Geçtiğimiz cumartesi günü (5 Nisan), sabah namazından hemen sonra, hepsi de İslâm coğrafyasıyla sıkı münasebet içinde bulunan kıymetli insanlarla bir istişare halkasındaydık. Temel müzakere konumuz, Gazze’nin bugün geldiği durumdu. Herkes kendi durduğu yerden baktığı için, meseleye farklı açılımlar getirdi. Zihinlerde konuyu çok yönlü olarak netleştirmek adına, işaret edilen temel noktaları -bir diyalog akışı içinde- aktarmak istiyorum:
- Gazze’deki insanları başka bir coğrafyaya taşımayı artık konuşmamız gerekiyor. İslâm dünyasının gözleri önünde bir halk yok ediliyor. Toprak mı önemlidir, yoksa insan mı? Elbette insan daha önemlidir. Madem bu insanların öldürülmesine Müslümanlar engel olamıyor, bari kapılar açılsın. Bunun gündeme taşınması lazım.
- Fakat “Gazze’nin boşaltılması” zaten şu anda İsrail ve ABD yönetiminin temel önceliği. Dolayısıyla, böyle bir plana Müslümanlar olarak onay verdiğimizde, Siyonistlerin tezlerine doğrudan destek sağlamış oluruz. Onlar zaten Gazze’yi tahliye etmek ve orada İsrail’le iltisaklı bir yönetim kurmak istiyor. Ayrıca tahliye de çözüm olmayacaktır. Bakın mesela İsrail sadece Gazze’ye saldırmıyor, Batı Şeria ve diğer Filistin bölgelerinde de işgal ağır biçimde devam ediyor.
- Gazze’deki insanların artık dayanacak gücü kalmadı. Müslümanlar hem yaşananları seyrediyor hem de oradaki mazlumlara “Çok güzel direniyorsunuz! Hepimize örnek oluyorsunuz” vb. şeklinde sadece sözle sözde “destek” veriyor. Ancak bu insanlara artık somut bir çözüm sunmamız gerekiyor. Anlaşılıyor ki, İslâm ülkeleri üstüne düşeni yapmadı ve yapmayacak. Bir halkın yok edilmesini izliyoruz.
- Yaşanan süreçte temel problemlerden biri, Arap dünyasının tavrı. Filistin’e komşu ülkeler, Filistinlileri kesinlikle topraklarına kabul etmek istemiyor. Bugün kapılar açılsa dahi, Mısır ve Ürdün, katı bir şekilde Filistinlileri almaya karşı. Şu halde, bu insanların nereye gidebileceğini de düşünmek lazım. Pratikte, Gazze’yi boşaltsak mesela, Filistinliler nereye gidebilecekler?
- İslâm dünyasının farklı ülkeleri, belli kotalarla bu insanları “mülteci” olarak kabul edebilir. Hem böylece Gazze’deki kıyım ve katliam sona erer hem de Müslümanlar arasındaki kardeşlik vazifesi yerine getirilmiş olur. Türkiye, Endonezya, Balkan ülkeleri, Cezayir… Akla gelen birçok alternatif var. Gazzeliler buralarda “hicret” mantığıyla hayatlarına devam ederler.
- Gazze halkının ciddi bir bölümünün, böylesi bir “hicret”e sıcak bakmadığını görmemiz gerekiyor. Onlar adına konuşuyoruz, fakat Gazzeliler gitmek istiyor mu gerçekten? Kapılar açılsa bile, gidenlerin oranı çok küçük miktarlarda kalabilir. Gazze’deki herkes Hamas’ı desteklemiyor, doğru. Hatta Hamas’a yönelik sert eleştiriler de var. Ama bu iş Hamas’ı çoktan aşmış durumda.
- Gazzelilerin önemli bir bölümünün gitmek istemediğini nerden biliyoruz peki? “Hicret” söz konusu olduğunda Gazzeliler adına konuşmayalım diyoruz, ama “Gazze boşaltılmasın” derken onlar adına konuşmakta beis görmüyoruz. İçeriden gelen çığlıklara bakarsak, insanlar artık kurtulmak istiyor. Çarelerden biri de hicret.
- Bu meseleyi soğukkanlılıkla konuşmak gerçekten çok zor. Gazze’de ölüm ve şehadet, insanların hayatlarının doğal bir parçası durumunda. Toprak ve vatan mefhumu da, başka coğrafyalarda ifade ettiğinden çok daha derin manalar taşıyor. Siyonist Yahudilerin işgali, Filistinli nesillerde öylesine keskin travmalar oluşturdu ki, insanların duygusal olarak dışarıdan dayatılan her türlü çözüm ve çareye direndiği bir atmosfer de var. Ayrıca Arap dünyasındaki bazı mahfillerde meselenin ele alınış biçimi hem samimiyetsiz hem de hamasî. Filistin her ülkede aynı zamanda iç siyasetin konusu olduğu için, Gazzelilerle nasıl “baş edileceği” de ayrı bir mesele.
Müzakere bu minvalde devam ederken, benim aklımda tek somut çözüm beliriyordu: İslâm dünyasının öyle veya böyle sözünü dinleyeceği, güçlü ve kararlı bir odak, masaya demir yumruğunu vurarak ve her şeyi göze alarak öne çıkacaktı. Böylesi kriz dönemlerinde hep olduğu gibi. İşgale karşı tek çare, kuvvet ve caydırıcılıktı. Kuvvet ve caydırıcılık olmadan, konuşmalar boşunaydı. Ve tarihte sadece müzakereyle çözülmüş tek bir insanî kriz yoktu.