Devlet memuru olduğu için siyasi bir gazetede günlük yazması sakıncalı olabilir diye müstear bir imza kullanıyordu. Gazetede günlük yazı yazmak oldukça zordur. Rasim Bey’i yazısını yazarken de gördüm Mavera’nın bürosunda. Çok sakin ve planlı bir şekilde tasarladığı yazıları kısa sürede daktiloda yazıp İstanbul’a gönderilmek üzere büroya bırakıyordu. İlk yıllarda yazdığı bu yazılardan oluşan ilk kitap ‘İki Dünya’ 1977 yılında Akabe Yayınları arasından çıkmıştı. Bu kitaptan sonraki iki deneme kitabı ‘Müslümanca Düşünme Üzerine Denemeler’ ve ‘Müslümanca Yaşamak’ yıllarca gençliğin el kitabı olarak okundu, kitap tahlillerinin konusu oldu ve gençliğin ufkunun açılmasına büyük ölçüde katkı sağlayan ilk kitaplar olarak yer aldı.
‘Gül Yetiştiren Adam’ hikâye mi, roman mı soruları eşliğinde roman olarak Yeni Devir’de günlük tefrika halinde yayınlanmaya başladı ve büyük ilgi gördü. Bu kitaplarla ilgili çok derinlikli yazılar yayınlandığı için kitaplarla ilgili analizlere girmeden Rasim Bey’le kesişen yolculuğumuzu sürdürmeye devam edelim.
Mavera dergisi yayınlanmaya başladığı tarihlerde biz de Yeni Devir’de çalışıyor hem de sanat-edebiyat sayfası düzenliyorduk. Hem derginin İstanbul’daki dağıtımı hem de sanat sayfası ile ilgili olarak Cahit ağabey ile daha sık görüşüyorduk. Cahit ağabeyin isteği üzerine şiirlerimizi dergide yayınlamak üzere göndermeye başladık ve ilk şiirimiz 1978 Mayısı’nda yer aldı dergide. Daha sonra Yönelişler dergisi çıkıncaya kadar sadece Mavera’da ve Yeni devir sanat edebiyat sayfasında yazmayı sürdürdük. Bir yandan dergi yayınlanıyor, diğer yandan Akabe Yayınları da imkânlar ölçüsünde kitap yayımına devam ediyordu. Bu arada biz gazetedeki görevimizden ayrıldık ve yeni kurulan İnsan Yayınları’nda çalışmaya başladık. Rasim Bey’le burada da yolumuz kesişti ve yukarıda sözünü ettiğimiz ‘Müslümanca Düşünme Üzerine Denemeler’ kitabını 1985 yılında İnsan Yayınları arasında basmış olduk. Aynı yıllarda bizim şiir kitabımızın basılması gündeme geldi, Cahit ağabey dosyamızı istedi. Benimle birlikte Mavera’da yazmaya başlayan Mustafa Özçelik, Avni Doğan, Alaeddin Soykan, Mustafa Çelik’in olmak üzere 5 şiir dosyası yayım için hazırlandı ve gecikmeli de olsa 1985 yılında yayımlandı. Neden böyle bir gecikmeyle çıktığına dair bizim bilgimiz olmamıştı. Yıllar sonra -2015 yılıydı sanıyorum- Rasim Bey’in İstanbul seyahatinde, Yedi İklim’i ziyareti sırasında öğrenecektik bu gecikmenin nedenini.
Rasim Bey dergi bürosunda kalabalık bir ortamda, her zamanki gülen yüzüyle, ‘Şakir, biliyor musun sizin kitaplarınızın basılmasını sağlayan kişi benim, siz
bunu bilmiyorsunuz belki de’ dedi, şaşırdım. Gerçekten bilmiyorduk, heyecanla anlatmasını bekledik. Yayınevi o tarihlerde maddi sıkıntılar içindeydi, kitap basımında zorlanıyordu. Ticaretle meşgul olan Bahri Zengin, yayınevini İstanbul’a taşımak kaydıyla işlerini üstlenebileceğini söyleyince bu teklif kabul görüyor ve yayınevi İstanbul’a taşınıyor. Cağaloğlu’nda bir büro tutuluyor, Mustafa Çelik de derginin ve yayınevinin işlerini takip etmek üzere işe başlıyordu. Ankara’dan hazır dosyalar da Bahri Bey’e gönderiliyor ve basımı bekleniyordu. Aradan epey zaman geçmiş olmasına rağmen bizim kitapların basımı gecikince Rasim Bey, Bahri Bey’e soruyor neden şiir kitapları çıkmadı, diye. Bahri bey de şiir kitaplarının okuyucusunun az olduğunu, yayınevinin maddi imkânlarının buna müsait olmadığını, daha çok ticari gelir getirecek kitaplar basmayı düşündüklerini söylüyor. Rasim Bey de ısrarla bu 5 kitabın basılması gerektiğini, Mavera’nın bir mektep olduğunu, burada yetişen gençlerin kitaplarının Akabe’den çıkmasının bu anlamda önemli olduğunu söyleyerek onu ikna etmeye çalışıyor. Birkaç kez bu konuda kendisiyle görüşüyor ve sonunda Bahri Bey ikna oluyor, bizim de içinde bulunduğumuz 5 arkadaşın ilk kitapları böylece 1985 yılında basılmış oluyor. Kitabımızın yayımlanmasından tam 30 yıl sonra öğrenmiş olduk bu ayrıntıyı Rasim Bey’den.
Rasim Bey, gösterişten uzak, mütevazi bir kişiliğe sahip bir yazardır. Entelektüel birikimi sağlamdır. İyi bir anlatıcı ustasıdır. Denemelerinde olsun, öykülerinde olsun anlatımı ile dikkat çekmiştir. Hatta sadece denemeleri ve öykülerinde değil, hazır bulunanlar çok iyi bilirler, dost meclislerinde, yaptığı söyleşilerde de anlatıcı kişiliği ile öne çıkar. Samimiyeti, mütevaziliği, içtenliği, dostluğu unutulmazdır.
Rahmetle. Mekânı cennet olsun.
Kaynak: Dünya Bizim