Kudüs’ün en önemli ailelerinden birine mensup olan Abdulkadir el-Huseynî, 1910’da Kudüs’te dünyaya gelmişti. Kahire Üniversitesi’nde kimya okuduktan sonra Kudüs’e dönen Abdulkadir, 1936-39 olayları sırasında liderlik yeteneğini ispatlamıştı. İkinci Dünya Savaşı yıllarında Ortadoğu’da sürekli yer değiştirerek yaşayan Abdulkadir -oğlu Faysal, 1940’ta Bağdat’ta dünyaya gelmişti-, Filistin’in paylaştırılması tasarısı BM’de kabul edildiğinde Kahire’deydi. Etrafındaki gençlerden biri, 18 yaşındaki Muhammed Abdurrahman el-Kudve, ileride “Yaser Arafat” adıyla şöhret bulacaktı. Abdulkadir’in altı yaşındaki oğlu Faysal, o sırada kendisine ağabeylik yapan Muhammed’in karşısına, yıllar sonra siyasî rakip olarak çıkacaktı.
Filistinlilerin kahramanı Şehit Abdulkâdir el-Huseynî.
(Babası Abdulkadir el-Huseynî’ye duyulan saygı ve hayranlıktan ötürü Filistinliler tarafından çok sevilen Faysal el-Huseynî, 31 Mayıs 2001’de hayatını kaybetti. Cenazesi, on binlerce kişinin katıldığı bir törenle, Mescid-i Aksâ’da, dedesi Mûsâ Kâzım Paşa el-Huseynî ve babası Abdulkâdir el-Huseynî’nin yanına defnedildi. Faysal el-Huseynî, 1967’deki işgalden sonra Mescid-i Aksâ’ya defnedilmesine İsrail tarafından izin verilen ilk ve tek Filistinlidir.)
Filistin Müftüsü Hacı Emîn el-Hüseynî tarafından atandığı Cihâd-ı Mukaddes Ordusu’nun komutanı sıfatıyla, 1948’in başında Filistin’e dönen Abdulkadir, emrindeki az sayıda askerle birlikte Siyonistlere yönelik tedhiş hareketlerine girişti.
22 Şubat 1948’de Kudüs’ün batı kesimindeki Ben Yehuda Caddesi’nde düzenlenen bombalı saldırıda 54 kişi hayatını kaybetti. Yaklaşık üç hafta sonra, patlayıcı yüklü bir araç Yahudi Ajansı’nın bahçesinde 12 kişinin ölümüne yol açtı. Abdulkadir, bu saldırıları izah sadedinde, Semiramis Otel’in bombalanmasına işaret ederek, Yahudilerin kullandıkları metotları kendilerinin de örnek aldığını söyleyecekti.
Kudüs'teki Semiramis Hotel, 6 Ocak 1948'de Hagana örgütüne mensup Siyonist teröristlerin saldırısına uğradı. Müslüman ve Hristiyan 26 kişinin öldüğü saldırının kurbanları arasında İspanya’nın Kudüs Viskonsülü Manuel Allende Salazar da vardı.
Siyonistlere karşı kısa süreli başarıların ardından, Hagana birlikleri Araplara daha organize biçimde saldırmaya başladı. Mart ayı sonunda, Abdulkâdir, silah ve mühimmat desteği sağlamak için Şam’a gittiği sırada, Kudüs’ün batısındaki Kastel köyü Hagana tarafından ele geçirildi. 6 Nisan’da Kudüs’e dönen Abdulkâdir, adamlarıyla birlikte Kastel’i geri almanın hazırlıklarını yaparken, 8 Nisan gecesi, sisli bir havada, sabaha karşı Siyonistler tarafından vurularak öldürüldü.
Uzun aramalardan sonra Abdulkâdir’in cesedini bulan adamları, öfke ve üzüntüyle Kastel’e bir huruç harekâtı düzenleyerek, köyü Siyonistlerden geri almayı başardılar.
Abdulkadir el-Huseynî’nin 37 yaşındaki zamansız ölümü, Filistinliler için gerçek bir şok olmuştu. Hayranlıkla bağlandıkları ve doğal bir lider olarak gördükleri karizmatik komutan, yaklaşan felâketler silsilesine karşı hepsini korumasız ve savunmasız halde bırakıp gitmişti. Kudüs’ün Arap kesiminin üzerine öylesine ağır bir hava çökmüştü ki, Abdulkadir’in muhalifleri bile kederden paylarına düşeni almıştı. Yahudilere duyulan ağır nefretin gölgelediği bir kederdi bu. Ancak, ne ilk ne de son olacaktı.
Tel Aviv’den Kudüs’e giden yolu gözleyen en yüksek tepe olan Kastel Tepesi’nde Siyonistlerce öldürülen Filistinli Komutan Abdulkâdir el-Huseynî'nin Mescid-i Aksâ'daki cenaze töreni, 9 Nisan 1948.
9 Nisan 1948 Cuma günü, Mescid-i Aksâ’da kılınan cenaze namazının ardından Abdulkadir’in naaşı defnedildikten hemen sonra gelen bir haber, Filistinlilerin üzüntü ve öfkesini ikiye katladı:
Tel Aviv-Kudüs arasındaki kritik konumundan ötürü Deyr Yâsin’i hedef seçen Siyonistler, katliam sırasında kendi aralarından dört kişiyi de kaybetmişti. Deyr Yâsîn halkı, komşu Yahudi yerleşkesi Giv’at Şaul’le “tarafsızlık” anlaşması imzaladıkları için Siyonistler saldırılardan korunabileceklerini düşünmüş, ancak feci biçimde yanılmıştı.
Deyr Yâsin Katliamı'nda ölü sayılarının abartılarak aktarılması sonucu hayatlarından korkan binlerce Filistinli, tek bir Siyonist kurşunu atılmadan evlerini terk etti.
Hagana’nın onay verdiği, Irgun ve Lehi’nin de bizzat gerçekleştirdiği katliamın haberi, hem insanların anlatımları hem de basın-yayın yoluyla hızlı bir şekilde yayılmıştı. Söz konusu rivayetlere eklenen gerçek dışı unsurlar (örneğin, ölü sayısı iki katından fazlaya çıkarılıyor, kadınlara da tecavüz edildiği söyleniyordu) ise, Arapların umduğunun aksine uluslararası arenada Siyonistlere yönelik tepkiyi körüklemek ve İslâm dünyasının dikkatini Filistin’de yaşananlara çekmek yerine, Kudüs ve çevresinde onlarca Arap köyünün birkaç gün içinde tamamen boşalmasına yol açtı.
ABD’de yayımlanan New York Times gazetesinin 13 Nisan 1948 tarihli nüshasında, Deyr Yâsin’de öldürülenlerin sayısı 254 olarak veriliyor, Siyonistlerin Arap kadınlara tecavüz ettiği belirtiliyordu. Bu, Arapların abartılı anlatımlarına dayanılarak hazırlanmış bir haberdi. Aynı şekilde Avrupa basını da katliamı benzer verilerle duyurmuştu. Arap kaynakların Deyr Yâsin’de yaşananları abartarak aktarma eğilimine karşın, Siyonistler de yaşananları yok saymayı tercih etmiştir. Günümüzde de birçok Siyonist kaynak ve İsrail resmî tarih tezini içeren kitaplar, Deyr Yâsin Katliamı’nı görmezden gelmeyi sürdürmektedir. Ortaya çıkan kanıtlar, tanıklıklar ve tarafsız soruşturmaların ardından, Deyr Yâsin’de öldürülenlerin sayısının 105-107 civarında olduğu üzerinde görüş birliği oluşmuştur.
Deyr Yâsîn Katliamı’nı İngiliz yayın kuruluşu BBC kanalıyla dünyaya duyuran isim, Filistinli Hâzim Nuseybe (d. 1922) idi. Uzun yaşamı boyunca Ürdün Krallığı’nda diplomatlık ve dışişleri bakanlığı görevlerinde bulunan Nuseybe, katliamın ayrıntılarının abartılarak haberleştirilmesini, “ölümcül bir hata” şeklinde tanımlayacaktı.
Kaynak: gzt.com/mecra