Salgınlar, savaşlar, devrimler, büyük çaplı toplumsal çalkantılar sebeplerinin araştırılmasını, sonuçları hakkında kestirimde bulunmasını da beraberinde getirir.
Kimimiz karşı karşıya kaldığımız duruma çare bulmak, kimimiz yaşadığımızı durumu anlaşılır kılmak için sebeplerini bulmaya çalışırız. Açıklama çözüm de getirir, rahatlama da sağlar. Bazen duruma razı olmamıza yardımcı olur, bazen de durumu değiştirmemize.
Korona salgınında da buna benzer bir süreç yaşıyoruz. Biyologlar, doktorlar, kimyagerler, hatta istatikçiler salgının sebeplerini bulup hastalığa çare üretmeye çalışırken, felsefeciler dünya dengelerinin insan hakimiyeti yüzünden bozulduğunu anlatırken, iklim bilimciler Koronanın öngörülebilir bir felaket olduğunu söylerken, bazılarımız da komplolarla ve kaderle avunuyor.
Hangi “açıklamanın” daha işlevsel olduğuna doğrusu çok emin değilim. Bana öyle geliyor ki hem rahatlamaya, hem de çare üretmeye ihtiyacımız var. Zaten kimse kimsenin aklına ipotek koyamayacağı için salgınları lanet ve kader olarak görenlere de saygı duymamız gerekiyor. Nihayetinde bu bir tür inanç sorunu. Yeter ki çare üretilmesine engel teşkil etmesin, kadercilik toplumsal sorumsuzluğa dönüşmesin.
***
Gerçi onun da çaresi var. Tercih bireye değil dünyanın hemen her yerinde olduğu gibi Türkiye’de de toplum adına devlete bırakılıyor. Kabul edelim ki devlet de var olan koşullar altında sorunu en makul şekilde yönetiyor. Bir yandan hastalığın yayılmasını önleyecek tedbirleri alırken, diğer yandan panik ve kaosun oluşmaması için çaba harcıyor. Bundan sonra alınacak tedbirler de muhtemelen ekonomiyi ve etkilenen sektörleri ayakta tutmaya yönelik olacak.
Taşımacılığın, özellikle de hava taşımacılığının bu krizden etkilendiği ve bir süre daha etkileneceğini söylemek için sanırım iktisatçı olmaya gerek yok. Aynı şey turizm ve restoran sektörü için de geçerli. Milyarlarca dolarlık bir endüstri, yüzbinlerce insanın iş bulduğu, geçimini sağladığı büyük bir sektör krize girecek. Salgın yatıştıktan sonra da insanlar bir süre seyahat etmekte, dışarıda yemekte tereddüt edecek. Otomotiv, inşaat ve bir sektör olarak eğitim de krizden kaçınılmaz olarak etkilenecek.
Türkiye’nin ve aslında dünyanın hemen hemen tamamının karşısında önemli bir sınama var. Hiçbir ülke bu sorundan azade değil. İçeriye kapanarak hastalığın yayılmasını önleyebiliriz ama doğuracağı sonuçları ortadan kaldıramayız. Entegre olduğumuz dünya kapitalist sistemini yeniden canlandırmak için hem ülke bazında, hem de küresel çapta çaba harcanması gerekiyor. Tek başına Türkiye’nin alacağı hiçbir tedbir salgın sonrası karşımıza çıkacak sorunları çözmeye yetmez.
Belli başlı birkaç sektörü kurtardık diyelim ürettiğimiz malları dünyaya satamadıktan sonra verilecek hiçbir teşvik, ertelenecek hiçbir vergi bizi düzlüğe çıkartamaz. Dolayısıyla Türkiye’nin bir yandan kriz sırasında alınacak önlemleri planlarken, diğer yandan kriz sonrası küresel ekonominin işlevsel hale gelmesi için yapılacakları düşünmesi gerekiyor. Unutmayalım ki biz G 20’nin, IMF’in, DTÖ’nün, Dünya Bankası’nın da üyesiyiz. Kendimiz kadar onların alacağı önlemler için de söyleyecek sözümüz olmalı.
***
Ayrıca IMF’den borç almaktan, Dünya Bankası kredilerinden yararlanmaktan da kaçınmamamızda yarar var. Ben bir de kendimizi büyük beklentilerden kurtarmakta yarar görüyorum. Her krizden sonra dünyanın kökten değişeceğini, hiçbir şeyin artık eskisi gibi olmayacağını hayal etmekten vazgeçelim. Popülist filozoflardan, şöhret peşinde koşan sosyal medya fenomenlerinden, her fırsatta büyük kehanetlerde bulunan sosyal bilimcilerden medet ummayalım.
Bazı şeyler mutlaka değişecek ancak değişim köklü olmayacak, dünya devrimi ya da yeni bir jeolojik çağ yaşanmayacak. Dünyanın veya tarihin sonu gelmeyecek. Bence alıştığımız düzeni koruyalım, korumak için hazırlık yapalım. Kaosa ve popülizmin batağına sürüklenmeyelim.
Tıpkı sebepte kader ya da komplo aramak gibi sonuçta radikal değişim aramak da rahatlatıcı olabilir. Ama ne yazık ki çözüm üretici olmuyor. Bizim statükoyu değiştirmeye değil eski statükoya geri dönmeye, eskisini rehabilite etmeye ihtiyacımız var. İçinde yer aldığımız sistemin ve ülkenin daha insani, daha adil, hukuka daha yatkın olmasını sağlamaya çalışalım.
Daha az savaş olsun, insanlar birbirinden daha az nefret etsin. Yaratılan zenginlikler ülkede de, dünya da daha adil paylaşılsın. Çevreye saygı duyulsun, iklim değişimi kontrol altına alınsın. Krizden en çok etkilenecek insanlara, işsiz kalacaklara çözümler üretilsin…