İster halk olsun, ister aydın olsun, ister kişiler ve toplum olsun, tüm kesimler, bugün elle tutulur, gözle görülür ve duygularla hissedilir bir kaygı içindedirler. Bunun en somut ve sosyolojik belirtisi, birkaç kişi bir araya geldiğinde ya da toplandığında, hemen politik bir tartışmanın ve karşılıklı suçlama yarışının başlamış olduğunu görmekteyiz.
Kaygıları, sadece hayat pahalılığına, ekonomik duruma ve iyi gitmeyen eğitim sistemine bağlamak doğru değildir. Ayrıca ekonomik durumu çok iyi olan ve yurttaşlık bilinci, yoksulların sıkıntısını da günübirlik bir kaygı haline getirecek derecede keskinleşmemiş olan kişilerde de aynı kaygıyı görülmektedir.
Yoksuldaki yerleşmiş ve oluşmuş tevekkül duygusundan yoksunluğu da eklemiş olursak görülecektir ki, ortalıkta dolaşan ve hepimize bulaşan kaygı, yaygın haldedir ve tüm kesimlere sirayet etmiş bir durumdadır.
Bugün A’dan Z’ye kadar toplumun tüm fertlerinde gözlenen kaygı, yeni ölü çıkmış bir mahalledeki tedirginlik gibi gözle görülen bu durum etrafımızı sarmış ve yaygın hale gelmiştir.
Fakir kitledeki bugünün ve yarının düşüncesi, öğrencideki isyan ve başkaldırı duygusu, politikacıda onmaz ve dinmez muhalefet arzusu ve iktidardaki usanmaz bir savunma refleksi şeklinde beliren ve ortaya çıkan bu durum, hep aynı kaygılardan beslendiği görülmektedir.
Peki, hepimizde ileri geri adım attıran, güldürücü ya da ağlatıcı durumlar sarkacında bizi sallayan bu dert nedir? Farkında olsak da olmasak da düşüncemizin arka planında duran, neredeyse çocuklarda bile görülecek olan bu kaygı, aslında ve temelde bir “devlet kaygısı”ndan kaynaklanmaktadır.
Bir kara sevda şeklinde beliren ve ortaya çıkan bu duygu, aslında kendini içinde bulamadığı bir “idare ve devlet düzenini”nin kendi vücuduna değmesini, eroin bulamayan bir eroinman gibi, gelecekten çekip almasını istemek gibidir.
Bugün toplumun hemen hemen tüm bireylerinin kiminde geçmişe özlem, kiminde bitmez tükenmez bir karamsarlık, kiminde oportünizme varan bir boş verme, kiminde bir ideoloji pınarına sığınma şeklinde görünen ve hep aynı kaygının bir çıkış ve kurtuluş yolunun aramasından başka bir şey değildir…
Toplumun ayağının altındaki toprak sallanıyorsa, devlet başındakilerden olağanüstü bir güç umulur her zaman… Her devletin gelişmesinde, o devletin kendisi hakkında bir hüküm çıkarması mümkündür. Devletin tarihi hedefleri ve programları, bu hükümden beslenir, büyür ve gelişir. Her devlet, niçin var olduğunun bilincini taşırsa, daha çok var olur, daha çok yerinde oturur, yanlışlarından daha kolay, daha çabuk ve daha az zararla dönebilir.
Bugün böyle mi? 50 yıldır süren ve inatla silahla çözeceğini düşünen bir devlet aklı vardır. Bu anlayış, Kürt meselesinde bir arpa boyu yol alabilmiş midir? Dış politikada sürekli bir gelişme ve devinme çizmiyor mu? Kurumlar, birbirine hatta kendi gelişimine zıt doğrultularda kırık ve çapraz çizgiler içinde bunalmıyor mu?
Günümüzde, kültür ve uygarlık seçiminde bir sarkaç gibi sallanıyor devlet… Tolum ve onu oluşturan kişiler, için için eskilerin ince hastalık dedikleri bir ağrı taşıyor.
Devlet, sadece var olmak ve varlığını sürdürmek için uğraşmakta, fakat başka işlevlerinin de olduğunu unutmuş gibi görünmekte… Ancak, onbaşı kültürüne sahip aydınlar ve kendi çıkarlarını önceleyen politikacılar, ne kadar uğraşırlarsa uğraşsınlar ve her türlü baltalamalara rağmen halkların, kendi değerlerine olan bağlılıklarını sürdürmeleri ve bu değerlerini yitirmemeleri, bu çatışma döneminde kendi aydın kadrolarını yetiştirmeleri kaçınılmazdır artık… Bunlar, aydınlık bir devlet kavaramı ve görüşüyle donanmış olarak devletin hayat kaynaklarının başına yerleştirebilirse, bu sadece ülkemizin kurtuluşu olmayacak, Ortadoğu ve hatta bütün İslam dünyasının kurtuluşu olacaktır. Böyle bir durum ve girişim, artık tarihi ve aktüel bir zarurettir…
Kaynak: Farklı Bakış