Reklam Görüntülerine Tıklayarak Kitap Siparişi Verebilirsiniz

Bahçeli’den bu kez CHP’ye uyarılar: Demokrasi dışı arayışlara giren bedelini ödemeye razı olmalıdır

5 Şubat’ta olduğu kalp kapakçığı ameliyatı sonrası istirahate devam eden MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli, Türkgün gazetesine gündemle ilgili değerlendirmelerde bulundu.

Bahçeli’den bu kez CHP’ye uyarılar: Demokrasi dışı arayışlara giren bedelini ödemeye razı olmalıdır

5 Şubat’ta olduğu kalp kapakçığı ameliyatı sonrası istirahate devam eden MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli, Türkgün gazetesine gündemle ilgili değerlendirmelerde bulundu. Dün ilk kısmı yayımlanan açıklamaların bugünkü bölümünde Bahçeli, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun da tutuklandığı İBB operasyonu ve sonrasında CHP’nin organize ettiği protesto gösterileriyle ilgili görüşlerini paylaştı.

Bahçeli, şu ifadeleri kullandı:

Bahçeli’nin açıklamaları şöyle:

“Sokak çağrıları, Türkiye’nin çok tehlikeli bir sürece sokulmaya çalışıldığına işaret”

“Son günlerde Cumhuriyet Halk Partisi’nin başlattığı, bazı televizyon kanallarının kadrolu yorumcuları tarafından da desteklenen, büyük bir şuursuzluk ve tahammülsüzlük örneği olan sokak çağrıları, Türkiye’nin çok tehlikeli bir sürece sokulmaya çalışıldığına işaret etmektedir.

Bu çağrı toplumsal huzuru tehdit eden sonuçlar doğurabilecek niteliktedir ve bu yönüyle kamu düzenini bozmaya dönüktür.

Demokrasi ve özgürlüklerin kullanılması adına yapıldığı ileri sürülse de demokrasi dışı arayışların tezahürüdür ve asla samimi ve masum değildir.

Mevlana’nın “Ya olduğun gibi görün, ya göründüğün gibi ol” sözü, samimiyet ve dürüstlüğün insan hayatındaki önemini en sade şekilde ifade eden evrensel bir öğüttür. 

Samimiyet yalnızca bireysel bir erdem değil, toplumsal düzen ve ahlaki değerlerin de temelini oluşturmaktadır. 

Toplumda güven duygusunu da pekiştiren samimiyet, aynı zamanda bireylerin, kurumların ve siyasetin en temel meselelerinden de birisi halindedir.

Günümüzde, bazı evrensel değer ve kavramların ve toplumsal birliği temsil eden ahlaki ilkelerin, gerçek anlamlarının dışında kullanılmaya başlanması, siyasette samimiyet sorununu daha da derinleştirmiştir. 
Bu değerlerin, kişisel veya siyasi çıkarlar doğrultusunda araçsallaştırılması ve istismar edilmesi, yalnızca toplumsal güveni değil, demokratik düzeni de ciddi şekilde zedelemektedir.

Muhalefetin bilimsellikten ve gerçeklikten uzak, yalnızca popülist söylemlere dayanan politik yaklaşımları, siyaset kurumunun güvenilirliğini sorgulanır hale getirmektedir.

Nitekim bugünkü CHP siyaseti ahlaki ilkelerden ve samimiyetten uzak, yalan ve iftiraya dayalıdır.
Kendi kuruluş değerleriyle barışık olmayan Atatürk’ün aziz mirasına ihanet içerisindeki CHP, başkalarına da doğru ve dürüst olamamaktadır.

Oysa siyaset, bireysel veya partisel çıkarlar uğruna değerleri istismar etmek yerine, samimiyetle toplumun tüm kesimlerini kucaklayan, evrensel ahlak ve bilimsel gerçekliği merkeze alan bir anlayışı benimsemelidir. 

Ancak bu şekilde demokrasi, hukuk ve toplumsal barış gerçek anlamını bulabilecektir.

Nurettin Topçu; “Ahlaksız siyasetin sonu zulümdür. Ahlak, siyasetin vicdanıdır.” derken, Cemil Meriç; “Ahlaktan yoksun bir siyaset, toplumun temellerini dinamitlemektir.” demektedir.

Bu sözler adeta CHP’nin bugünkü yöneticilerine söylenmiş ders mahiyetindedir.
CHP ve yandaşlarının toplumu isyana çağıran bir tutum içinde olması, siyasi ahlaktan uzak, hem toplumun huzurunu hem de demokrasiyi tehdit eden bir aymazlıktır.

Bu söylemler toplumsal gerilimi ve kutuplaşmayı tırmandırırken kin ve nefret dilinin yaygınlaşmasına yol açmakta, ülkemizin birliğine kast etmektedir. 

“Kışkırtıcı bir üslup takınması etik ilkeleri aşan bir suç halidir”

Daha da üzücü hatta utanç verici olan ise, bazı medya yorumcularının bu sorumsuz söylemleri desteklemesi ve körüklemesidir.

Medya yorumcularının, toplumu bilgilendirme ve bilinçlendirme görevlerini yerine getirirken büyük bir sorumluluk içinde hareket etmeleri meslek ilkelerinin de bir gereğidir. 

Söz ve yorum özgürlüğü demokratik bir hak olmakla birlikte, bu özgürlüğün kamu düzenini bozacak, halkı isyana teşvik edecek şekilde kullanılması asla kabul edilemez.

Toplumu kaosa, şiddete veya isyana yönlendiren yorumlar, hem hukuki hem de ahlaki sorumlulukların ihlali anlamına gelmektedir. 

Medyanın, barış, birlik ve sağduyuyu teşvik eden bir platform olması gerekirken toplumun güvenini ve huzurunu sarsacak söylemlerle kışkırtıcı bir üslup takınması etik ilkeleri aşan bir suç halidir. 

Demokrasinin vazgeçilmez unsuru olan medyanın ahlaki ilke ve standartlara uygun hareket etmesi için, idari ve hukuki düzenlemelerin yapılmasının yanı sıra medyanın kendi özdenetim mekanizmalarının geliştirilmesi de sağlanmalıdır.

Medya kuruluşlarının imkanlarını kamuoyunu yanlış yönlendirecek şekilde kullanmaları önlenmelidir.
Peşinen söylemek gerekir ki, toplumu yönlendirme gücü olan medyanın sadece basın özgürlüğüyle izah edilemeyecek yıkıcı yayınlar yapmasının önüne geçilmesi şarttır.

Şiddeti, kaosu ya da demokrasinin dışına çıkmayı teşvik etmek bir özgürlük alanı olamaz.

Temel haklardan biri olan ifade özgürlüğünün kullanımı, toplumsal barış ve kamu düzenini koruma gibi sorumluluklarla dengelenmelidir.

Siyasi partilerin ve televizyonların, toplumu sokağa çağırması, şüphesiz ki toplumsal düzeni tehdit eden sonuçlara yol açabilecektir.

Tarihte birçok örnek, bu tür eylemlerin genellikle provokasyonlar veya kontrolsüz grupların müdahaleleri sonucu çatışmalara dönüştüğünü göstermektedir.

Çeşitli dinamiklerin devreye sokulmasıyla ülkemizde yaratılacak gerilim, kutuplaşma ve hatta çatışma iklimi, telafisi imkansız olayların meydana gelmesine sebep olabilecektir.

Şiddet ve çatışma kuşkusuz kalıcı çözümler üretmekten uzaktır. 

Siyasetin sağlıklı çözümler üretme fonksiyonundan uzaklaşan Cumhuriyet Halk Partisi, belli ki iktidarı, tarihin çöplüğündeki kirli sayfaları yeniden açarak elde etmeye yönelmiştir.

Oysa demokrasiyi ve Atatürk’ü araçsallaştırma peşinde olanların, milli iradeye ve seçilmişlere saygı göstermenin demokrasinin ve toplumsal huzurun güvencesi olduğunu iyi bilmeleri gerekmektedir.

Toplumun tüm kesimlerini kucaklayacak, barışı ve kardeşliği esas alan bir yaklaşım, toplumu güçlendiren en önemli unsurdur. 

Demokrasi ve insan hakları bahanesine sığınarak kamu düzenini tehdide yeltenenlerin görmezden geldiği husus şudur.

Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi (AİHS), ifade ve toplantı özgürlüklerini tanımakla birlikte, bu hakların sınırsız olmadığını açıkça belirtmektedir. 

Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 11’nci maddesi, toplantı ve örgütlenme özgürlüğünü güvence altına alırken, 

– Kamu düzeninin korunması,

– Toplumun güvenliği,

– Suç işlenmesinin önlenmesi,

– Başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması,
yönünde kısıtlamalar getirmiştir. Hatta aynı maddede, silahlı kuvvetler, kolluk kuvvetleri veya devlet idaresi mensuplarınca bu hakkın kullanılmasına meşru sınırlamalar getirilebileceği belirtilmiştir

“Sorunların çözüm yolu sokaklar değil, diyalog ve hukuki mekanizmalardır”

Bu yönüyle de kamu düzenini bozacak, toplumun huzurunu tehlikeye atacak eylemlerin engellenebileceği ifade edilmiş ve gerektiğinde devlet otoritesi tarafından bazı kısıtlamaların getirilebileceği evrensel hukukta bir norm halini almıştır.

Zira güvenliğin olmadığı bir yerde özgürlükten, demokrasiden ve insan haklarından söz etmek mümkün değildir. 

Demokratik hukuk devletinde sorunların çözüm yolu sokaklar değil, diyalog ve hukuki mekanizmalardır. 

Toplumun bir kesimini şiddet içeren veya kaotik hareketlere yönlendirmek, demokrasiyle bağdaştırılamaz. 

Toplumda farklı görüşlerin ve kesimlerin bir arada uyum içinde yaşayabilmesi, demokrasinin temel değerlerine saygıyla mümkündür. 

Türkiye demokratik bir hukuk devletidir.

Demokratik bir toplumda fikir ayrılıkları, şiddet ve çatışma yerine diyalog ve müzakere yoluyla çözülmeli, tüm kesimler, ortak bir gelecek için birlik duygusuyla hareket etmelidir.

Bunun için en önemli platform da Türkiye Büyük Millet Meclisidir. 

Meclisimiz etkin ve güçlü bir şekilde görevini icra ederken, sokakları işaret etmek demokrasiyi hiçe saymakla birlikte gazi meclisimize saygısızlıktır.

Birlik ruhu ve anlayışı, bireylerin sadece kendi çıkarlarını değil, toplumun huzuru ve ortak çıkarlarının gözetilmesini de gerektirir. 

Bu da ötekileştirici değil, kucaklayıcı ve dayanışmacı bir anlayışı teşvik eder.

Demokrasi, halkın iradesini sandık yoluyla ifade ettiği ve seçilmişler aracılığıyla yönetimi mümkün kılan bir sistemdir. 

Milli irade, halkın egemenliğinin temel dayanağıdır ve demokratik toplumlarda her şeyin üstünde tutulmalıdır.

Anayasa’nın 6’ncı maddesi “Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir. Türk milleti, egemenliğini Anayasanın koyduğu esaslara göre yetkili organları eliyle kullanır.” hükmünü amirdir.

O organlar seçimdir, sandıktır, millettir, kurumlardır.

Ziya Gökalp’in yaklaşımıyla; Türk halkı, kıymet hükümlerimizin, kültür hayatımızın, medeniyet tasavvurumuzun nihai sahibidir. 

Bu doğrultuda milli iradeye dayanan seçilmişlere saygı göstermek, demokratik sürecin ve hukuk devletinin olmazsa olmazıdır.

Eleştiri demokratik bir haktır; ancak bu hak, milli iradeyi ve seçilmişlerin meşruiyetini hedef alan, şiddet içeren yıkıcı yöntemlere dönüşmemelidir.

Milli iradeye ve halkın kararlarına yönelik tehditlerin yalnızca hükümeti değil, aynı zamanda demokrasiyi de hedef aldığı açıktır.

Demokrasiyi, insan haklarına saygıyı ve hukukun üstünlüğünü temel ilke kabul eden Cumhurbaşkanlığı 

Hükümet Sistemi; dayandığı katılımcı, kapsayıcı ve uzlaşmacı demokratik anlayışla milli birliği sağlamak için uygun bir hukuki zemin de oluşturmuştur.

Etrafımızdaki ateş çemberi dikkate alındığında, milletimize yönelik tarihi husumetler hatırlandığında ve güncel risk ve tehditler dikkate alındığında milli birlik ve beraberliğin hayati önem taşıdığı açıktır.

Ancak CHP, tam da bu ortamda demokrasi çerçevesini ve siyasi ahlak ilkelerini zorlayan bir tutuma girerek, toplumda telafisi imkânsız sonuçlar doğurabilecek bir yanlışlığın içindedir.

Hatırlanacağı gibi Cumhuriyet tarihinin çeşitli dönemlerinde yapay kutuplaşmalar toplumsal yarılmalara, millî birlik ve beraberliğin örselenmesine sebep olmuştur. 

Her kritik aşamada, Türkiye’nin sıçrama yapacağı her durumda tedavüle sokulmaya çalışılan “alevi-suni, Türk-Kürt, laik-antilaik, asker-sivil, devlet-millet, demokrasi-cumhuriyet, yoksul-zengin, işçi-işveren” gibi konular ayrışmanın, cepheleşmenin ve toplumsal kargaşa yaratmanın araçları olarak kullanılmaya çalışılmıştır.

Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemine geçildikten sonra da bunların arasına “tek adam rejimi” yalanı eklenmiştir.

Cepheleşmeye dönüştürülmeye çalışılan bu alanlar üzerinden özellikle bazı televizyon kanallarında toplumsal isyana teşvik, ülkede kaos ve kargaşa çıkarmak için aleni çağrı yapılmaktalar.

Seçilmiş olmak suç işleme özgürlüğü kazandırıyor gibi davranılmaktadır.

Kimi zaman sığınmacıları, emeklileri, işçi ve memurları istismar eden, kimi zaman karıştıkları yolsuzluk ve usulsüzlüklere yapılan müdahaleleri bahane eden, kimi zaman da ülkemizin demokratik yönetim sistemini karalayan, bilimsel ve hukuki gerçekliği bulunmayan yalanlarla toplumda karşıtlık oluşturmaya çalışılmaktadır.

Topluma kin ve nefret saçan, müzmin Cumhur İttifakı hasımları, ümitsiz vaka siyasetçiler her türlü yalanla “Cumhur İttifakı gitsin, ülke yanarsa yansın” anlayışıyla demokrasi dışı arayışlara zemin oluşturma niyetlerini malum televizyon kanallarında açık etmektedirler.

Sahibinin sesi bu siyaset ve medya çürümüşleri toplumsal isyanın Cumhuriyet Halk Partisine üye vatandaşlarımızın öncülüğünde başlaması gerektiğini de söylemektedirler.

Oysa Türkiye’de sokak olayları yaşandı ve geçmişin acı tecrübeleri de henüz unutulmadı. 

Yaşanan sokak olaylarının sosyal maliyeti hem devrimciler hem de ülkücüler açısından çok yüksek oldu. 

Bunların sonucunda Türkiye’ye ödetilen ekonomik, sosyal ve siyasi bedel milletimizin hafıza kayıtlarındadır.

“Sokağa davet edilenlerin karşısına 15 Temmuz’da olduğu gibi başkaları dikilirse kaçınılmaz çatışma nasıl önlenecek?”

O sebeple sokaklar çare değildir. 

Şayet sokağa davet edilenlerin karşısına 15 Temmuz’da olduğu gibi başkaları dikilirse kaçınılmaz çatışma nasıl önlenecek, olayların önüne nasıl geçilecektir? Sokak çağrısı yapan provokatörler acaba o vakit ortada bulunacaklar mı yoksa çoktan ülkeyi terk etmiş mi olacaklar. Bunlar, aynı zamanda da Türkiye’de tek adam rejimi olduğuyla yatıp kalkanlardır. 

Rejim değişti yalanını söylemeye devam edenlerdir. 

Demokratik seçimleri, milli iradeyi yok sayanlardır. 

Milletin desteğini almaya çalışmak yerine sokaklardan hareketle anti demokratik süreçlerden medet umanlardır.

Bu amaçla her türlü tahrik, istismar ve yalandan çekinmeyenlerdir.

Hatırlatmak isterim! Tek adam olan yerde seçim olmaz. Demokrasiden eser bulunmaz. 

Milletin yüzde 52’sinin oyunu alarak seçilen Cumhurbaşkanı, tek adam olarak ifade edilemez.

CHP’nin seçim başarısızlığını gizlemek için hükumet sistemini günah keçisi ilan etmekten vazgeçmeyenler tek adam iftirasını hangi hukuka, hangi bilimsel esasa ve hangi vicdana dayandırmaktadır?

Türkiye, çok şükür darbe ve muhtıralarla, istikrarsızlık, kaos ve kargaşalarla anılan parlamenter sistemden Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemiyle kurtulmuş, ayağındaki prangaları söküp atmıştır.

Demokrasisi güçlenmiş, temsil adaleti artmış, daha etkin bir yönetim kabiliyeti kazanmıştır. 

Türkiye’de isteyen herkes siyasi parti kurma hak ve özgürlüğüne sahiptir.

Halihazırda 176 siyasi partinin kurulmuş olması ve bağımsızlar hariç 16 siyasi partinin TBMM’de temsil edilmesi Türkiye’nin çok sesli bir demokratik düzene sahip olduğunun en somut göstergesi değil de nedir?  

Bu siyasi partilerin program ve politikalarını, ilkelerini, topluma vadettikleri ne varsa rahatça her platformda ortaya koyabilmeleri de mümkündür.

Esas olan siyaset yapma hakkını kullanırken demokrasiye ve hukuka bağlılıktır. 

Toplumsal kaynaşmayı, milli birlik ve bütünleşmeyi esas almaktır. 

Buna uygun program ve politikalar ile yol ve yöntemleri ortaya koyabilmektir. 

Kavgayı ve cepheleşmeyi teşvik etmek, barış ve huzur ortamını yok etmek için toplumu isyana çağırmak değildir.

Hal böyle iken demokratik düzende, katılımcılıkla topluma faydalı çözümler üretilmesi gerekirken, insanları cephelere ayırarak sokak çağrısı yapmak nasıl bir şuursuzluk ve sorumsuzluktur? 

Sokakların karşıtlık ekseninde karıştığı bir ortamda sokak çağrısı yapan televizyonlar hedef alınırsa kışkırtıcılar bunun altından nasıl kalkacaklardır?

 

Devamı >>>



Uyarı! Yapmış olduğunuz yorumlar incelendikten sonra onaylanacaktır onaylandıktan sonra gözükecektir


YAZARLAR

Resimlere Tıklayarak Kitap Satın Alabilirsiniz

HABERLER