Özel televizyonların hayatımıza girdiği 1990´lı yılların üzerinden çok yıllar geçti. Sosyolojik, kültürel, siyasal nitelikte bir analiz yapılabilse, medyanın bu dönemde Türk halkının kılcal damarlarında nasıl travmalar oluşturduğunu anlama imkânı bulabilirdik. Bu renkli dünya, aslında maneviyat yapımızda, ahlak iklimimizde, örf ve ananelerimizde müthiş kırılmalar meydana getirdi. Bu kırılmalar, insanlarımızın hayatı kavrayışlarında, oturmalarında, kalkmalarında, hayatlarını biçimlemelerinde, kendilerine kimlikler oluşturmalarında çok önemli göstergeler ortaya koydu. TRT´nin tek tabanca olduğu dönemde ekran zevklerimizi ve renklerimizi belirleyen sadece bir yapı söz konusuydu. Gerçi TRT de o dönemde zihinsel yapımızı iğdiş edecek, manevi hayatımızı bulandıracak, iffeti değil şehveti başrole koyacak, Amerikanvari hayat tarzını içselleştirecek yapımları ekranlarına getirmiyor değildi. Mesela, buna örnek Dallas isimli dizinin yayınlanmasıydı. Dallas, nerde sabah orda akşam hayat tarzını, Amerikanvari kirli ilişkileri, çirkefliği gözümüzün içine sokmuştu. Yayınlandığı gecelerde sokakların boşaldığı bu dizi, bir kuşağın mahvolmasına yol açmıştı. Bugün 20 ulusal kanal, yüzlerce uydu televizyon kanalı günün 24 saati, ruhumuza kadar işleyen bir algı değişikliğini ortaya koyabilmek için var gücüyle çabalıyor. Türk aile yapısı diye RTÜK´ün elinde bulunan kanun maddesindeki mahremiyet penceremizin, bu kirli ve bataklık yayınlarla sürekli tehdit altında tutulduğunu kör olan gözler bile fark edebiliyor.
Bu toplumsal acıyı ve sancıyı, zaman zaman gazetelerin üçüncü sayfalarına yansıyan haberlerle analiz edebiliyoruz. Tecavüzler, şiddetler, cinnetler? Toplumun sosyal dokularında yaşanan sancı, bir şekilde bir yerden patlak veriyor. Toplumun derinlerinde yaşanan psikopatlık, sapıklık artık gazetelerimizin, televizyonlarımızın birinci haberlerinde yer alıyor. Geçtiğimiz günlerde Küçükçekmece´de yaşanan insanlık dramı, çocuk istismarının toplumun derinlerinde yaşanan gerçekliğin, sosyolojik ve psikolojik olarak araştırılması, soruşturulması gerekiyor.
Bu konuda meclisimiz ne yapıyor?
Çocuk istismarı, tecavüz, kadın katliamları noktasında sürekli artan istatistiklerin ortadan kaldırılması yönünde meclisimizin acilen, dil, din, ırk gözetmeksizin ve bu sapıklıkları ortadan kaldıracak nitelikteki kanunları ve yaptırımları ortaya koyması gerekmez mi?
Ekranlarda gördüğü ?şiddetin kahramanlarına? özenen tipler de, kendi kurallarını kendisi koymak için silaha sarılıp bir yerlere ?insanlık faturası? kesmeyi mübah görebiliyorlar. Bu noktada şiddet sarmalının içinde bulunanlara caydırıcı nitelikteki kanunlarla yaklaşılması gerekmiyor mu? Evimizin en mutena köşesine koyduğumuz televizyon aygıtı, hayatımızın en girift yönlerine bir şekilde müdahale ediyor. Algılarımızı değiştiriyor, beğenilerimizi yönlendiriyor. Hiçbir mahremiyet çıtasının olmadığı diziler ve programlar, iffeti değil şehveti başrole koyan anlayış ve hiçbir sınırlamanın olmadığı sosyal medya gayya çukurları, toplumsal olarak bizleri ahlaken çökertiyor, maneviyat yapımızı yok ediyor.
Bir kuşak böyle yok ediliyor? Bir kuşağın ahlak, maneviyat, sosyal doku, kültürel yapı ve zihinsel performansları böyle şekillendiriliyor. Hiçbir manevi değerin olmadığı, hiçbir yardımlaşmanın, dayanışmanın bulunmadığı, egoist, hedonist Batılı tipteki insanın benzerlerini oluşturmak için yapılan bu harekât, toplumumuzun ta derinlerinde bulunan güzellikleri, yardımlaşma ve dayanışmayı, ahlak kavramını yok edecek bir nitelik arz ediyor.
Nereye kadar?.. Bu toplumsal çürüme nereye kadar devam edecek?