MUHAMMED YETİŞ
Günümüzün popüler kavramlarındandır adalet ve maslahat. Ancak toplumumuz bu kavramları kullanırken bunlardan neşet eden anlamdan ziyade, bunlara yüklediği manaları kasteder. Daha doğrusu biz bu kavramların gerçek manalarını ortaya çıkarıp topluma ışık tutmak yerine, bunları sömürmeyi tercih ediyoruz.
Günlük hayatta pek çok kez ikilemlerle/tezatlarla karşı karşıya kalırız. Aliya bu konu üzerinde çok durmuştur: ?Doğu ve Batı Arasında İslam´ adlı kitabında kültürel dünyamızı yepyeni bir kavramlaştırma ile ele alır: Ona göre dünya tezatlar üzerine kurulmuştur. Ak-kara, madde-mana, eğri-doğru? Bu da doğaldır, esasen tezatların varlığını ortadan kaldıramayız. Her ne kadar bir taraf olumlu, bir taraf olumsuz gözüküyorsa da önemli olan bunların konumunu bilerek anlamlı sentezlere ulaşabilmektir.
Ne var ki sağlıklı sentezlere sanıldığı kadar kolay ulaşılamamaktadır. Bunun için bir ölçeğe ihtiyaç vardır. Aliya´ya göre bu ölçek İslam´dır.1 Ne hazindir ki, bu konuda en çok hata yapanlar da Müslümanlar olmaktadır. Bizler günlük hayatta kararlarımızı verirken, bir adım atarken bir yetkimizi veya salahiyetimizi kullanırken; gerek fiili manada, gerek düşünce planında veya gerekse duygusal anlamda tercihlerimizi yaparken sentezler yaparız. İşte tam da bu noktada yazımızın başlığında kullanılan kelimelerin değeri ve önemi ortaya çıkar. Eğer adaletle hareket edeceksek her şeyin olması gerektiği gibi, olması gereken zamanda ve olması gerektiği şekilde yapmak zorundayız. Çünkü adalet; insaflı, doğru, eşit olmak; doğru davranmak, zulmetmekten uzak olmak; her şeye tam hakkını vermek, kararlı ve ölçülü olmak, istikamet ve hakkaniyet üzere olmak gibi anlamları içerir.2
Ancak bu kavram ve anlam dünyası ışığında karar vermenin, tercih yapmanın ve hareket etmenin bir bedeli vardır. İşte bu noktada zaaflarımız, korkularımız, olumsuz duygu, algı ve tutumlarımız ortaya çıkıyor. Adalet üzere hareket ettiğimizde muhataplarımızdan, çevremizden tepki ve baskılar ortaya çıkabiliyor. Çünkü adaletten ziyade, çıkar ve menfaat eksenli bir toplumda yaşıyoruz. Maddi veya manevi çıkarları riske giren insanlar karar mekanizmasındaki kişi veya kurumlara tepki ve baskılarını arttırır. Bu noktada inisiyatif sahibi kişi veya kurumlar -ki bunlar resmi veya sivil olsun hiç fark etmez- bocalamaya ve bu durumdan kurtulmaya çalışır ve tam bu noktada maslahat kavramı devreye girer. Maslahat kelimesi lügatta menfaat ve iyiliğe vasıta olan her şey demektir. Istılahta ise genel olarak menfaatin temini, mefsedetin ise def´i olarak tarif edilmektedir. Daha geniş bir tanımla maslahat, hükmün kendisine bağlanması ve üzerine hüküm bina edilmesi, insanlara bir fayda sağlayan veya onlardan bir zararı gideren, bununla beraber muteber veya geçersiz sayıldığına dair bir delil bulunmayan durum ve gerekçelerdir. İmam Gazali maslahatta asıl gayenin, şeriatın insanların dinlerini, canlarını, mallarını, akıllarını ve nesillerini muhafaza altına alma esası olduğunu belirterek ?bu beş şeyi muhafaza eden her şey maslahattır. Aksi ise mefsedetin ta kendisidir. ? demektedir.3 Burada yanıldığımız nokta şurasıdır: Adaletten ayrılmak zulme sapmak anlamına gelir ki, bu durumun maslahatla hiçbir ilgisi yoktur. Zor zamanlarda karşılaştığımız ikilemlerde pek çok kimse adalet yerine maslahatı tercih ettiğini düşünür. Halbuki asıl maslahat adalet üzere olmaktır.
Maslahat zulümden kurtuluşu ve adalet üzere olmayı gerektirirken, biz durumdan kurtulmayı tercih edip maslahat yaptığımızı düşünüyoruz. İki çocuğumuz kavga edip yanımıza geldiğinde yapmamız gereken, haklı ve haksızı ortaya çıkarıp zulme uğrayanı teskin edip; zulmedeni te´dip etmektir. Bu şekilde adalet yerini bulur. Ancak bunun yerine her ikisini azarlamak veya her ikisini de teskin etme yoluna gittiğimizde kendimize göre durumdan kurtuluruz; ancak onların arasındaki sorunlar devam edecektir. Sınıflarda uygulanan sıra dayakları da bu duruma örnek gösterilebilir. Bu aslında sorunu çözmek değil; sorunu halının altına süpürmek demektir. O an bu sorundan kurtulsak bile kısa bir süre sonra aynı sorunlarla karşılaşmak yüksek olasılıktır. Bu örnekler çok basit gelebilir. Lakin Rabbimizin kutlu kitabında Adem´in iki oğlunun (Habil-Kabil)kavgasından laf olsun diye bahsetmez.4 Çünkü iki oğul arasındaki ilişki zamanla iki aile, iki kabile, iki şehir, iki ülke ve derken iki medeniyet arasındaki ilişkiye dönüşebilir. İki oğul arasındaki meselelerde adil çözümlere ulaşıldığında, makas büyüdükçe adalet toplumsal bir boyut kazanacaktır. Ancak adil çözümler yerine ?maslahat´ adı altında sorunlar halının altına süpürüldükçe, makas büyüdüğünde kaos ve kargaşa bütün topluma ve hatta dünyaya yayılacak, çok ağır bedeller ödenecek ve de kontrolü imkânsız bir hâl alacaktır. Aslında bugün ateş topuna dönmüş dünyamızda yaşadığımız acıların temeli de buraya dayanmıyor mu? Adalet bu nedenle mülkün temeli değil midir?
Adalet; her yerde, her ölçekte, her zaman, herkese lazım?
Yazının tamamı Özgün İrade Dergisi´nden alınmıştır.
---------------------------------------------------------
-
Aliya İzzetbegoviç, Özgürlük Mücadelesi ve İslami Yeniden Doğuşun Sorunları
-
İslamalimi.com
-
İslam-tr.net
-
Kuran-ı Kerim. Maide Suresi, 27. Ayet