İktidarın en büyük sıkıntıyı “Yargı” alanında yaşadığı söylenebilir. Evet, yargıda istediği şeyler oluyor, rakipler “Yargı sopası” ile terbiye ya da tasfiye ediliyor vs…
Ama bunun bir bedeli var; bir kere dünyadan öyle göründüğünüzde meselâ ekonomide dikiş tutturamıyorsunuz, çünkü hukuk açısından öngörülemeyen ülkeye yatırım gelmiyor.
Ama bunun kadar önemli bir şey, sizin iktidar olarak “Adalet ile ilişkiniz”in sorunlu hale gelmesi. Yola çıkarken “Adalet” diye bir duyarlılığınız varsa, yönettiğiniz toplumda o konudaki hassasiyetinize güven kalmıyor.
Kamuoyu yoklamalarında “Yargıya güven”in her gün biraz daha aşağıya doğru gitmesinin iktidar çevrelerini alarme etmemesini anlayamıyorum, meselâ “Düşman hukuku – ikili hukuk sistemi” ifadesinin bu kadar çok kullanıldığı bir dönemi de hatırlamıyorum. Bunlar durup dururken üretilecek şeyler değil.
Belli ki bu konudaki rahatsızlık Ak Parti tabanında da -bana göre çok geç ama- bir ölçüde karşılık bulmaya başladı. “Devletin dini adalettir” gibi bir özdeyiş vardı ya “muhafazakâr kültür”de, onu hatırlayanlar oldu, hatırlatanlar oldu. Belli ki insanlar “Yahu adaletimiz yoksa neyimiz kalmış olabilir ki?” gibi sorular sormaya başladılar.
Böyle dönemlerde ortaya bazı akıldâneler çıkar, “taban”ı toparlamaya soyunurlar.
En son bana bazı sosyal medya mesajları gösterildi; meâlen şöyle deniyor:
“Sokaklarda “Hak, Hukuk, Adalet” diye haykırılıyor, evet Yargı üzerinden bazı operasyonlar yapılıyor ama, bir de onların iktidar olduğu dönemdeki hukuku düşünün, onlar bize nasıl davranacaklar, bize nefes aldırırlar mı?”
Bunun anlamı şu: “Onlar iktidar olduğunda bize yapacakları kötülükleri düşünün, bugün bizimkilerin uygulamalarını içinizde normalleştirin. Bağlılıklarınızı tartışmayın. Akıllı olun.“Bunun bir cümle ilerisinde “Siyaset bu, siyasetin kuralı bu” cümlesini tasavvur edebilirsiniz.
Ben bu yaklaşımı bir yerlerden tanıyor gibiyim.
“Bunlar iktidar olursa şeriat hukuku uygular, demokrasiyi ortadan kaldırırlar. Demokrasi kendisini ortadan kaldıracaklara özgürlük tanımaz, demokrasinin kendisini savunma hakkı vardır” gibi bir yaklaşımı, Refah Partisine, Fazilet Partisine, hatta onların içinden çıkan Ak Parti’ye kapatma davası açıldığında tam da böyle bir mantığın devreye girdiğini hatırlamamak mümkün mü?
O zamanlar yazmıştım: “Muhtemel bir suça peşin ceza getirilmek isteniyor” diye... Bir partinin “Laiklik karşıtı eylemlerin odağı olmaktan kapatılması” demek zaten, “bu parti iktidara geldiğinde İslâm şeriatı uygulayacak ve başka eğilimleri devre dışı bırakacak” demektir.
Muhafazakâr kültür Ömer Muhtar’ın “İtalyanlar bizim öğretmenimiz değil” sözünü de tanır Aliya İzzetbegoviç’in “Sırplar bizim öğretmenimiz değil” sözünü de… Aliya bu sözü Boşnak savaşçıların “Sırpların çocukları öldürdüklerini, kadınlara tecavüz ettiklerini, işkence yaptıklarını; buna misliyle karşılık vermek istediklerini” söylediklerinde söyler.
“Savaş, ölünce değil, düşmanına benzeyince kaybedilir.” sözü de ona aittir ve anlaşılan muhafazakâr camiada bunları büyük kitlelerle paylaşmak konforlu zeminlerin işidir.
Siyasetin sıcak alanı gelip çattığında, “iktidarı kaybetmek – kaybetmemek” söz konusu olduğunda “Onlar iktidara gelince şunu yaparlar, bu sebeple bugün bizim onların yapacağını yapmamız siyaset işinin tabii sonucudur” yaklaşımı…
Ne zamana kadar “öyle” olacaksınız, iktidarı kaybetme korkusu devam ettikçe sizin de ilkesizliğiniz devam edecek öyle mi?
Bunu sosyal medyadaki çürümüşlerin üslubunda yadırgamasak bile, siyaset kızıştıkça sağduyusu olduğunu düşündüğünüz isimlerin de o gayyaya düşmesi hayret uyandırıyor. Herkes birbirini dibe çekiyor.
Bu gidişat, geleceği de karartıyor. Meselâ bu dönemden geriye bir Ömer Muhtar kalabiliyor mu, bir Aliya İzzetbegoviç kalacak mı? Üstelik onlar basbayağı savaş içinde, işgalciler en iğrenç suçlar işlemişken o farkı ortaya koydular.
İçerde “Düşman hukuku” yorumlarına yol açmak kimi mutlu ediyor bilmiyorum ki…