PKK’nin Mersin saldırısı, HDP ve PKK hattında tansiyonu yükseltti. Saldırıdan hemen sonra hem Selahattin Demirtaş hem de HDP’den kınama mesajı geldi. Her iki kınamada da, siyaseti işlevsiz kılan şiddete karşı bir tavır ve demokratik siyaseti savunma kararlılığı vardı. PKK, bu kınamalara çok sert bir tepki gösterdi; Demirtaş’ı da HDP’yi de “düşmanın diliyle konuşmak” ve “sinmişlik” le suçladı. PKK’nin jargonuna az buçuk hâkim olanlar için, bu suçlama tonunun muhataplarına dönük ağır bir öfke barındırdığı aşikârdı.
HDP, PKK’den gelen bu açıklamaya bir yanıt vermedi. Ancak Demirtaş sessiz kalmadı ve kimsenin kendisinden geri adım atmasını beklememesi gerektiğini söyledi. Adrese teslim bu cevap, PKK’nin dilini daha da sivriltti. Evvelâ Duran Kalkan’dan doğrudan Demirtaş’ı hedefe alan “Ukalalık yapma!” çıkışı geldi. Ardından PKK’ye bağlı Lekolîn sitesinde çıkan bir yazıda, Demirtaş’ın yaptığı “münafıklık” olarak nitelendi.
“Selahattin Demirtaş kuşkusuz bir devrimci değildir, hiçbir zaman da olmamıştır. Demirtaş’ın direniş cephesinde gedikler açmaya, zayıflatmaya çalışan tutum ve anlayışları en hafif tabiriyle münafıklıktır. Demirtaş’ın pişmanlık belirtileri göstererek düşmana teslim olma yaklaşımı bakımından tarihe not düşürülmesi gereken önemli bir noktadır.”
Eskinin içindeki yeni
Türkiye kamuoyunda sanki ilk defa böyle bir olay gerçekleşmiş gibi bir algı oluştu ama gerçekte HDP ve PKK ilk defa karşı karşıya gelmiyor. Daha önce de tarafların farklı uçlarda durdukları tartışmalar yaşandı. Birçok misal vermek mümkün ama “Silahın miadı doldu” diyen Osman Baydemir’in başına gelenleri hatırlamak yeterli. Yani ortada yeni bir tartışma yok! Aksine, bahse konu olan, tarihsel bir arka plana sahip ve kimi zaman sıcak siyasi gelişmelerin zorlamasıyla harmanlanan bir tartışmadır.
Mamafih eski tartışmanın içinde gözden kaçırılmaması lazım gelen “yeni” bir unsur var; o da tarafların söylemlerindeki aşırı dozdur. Karşı çıkışlar da ithamlar da, ilk defa bu kadar yoğun bir biçimde dillendiriliyor. Toplumun gözü önünde cereyan eden bu restleşme, diplerde süren bir rahatsızlığın bir nevi yüzeye vurması olarak okunabilir. Rahatsızlık, iki boyutlu.
İlki, Demirtaş’ın konumuyla alakalı. İmralı, Kandil ve HDP gibi güç odaklarının baskı altına alındığı ve susturulduğu bir dönemde Demirtaş, kitle ile direkt bir ilişki kurdu. Yazıları, kitapları ve gündeme doğrudan müdahale eden açıklamalarıyla tesirini artırdı. Kürt meselesinde taleplerin taşıyıcılığını üstlenmesi ve iktidara karşı net bir muhalif çizgide durması, kamuoyu nezdinde karşılık buldu. Böylece Demirtaş, son beş yılda bu cenahta en fazla öne çıkan aktör oldu.
Yapısal gerilim
Gerek HDP’de gerekse PKK’de memnuniyetsizlik yarattı bu durum. HDP’de eleştiriler iki noktada toplanıyordu: Bir, Demirtaş’ın şahsi adımlar atması, partinin geleneksel kolektif siyaset yapma tarzına ters düşüyordu. İki, projektörlerin sürekli olarak Demirtaş’a tutulması, hem partinin kurumsal kimliğini zayıflatıyor hem de HDP’nin diğer partilerle müzakere sahasını daraltıyordu
HDP, içindeki bu rahatsızlığın gün yüzüne çıkmamasına ve cezaevinde olan Demirtaş’ın hukukunun korunmasına dikkat etti. Demirtaş da HDP yetkilileri de, her söz aldıklarında aralarında herhangi bir görüş ayrılığının olmadığının altını çizdiler. Ama buna rağmen orta yerde bir gerilim vardı ve hemen herkes HDP ile eski eş genel başkanı arasındaki bu gerilimi hissediyordu.
Diğer taraftan PKK de Demirtaş’ın yükselişinden hoşnut olmadı. Demirtaş, geçmiş dönemlerdeki genel başkanlardan farklı bir profil çizdi. Toplumla kişisel bir bağ kurdu, popülaritesini artırdı, bilhassa genç kuşakta taraftarlarını çoğalttı. Muhalif basında destekçilerinin olması da Demirtaş’ın söylediklerine daha fazla sayıda insanın kulak kesilmesini sağladı. Siyasi olanın ön plana çıkma ihtimali ise PKK için kabulü imkânsız bir haldi. Nitekim Demirtaş’a karşı bu denli yıkıcı bir dil kullanılmasının nedeni de, bu halin onun suretinde belirmesiydi.
İkinci boyut, daha yapısal bir muhteva taşıyor. PKK, kendisini belirleyici kılan ilişki tarzının olduğu gibi devam etmesini istiyor. Yıllar içinde oluşmuş statükodan zerre kadar taviz verme niyeti yok. Statükoda gedik açması muhtemel her hamleye şiddetle karşı koymasının sebebi de bu. Lakin beri yanda sosyoloji değişiyor. HDP’ye destek veren Kürtler hem zihnî hem de mekânsal bir değişimden geçiyor. Ağırlıklı bir kesimi şehirlerde ve metropollerde yaşayan Kürtlerin, doğal olarak, talepleri ve beklentileri de eskisinden farklılaşıyor.
Kaçınılmaz karar anı
Sosyolojik dönüşümün siyasi alana yansımasının olmaması düşünülemez. Hâlihazırda HDP’ye güç kazandıran iki mühim dinamik var: Biri, hak mücadelesinin silahla değil siyasetle verilmesi gerektiğinin muhkem bir kanaate dönüşmesidir. Diğeri ise, Türkiye siyasetinin seküler ve muhafazakâr temsilcilerinin Kürtlerin istemlerine denk düşen bir siyaset üretmekte zayıf kalmasıdır. Her iki dinamik, HDP’nin siyaseten elini kuvvetlendiriyor. Buna mukabil PKK de kendi gücünü muhafaza etmeye çalışıyor ve bu da ciddi bir yapısal gerilime yol açıyor.
HDP ve PKK, bu bağlamda, ister istemez bir karar anına doğru gidiyorlar. Yaklaşan seçimlerden ötürü, harareti artırmanın herkese zarar vereceği düşünülerek şimdilik bu tartışma buzdolabına kaldırılabilir. Ama kesin olan şu ki, bu tartışma ilelebet buzdolabında tutulamaz. Yarın ya da ertesi gün başka bir vesile olur ve tartışmanın fitili yeniden yakılır. Bu nedenle, taraflar eninde sonunda bu gerilimle yüzleşmek ve bir karar vermek mecburiyetinde kalacaklardır.
Peki, kaçınılmaz an geldiğinde ne karar çıkacak diye sorarsanız, ben PKK’nin siyaseti geri plana çekme ve siyasi aktörleri susturma gayretinin akıntıya karşı kürek çekmekle eşanlamlı olduğunu ve nihayetinde ibrenin siyaseti göstereceğini düşünüyorum. Çünkü zaman siyasetten ve dolayısıyla HDP’den yana akıyor.