I-
“Derviş Sayılgan ben. Bursa’da ikamet etmekteyim. 23 yaşındayım. Mimar Sinan Üniversitesi Tarih Bölümü’nü bitirdim. Koşmadan Yoruldum etiketiyle yayımlanmış bir şiir kitabım var. İki şiirim bestelendi. Üç şiirimi de bizzat kendim besteledim. Ama bestemi uluslararası isimlere vermek noktasında bir tercih belirledim. Mesela Adele. Onun ses aralığına uygun bir beste olduğunu düşünüyorum. Bilindiği gibi kendisi daha önce Ahmet Kaya’nın bir şarkısını seslendirmişti. Öykülerimi henüz iki kapak arasında toplamadım. Ama üç tanesi radyo tiyatrosu olarak yayınlandı, bir tanesi Şehir Tiyatroları’nda sahnelenmek üzere.
Öykü ve şiir ile sadece metin inşa etmek noktasında ilgilenmeyip bizzat poetika üstüne metinler de kaleme alıyorum. En son Varınca dergisinin Eylül sayısında yayımlamış olduğum “Her metin kendinden önce yazılmış metinlerin ağırlığını taşır” isimli makalem büyük bir tartışma yarattı.
Sanatçının ancak kendi atmosferi içinde nefes aldığına inandığım için sanatsal çalışmalarımı sadece şiir ve öykü ile sınırlamadım. Beş karma sergiye katıldım, iki de kişisel sergi açtım. Resimlerimden üçü Ocak ayından itibaren Macaristan’da karma sergiye katılacak. Şimdiye kadar sergilediğim pek çok resim, kitap kapağı olarak okuyucular ile buluştu.
2021 Ocak ayından itibaren rotamı dijital sanat kulvarına çevirdim. Dijital sanat konusunda önümüzdeki yıllarda Türk sanatçıların büyük bir hamlesinin olacağına inanıyor, bu hamlede esaslı bir mücadele için kendimi adım adım hazırlıyorum.”
75 yaşındaki Kanuni İhsan Çınar üçüncü defa aynı hal tercümesini okuttu. Üçüncüsünde “Yaşı 23 demiştiniz, değil mi?” diye sordu. “Evet, Efendim.” dedi Asaf Fikri Bey. “23 yaşında olduğunu yazmış.”
“23 yaşında olduğunu söylüyor demek.” diye tekrarladı düşüncel düşünceli İhsan Çınar.
Bir vakit sessizlik hükmünü sürdürdü.
Sessizliği, dingin sesi ile İhsan Çınar yavaşça ikiye böldü: “Bizim böyle uzaktan uzaktan anlatışımız gençlere faideli olacak diyorsunuz, öyle mi?”
“Evet üstadım. Elbette ru be ru buluşmaların yerini tutmaz. Araya demir çelik bir sürü alet edavat girecek. Gönülden gönle doğrudan akmayacak tabii. Ama ne yapalım, siz hep demez misiniz zaruret miktarı diye. Bu da öyle olsun. Maksat, gençler sizi tanısın.”
“Gençler bizi tanıyıp da ne olacak efendim, belki bu vesile ile bizim gençleri daha yakından tanımamız icab ediyordur. Kim bilir!”
“...”
“Mamafih böyle hal tercümelerini istememiz iyi oldu. Biz de bilelim değil mi efendim meclisimizde kimler vardır. Fakat çok hayretimi mucip oldu. 23 yaşında böyle gençler... Maşallah maşallah. Bir fidan yetişmiş, meyve vermiş, bakınız meyvesini takdir edenler bile olmuş. Size zahmet haftaya bu beyefendi oğlumuzun eserleri hakkında yazılmış yazıları getirir misiniz? Dersler başlamadan önce biz de taliplerin vücuda getirmiş olduğu eserleri talep ederek aynı bahçede buluşalım değil mi?”
“Nasıl isterseniz efendim.”
II-
“İlan ettiğimiz dersler için kaç günümüz kaldı?”
“İki hafta var hocam. Her müracaat eden kişiden hal tercümesini alıyoruz. Yeni hal tercümelerini okumamı isterseniz...”
“Hayhay, memnuniyetle.”
“Hocam çok değişik çevrelerden, neredeyse her yaş grubundan talibimiz var.”
“Maşallah. Maşallah. Geçen hafta sizden bir şey istirham etmiştim.”
“Evet hocam. İnternet âleminde arama bulma işlerinde bendeniz pek başarılı değilim. Yeğenimden rica ettim. O istediğiniz bilgileri birazdan size sunacak.”
“Zahmet olmuş.”
“Siz demez misiniz hocam, zahmet olmadan rahmet olmaz. Belki bizim delikanlı için de özendirici olur. Yaşıtlarının yaptığı işlere bakınca. Kim bilir... Ne demişler üzüm üzüme bakarak... Müsaadenizle kendisini bir arayayım. Gençler malum unutkan oluyor. Bir sorayım neredeymiş, ne vakit gelecekmiş.”
“Zorlamayalım. Genç insan. Ne vakit gelirse artık...”
“Hah. Hoş geldin Osman. Ben de tam seni arayacaktım. Ne yaptın? Sana verdiğim kişiyi buldun mu?”
“Yok amca.”
“Ne demek oğlum YOK. Ben senin adına söz vermiş gibi oldum. ‘Osman bulur’ dedim üstadıma.”
“Öyle biri olsa illa ki bulurdum. Ama YOK.”
“Öyle biri olsa ne demek oğlum? Olmayan biri kendini anlatabilir mi? Bize o hal tercümesini gönderdikten sonra terk-i dünya mı etmiş? Onu mu demek istiyorsun.”
“Yok amcam. Terk-i dünya etmiş olsa da yapmış oldukları internette durur. Yok olmaz yani.”
“Eee?”
“Öyle biri yok.”
“Hem var diyorsun hem yok diyorsun. Başından anlat. Benim anlayacağım gibi anlat.”
“Bak amca. Bana gönderdiğiniz CV yani sizin deyiminizle hal tercümesinden öğrendiğimize göre adı Derviş soyadı Sayılgan olan biri var. Derviş Sayılgan, eğitimini, zevklerini, yazdığı yazıları, yazılarını yayınladığı dergilerin adını, yayınladığı yazılar hakkında değerlendirme yazıları yayınlayan dergilerin adını yazmış.”
“Evet, tam da böyle.”
“Ben önce Derviş Sayılgan diye birini aradım. Öyle birine rastlamadım. Sonra Derviş Sayılgan’ın yazılarını yayınlayan dergileri aradım. Onlara da rastlamadım. O yazılar hakkında yazı yazmış kişileri de aradım. Onlara da rastlamadım.”
“Yani. Bu durumda...”
“Size CV, yani hal tercümesini gönderen biri var. Ama adı Derviş Sayılgan değil. Derviş Sayılgan ve Derviş Sayılgan hakkında yazdıkları tamamen “profil oluşturma” işi.”
“Üstadım beni bağışlayın. Yani bizi. Başınızı şişirdik. Hay Allah. Biz bu konuyu başka bir yerde konuşalım. Siz bizi dinlerken yoruldunuz adeta. Renginiz soldu.”
“Yok. Ümidimi diri tutmak için... Ne diyeceğimi de bilemedim şimdi. Yani oğlum, Osman bu anlattıkların yalana girmiyor mu?”
“Hocam maalesef gençlere de bir şey...”
“Nasıl oğlum sen haklı mı buluyorsun bu kadar yalanı dolanı!”
“Yok amca. Öyle şey olur mu? Mesele haklı bulma meselesi değil. Nasıl desem...”
“Bir şey deme oğlum. Sen konuştukça ben mahcup oluyorum üstadıma.”
“İstirham ederim. Mahcubiyet birimizin hanesinde kayıtlı değildir. Ama Osman oğlumuz anlatsın, dinleyelim hele. Bilmediklerimizi belki tamam ederiz onun açtığı yolda...”
“Estağfurullah efendim. Benim sizin huzurunuzda bir şey anlatmak haddim değil. Gençleri böyle ‘profil’ oluşturmaya biraz da düzen zorluyor.”
“ Oğlum sen ne diyorsun düzen zorluyor filan diye. Bizim düzenin zorlamalarıyla ne alakamız olur. Biz hocamızı gençlerle. Zoom üzerinden... Buluşturalım dedik. Sahtekârlığa ne gerek var.”
“Size sahtekârca geliyor ama gençler kendi yaptıklarını sahtekârlık olarak anlamıyor. Yeni mezun birinden iş deneyimi, hayat tecrübesi, sanatsal etkinlikleri isteniyor. Bu mümkün mü? Profilini inşa eden kazanıyor.”
“Yalanı ortaya çıkmayacak mı?”
“Şans. Sahte diploma ile yıllarca avukatlık, doktorluk yapanlar olduğunu düşünürsek... Akademisyenler hatta...”
“Hocam başınızı şişiriyoruz ama. Müsaadenizle...Oğlum Zoom üzerinden yapılacak bir atölye çalışması için hiç gerek yok iken.. Niye yani! Bak foyası ortaya çıktı.”
“Network çalışması olarak planlamıştır büyük ihtimal. Bir sürü olmayan işin arasında hakiki bir iletişim olarak. Sizin onun profilini inceleyebileceğinizi düşünmemiştir. Genellikle öyle oluyor çünkü.”
“Ne kârı olacak?”
“Kendisine hayran pek çok kişi olacak. Hayran ekonomisi ve hayran enerjisi diye bir şey var artık.”
“Peki evladım. Anlayacağımı anladım ben. Bilmediğimiz bir aleme dalmak yerine bildiğimiz alemin kıyısında eğleşelim hele.
“Atölye çalışmasını iptal mi ediyoruz bu durumda...”
“Bilemedim. Hele biraz daha bekleyelim. Sonra zuhurata tabi oluruz...”