Reklam Görüntülerine Tıklayarak Kitap Siparişi Verebilirsiniz

Sedat Yenigün´ün Ayşe´si

Yazar Cihan Aktaş, 5 Temmuz 1980 günü, ?karanlık güçlerin´ maşası olan faşistler tarafından şehit edilen Sedat Yenigün ile ilgili bir yazı kaleme aldı. Dünya Bülteni´nde yayımlanan yazıyı, siz değerli Haber duruş takipçileri için iktibas ediyoruz...

Sedat Yenigün´ün Ayşe´si

Şehitlerine ihtiram gösterme hassasiyeti hamasi söylemlerle sınırlı kalan bir toplum mu olduğumuz sorusu, yakınlarda gerçekleştirdiğim bir ziyaretin ardından yeniden belirdi zihnimde.  Kendi açımdan ise planlarla tasarılarla önemli işlerin nasıl geciktirilebileceğini yaşamış oldum bu ziyarette. Sedat Yenigün tam 31 yıl önce bugün,  5 Temmuz 1980´de şehit edildi. Bu şehadet ilk duyduğum andan itibaren bir şekilde içimde yankılanıyorsa, öncelikli sebep elbet Türkiye´deki Müslümanların varlıklarını yeniden tanımlama aşamasında sağcılıkla aralarına koyduğu mesafeyle ilgili anlamlar barındırması. Yenigün, hakkında bir kitap, muhtemelen bir roman yazmayı istediğim bir kişilik. Onu daha yakından tanımayı bu yüzden de hep istedim. Eşi Ayşe Hanım´ı ziyaretim bir görevin ifası kadar, yıllardır zihnimde taşıdığım tasarıya doğru atılmış bir adım anlamına da geliyordu. Buna karşılık bu ziyaret zihnimdeki kitap tasarısını Yenigün´ün eşi zaviyesinden yeniden ele almaya düşündürtecek kadar etkiledi beni.

Bir kadın, hiç sıradan olmayan bir kadın Ayşe Yenigün, yılın belli dönemlerinde aynı şehirde yaşadığımız halde aramızda sıradağlar varmış gibi ulaşamadığım bir adreste kendi içinde tartışmalar sürdürmeye devam ediyor. Bana kalırsa canlı bir yakın tarih, üstelik sadece kuru bilgiden ibaret değil aktaracağı, anlattıklarını duyarak canlandırıyor sahneleri ve kendi adına bir ideali gerçekleştirmek için gerçekleri örtbas etmeye ihtiyaç hissetmeyecek kadar güvenli durduğu, inandığı yere.

Adana´da yaşayan öykü yazarı Ömer Faruk Dönmez´e aşağı yukarı şöyle söz ettim ondan: ?Adanalı? sanki öyle olur: Toprak kadar dayanıklı, güvenli.

Daha özlü olarak şunu demek istiyorum: Ben faili meçhul bir şehit yazarın eşini ziyarete gitmek için adresine ulaşmaya çalıştım yıllarca, onu bulduğum zaman ise konuşmayı rahmetlinin hayatının ayrıntılarına yoğunlaştırmayı erteleyerek onun hayat hikâyesinin ayrıntılarınadaldım. Bu hayat hikayesi şehidin hayatıyla buluşuyor yirmi yaşlarında, ancak Ayşe Hanım´ın anlatımında başka bir perspektifi öne çıkartıyor. Yardımcı roldeki kadın aktörleşiyor, şehitin hüviyetini hiç de gölgede bırakmadan. Bir kere yalın ve dürüst, eşinin anısının görkemine sığınmayı değil, alın teri göz nuruyla mücadele etmeyi yeğliyor iki küçük oğluyla, beş yıllık eşinin vefatının ardından. Üstelik çevresindekiler işini gücünü bırakıp çocuklarıyla eve kapanmasını tek seçenek olarak dayatmayı sürdürürken?

Adanalı genç kadın bu yöndeki dayatma ve talimatları kabul etmiyor ve zorlu mücadelesi başlıyor. Öğretmenlik çocuklarına hem annelik hem de babalık yapan genç kadın için uygun bir meslek, gelgelelim Ayşe Hanım başörtülü. 12 Eylül´ü izleyen yıllarda başörtülü öğretmen olmanın hangi anlama geldiğini, ablam Hülya Aktaş´ın deneyimlerinde izlemişimdir. İlerici olduğunu söyleyen meslektaşlarınız sizi bir yerlere ihbar eder ve müfettişlerin sınıfınıza yaptığı baskını bir keyifle izlerler.

Ayşe Hanım aşkla benimsemiş tesettürü, ?gönülsüz örtü hiç olmasa daha iyi? diye düşünüyor.  Kendisini şehitin dul eşi olarak bir yas hücresine yerleştirmeye çalışanlar karşısında mesleği olan öğretmenliğe dayanarak tavır koymuş. Öğretmenliğini okul mekânıyla sınırlamamış, öğrencilerinin her türlü sorunuyla ilgilenmiş, ev toplantıları yoluyla devam etmiş öğretmeye ve öğrenmeye. ?Ya öğrenen olmalıyım ya da öğreten. Aksi takdirde gideceğim yerler dağlar olur. Dağlar beni her zaman çekmiştir. Bahar gelince başlar dağ aşkım. Toroslar´a giderim, ecdadımın dağlarına.?

Adanalı köklü ailenin kızının İstanbul´a gelirken sadece bir düşüncesi vardır: Üniversite tahsilinin ardından akademik kariyerini sürdürmek. Çalışkandır, iddialı ve popüler bir öğrencidir. Başlangıç yılı, 1968 ne de olsa; Avrupa´nın 68´i ister istemez yapay bir içerikle Türkiye´de yansılanıyor.  Adana´da özel kolejde eğitim gören Ayşe, aileden gelen antikomünist siyasal çizgiyi takip ediyor,  sıcak olaylara pek karışmadan. ?Sosyaldim, herkes beni tanırdı üniversitede, çalışkandım, kütüphanede geçirirdim zamanımı, şık giyinirdim, aşırı saf biriydim, arkadaş canlısıydım, yine de en yakın arkadaşlarım kitaplardı? diye tarif ediyor o dönemdeki duruşunu. ?Öyle Bir Geçer Zaman ki?? dizisinin cümlesi nazik ve zarif solcu militanlarıyla karşılaşmamıştır anfide veya koridorlarda. Tersine Yusuf İmamoğlu´nun kanlı cesedi hep gözlerinin önündedir sanki. Buna karşılık ?ben ona şehit olduktan sonra tabutunda gördüğümde âşık oldum? dediği Sedat´la ilk karşılaşmalarını anlatırken, nezih, aydınlık yüzlü, idealist genç bir dava adamını betimliyor.

Karşılaşmaların birbiriniz izlediğini fark etmiyor Ayşe, o aklı fikri kitaplarda öğrenci olmaya devam ediyor. Günlük siyasal çatışmalara ilişmeden öğrenimini sürdürmek istiyor, Adana kökeni bunu bekliyor ondan. Planladığı gibi yolunda ilerlemesine güçlük çıkartan engel, Sedat Yenigün´ün kara sevdaya düşmesi olur. Bizim Erzincanlı delikanlı sevdasından geri adım atmaz, yıllar geçse, Ayşe mezun olduktan sonra meslek hayatını Adana´da sürdürmekte kararlı davransa bile?

Kur´an, henüz okumasa da değerlerinin kaynağı oldu, olmalı, olacak; Ayşe işte böyle düşünüyor. Güzel Kur´an okuyabilmeyi isterdi, evleneceği adamı güzel Kur´an okuyan biri, çocuklarını da hafız olarak hayal ediyor. Yahya Kemal sevdiği şair, özellikle ?Aziz İstanbul?uyla.?Niçin Hırka-i Şerif´te Kur´an okunmuyor ki??, bu soruyu herkese soruyor. Soru, Ayşe´nin ilgisini çekmeye çalışan Sedat´a ulaşıyor hemen. O bağlamda bir yazı yazmış meğer. Çantasından çıkartıp okuyor. Kağıdı tutan parmaklarından yeşil bir ışık akıyormuş gibi geliyor Ayşe´ye. Bu bir aşk işareti değildir, hayır; Ayşe aşkla meşkle ilgisi olmasını istemiyor. Aşk bir zaaf hali, o bunu üstüne almaya direniyor.

O her yerde karşısına çıkmaya devam ediyor. Bir sağcıların eline geçiyor fakülte, bir solcuların. Sağcılar edebiyat fakültesini ele geçirmiş. Koridorları, amfileri kaplayan gergin hava yaklaşan bir çatışmayı haber veriyor. Ayşe hiç ilgilenmeden çalışma programını yürütmeye devam ediyor. Bir yerden geçerken Sedat çıkıyor karşısına, burada durma, tehlikeli olabilir, diye uyarıyor.

Yağmurlu bir günün ikindisinde Türkiyat Enstitüsü´nden doğru fakülteye giriyor Ayşe, koridor boyunca ilerliyor. İki tarafta hırpani karanlık yüzlü kılıksız adamlar, ortalarında bulunan ?ufak tefek nur yüzlü çocuğun? üzerine yürüyorlar iki yandan. Yusuf İmamoğlu vurulduğunda, ?alçaklar? diye sesini yükselten kişi de değil midir Sedat?  Bunu düşünürken, ?Allah!? diye bağırıyor Ayşe, pek de ne yaptığının ayırtında olmadan. Adamlar kaçıyorlar.  Ayşe o sırada bu soruya cevap aramaya başlıyor belki: Kaçmanın yararı olacak mı?

Fakat yine de akademik kariyerini sürdürmesine engel olduğu için öfkelidir Sedat´a. O taraklarda hiç bezi olmasa da kara sevdaya düşüren kız imgesinin çalışkan öğrenci  kimliğini görünmez hale getirmesi karşısında Sedat´ı suçluyor, uzak duruyor ondan. Profesör olmasını isteyen babasının beklentilerini içselleştirdiği halde, öncelikle bu yüzden de dönüyor Adana´ya. Belki kendine sebepler icat ediyor, belki sadece kargaşa ortamından uzakta düşünmek istiyor istikbali konusunda? Çok sevilen yakışıklı kardeşinin bisiklet çarpması sonucu vefatı, kararını güçlendiriyor. 

Kaynak: dunyabulteni.net



Anahtar Kelimeler: Sedat Yenigün Ayşe

Uyarı! Yapmış olduğunuz yorumlar incelendikten sonra onaylanacaktır onaylandıktan sonra gözükecektir


YAZARLAR

Resimlere Tıklayarak Kitap Satın Alabilirsiniz

HABERLER