Âdemoğlu Allah’a seslendi:
“Tefekkürde yolumu şaşırdım. Fikirlerimden bir dirilme olmuyor. Bana, dirilmeyi ve fikirlerimi nasıl diriltebileceğimi göster!
Kuşlar misali uçuşan dünya görüşlerinden cüzler, parçalar oluşturdum. Her biri bana oldukça tanıdık ve alışık olan fikirlerimden parçacıkları kimi dağların üzerine bıraktım: Duyular Dağı’na, Algı Dağı’na, Bilgi Dağı’na, Deneyim Dağı’na, Sezgi Dağı’na, Akıl Dağı’na, Tecrübe Dağı’na, bende bir parçası bulunan Tanrı Dağı’na, Kalp Dağı’na, Bellek Dağı’na, Burhan Dağı’na, İrfan Dağı’na … Fikirlerimi Tanrı Dağı’nda buluşmaya çağırıyorum ama parçalar koşarak gelmiyor. Bir bütüne dönüşmediğinden dirilme olmuyor! Allah’ım bana acı, merhamet et! Ölüleri nasıl dirilttiğini bana göster.”
Ölümden sonra dirilme meselesi tüm zamanların en önemli şüphe, merak ve bilgi alanını kaplamıştır.
“- Rabbim, bana ölüleri nasıl dirilttiğini göster.”
“- İnanmıyor musun?”
“- Bilakis, inanıyorum lakin kalbimin mutmain olması lazım.”
“Öyleyse, dört kuş tut. Onları kendine alıştır, sonra onları cüzlerine ayır/parçala, her bir parçasını bir dağın üzerine bırak, sonra da onları çağır. Sana koşarak geleceklerdir. Bil ki, şüphesiz Allah, Üstün ve Güçlü olandır, Hüküm ve Hikmet sahibidir.”1
Bugünün iman etme ve imanı sağlayan bilgiden emin olmada, İbrahim Peygamberin örneği oldukça ufuk açıcıdır.
İbrahim, tanıdık gerçekler olan kuşlar üzerinden kalbinin mutmain olduğunu görüyor. Kuşlarda bir algı yanılmazlığı söz konu değil. Bir tecrübe yaşaması lazım ama tecrübe de yetmez, aklına da uyacak… Aklı ondaki bir hafıza eşliğinde tanıklığını ortaya çıkaracak. Nefsine, yani kendi içine dönüp baktığında da çelişkiler yumaklı şüpheye düşmemiş olacak. Ola ki algılarına veri sağlayan duyu organları yanılabilir, o zaman aklı devreye girecek. Aklı da kalbi ile örtüşmeli. Hafızasına gelince, sağlam bir zemine oturmalı. Kuşları kendisine alıştığında o da kuşları tamamen tanımıştır. Her dört kuşun birbirinden farklılıklarını artık bilmektedir ve buradaki hafızası da sağlamdır.
Süreçteki tanıklığında, eğer en ufak bir şüphe bulunsa, İbrahim kalbine ve aklına asla söz geçiremez. “Rabbim tamam iman ettim” diyemez! Temelde iman etmiştir ama iman etme gerekçeleri ve bu gerekçelerin verileri sağlam değilse, kalbinde şüpheden izler kalacaktır. İman etmiş İbrahim imanından emin olmamış sayılacaktır.
Bir de Allah ile muhataplık yönü var işin.
Muhatabı Allah ise, durum değişir. Çünkü Allah’a karşı tanıklık etmek Allah’ın tanıklığından kopuk olamaz. Allah ondaki “Resmi ve doğal tanıklığın boyutunu” zaten bilmektedir. Resmi tanıklıkta İbrahim bir beyanda bulunabilir. Evet, beyan esastır lakin tanıklığı; temellendirilmiş, gerekçelendirilmiş bir tanıklık değilse, bu tanıklık sürdürülebilir olmaktan (tanıklık yasaları gereği) uzaktır.
Belli ki İbrahim, aklının / kalbinin saflaşmasını istemekle, olan-bitenin oldu bittiye gelmesine taraftar değildir.
Netice?
Neticede açıktır: İbrahim mutmain olmuştur.
İman etmiştir.
Akabinde de tek başına bir ümmete dönüşmüştür.2
İbrahim’de gerçekleşen şey her iman talebinde gerçekleşmesi gerekendir:
“Ey iman edenler, iman edin…!”3
Mesele “iman ettim” demenin ötesine taşınmıştır.
İman edenlerden, zikredilenlere, “iman etmeleri” istenmektedir. Allah’a, Resulüne, Resulüne indirdiği Kitap’a ve daha önce indirdiklerine… Bilginin mutlak kaynağına ve o kaynaktan gelenlere…
İman etmek, “emin olmak” gibi bir gerekliliğe bağımlı…
Temel bir soruna dikkat çekildiği için bu vurgu yapılmaktadır. Bir şeye iman etmek için o şey hakkında; zandan, sanıdan uzak bilinçli bir temellendirme kaçınılmaz. Yani kişi inandığı şeyi dildeki kullanımının ötesine geçiremiyorsa, bilgiye dönüştüremiyorsa, bilgisini temellendiremiyorsa inandığını sandığı şeyleri şüpheden arındıramaz, doğruluğundan emin olamaz. Eylemleri olmaz. En önemlisi, kişi herhangi bir “şey” hakkındaki bilgisinden emin değilse, imanın eminlik bütünselinde parçalanmışlık var. Emin olmak da bilginin temellendirilmesindeki süreçlerden geçerek şekillenir. İbrahim Peygamber bu konuda bir örnekliktir. Aklını ikna etmek istemiştir ki aklı da ona rehber olabilsin. Olan bitenden şüpheden öteye bir sorgulama içine girmiştir ki kalbi de sezgisi de zandan uzaklaşarak değişimine zemin hazırlasın. Belli bir tecrübe yaşayan İbrahim, test edilenin şey genel geçer “inanma kuralları” ile örtüştüğüne şahitlik ediyor. Tanrı Dağı’nda toplansın tüm parçalar, fikirler netleşsin, bütünleşsin… Zihin berraklaşsın. Berraklaşsın ki düşünce çıktısı net olsun:
“Ben batanları sevmem!” 4
Kalıcı olanın farkına varmak ve eminlikle ona iman etmek…
İbrahim kendiliğinden İbrahim olmadı.
Düşünmesiyle, algısıyla, tanıklığıyla, hafızasıyla, duyguları ile, hayalleriyle, bilinç ve iradesiyle, zekâsıyla, amaçlarıyla, beklentileriyle, değeriyle, fıtratıyla, mizacıyla… bir ümmettir İbrahim. Muhakeme süreci çetin geçmiştir. Fikir üretmenin ağır bedelini ödemiştir. Putlar yeme –içme iradesine sahip değildir. Zarar/fayda veremezler. Bunlara iman etmek boştur. Putlar geçicidir!
Âdemoğlu zaman zaman kendi özüne dönerek haykırır: Asıl zalim sensin!
Âdemoğlu zaman zaman da yalvarır:
“Allah’ım üzerime pislik yağmadan akletmeyi, aklederek iman etmeyi, sorgulayarak uyanmayı, farkındalıkta dirilmeyi bana göster! Bana, ölüleri nasıl dirilttiğini göster! Üstün ve Güçlü olansın, Hüküm ve Hikmet sahibisin!”
———————
1 Bakara, 260
2 Nahl, 120
3 Nisa, 136
4 En’am, 76
Kaynak: farklı bakış