Reklam Görüntülerine Tıklayarak Kitap Siparişi Verebilirsiniz

Üniversitelerdeki Yapılanmaya Eleştirel Yaklaşım

Akademisyen ve üniversite ortamlarında yöneticilik görevlerinde bulunan Ekrem Atalan, onca yıllık deneyim ve birikimlerini, kendisine göre çıkarmaya çalıştığı sonuçları okuyucuyla paylaşmaktır.

Üniversitelerdeki Yapılanmaya Eleştirel Yaklaşım

Üniversitelerde 10 yıllık üst düzey yöneticiliği, sıfırdan üniversite kuruluşunda (Rektör yardımcılığı, Eğitim Fakültesi Dekanlığı, Fen Edebiyat Fakültesi Dekanlığı) görev yaptım. Hala üniversitede Dış İlişkiler Birimi Koordinatörü ve Bölüm Başkanlığını yürütmekteyim. Bu deneyimlerimden yükseköğretim kurumlarındaki bazı sıkıntıları, eksiklikleri ortaya koymaya çalıştım ve bu yazıyı da yükseköğretime ve ülkemin eğitimine katkısı olur niyeti ile yazıyorum. Kendime göre eksiklikleri, yanlışları aşağıda maddeler halinde verdim. Bunlar;

1. Türkiye’de eğitim fakültelerinin durumu (2 dönem yani 6 yıl Dekanlık yaptım): Türkiye’de Eğitim Fakülteleri şu anda maalesef fakülteden ziyade Üniversite formatına dönüşmüş durumda. Mevcut haliyle Eğitim fakültesinde onlarca bölüm var ve bu bölümler farklı fakültelerde de mevcut. Pratikte Eğitim Fakülteleri kendi başına bir üniversite formatına geçmiş durumda. Mevcut haliyle Fen edebiyat, Güzel Sanatlar, Spor bilimleri fakültelerini, Yabancı Diller tüm bölümlerini içermekte.

Eğitim Fakülteleri Dekanlar toplantısında konuyu konuştuğumuz da şu söylem kullanılıyor: ‘öğretmen eğitim fakültesine yetişir’. Bu söylem ilk bakışta doğru gibi fakat pek de öyle değil. Neden? Şu anda Milli Eğitim Bakanlığınca 86 branştan öğretmen ataması yapılıyor. Bu durumda bu 86 bölümünü eğitim fakültesini açacak mıyız? Bu mümkün değil. Çünkü; a. Türkiye’de Mesleki ve Teknik Meslek Liseleri, b. Sağlık Meslek Liseleri, c. Ticaret Meslek Lisesi, d. Havacılık Liseleri, e. Kız Meslek Liseleri, f. Denizcilik Liseleri, g. Ziraat Meslek Liseleri, h. İmam Hatip Liseleri, ı. Turizm Meslek Lisesi, i. Güzel Sanat Lisesi, j. Spor Liseleri var. Her lise tipinde çok farklı branştan öğretmen gerekir. Bu durumda farklı meslek liselerindeki öğretmenleri Eğitim Fakültelerinde yetiştirmeye kalkarsak yüzlerce bölüm açmak zorunda kalacağız. Bu da mümkün değil.

Misal Sağlık Meslek lisesinde hemşire öğretmen, doktor öğretmen lazım. Bu durumda Hemşirelik ya da Tıp bölümünü mü açacağız? Bu mümkün değil. Yine Ticaret liselerinde Maliye, İktisat, Muhasebe, Hukuk dersleri var diye Eğitim Fakültelerinde Hukuk, Muhasebe, İktisat gibi bölümler mi açacağız? Yine Eğitim Fakültelerinde Ziraat bölümü, Zootekni bölümü, Tarla Bitkileri Bölümü, Meyvecilik Bölümünü mü açacağız? Mümkün değil. Yine Mesleki ve Teknik Liselerinde İnşaat, Makine, Elektrik, Bilgisayar, Metal, Mobilya vb. bölümler var. Bu bölümleri Eğitim Fakültelerinde mi açacağız? Yani Mühendislik, Hukuk, Ziraat, Denizcilik gibi birçok bölümü açmak zorunda kalacağız. Buda mümkün değil.

Dünyada, Avrupa’da, gelişmiş ülkelerde bu durum şu şekilde çözülüyor; Eğitim fakülteleri sadece Eğitim Bilimleri eğitimi yapıyor, yani pedagojik Fakültesi gibi. Diğer bölümlerden mezun olan kişiler (Doktor, hukukçu, maliyeci, iktisatçı, denizci, ziraatçı, İnşaat mühendisi vb hangi branş olursa olsun) eğer Öğretmen olmak istiyorsa Eğitim fakültelerinde Pedagojik formasyon sertifikası alır. Milli Eğitim Bakanlığı uygun olan bölümlerden ihtiyacı kadarını atamasını yapar.

Dolayısıyla Türkiye’de Eğitim Fakülteleri sadece Eğitim Bilimleri Bölümü ve İlköğretim Bölümü içermesi gerekiyor. Bunun dışındaki bölümleri tamamen farklı fakülteden bölümlerinden mezun kişilerden öğretmen seçilebilir.

2. Üniversitelerimizde hem Mühendislik hem de Teknoloji Fakülteleri var. İki farklı fakülte mezunlar aynı haklara sahip. İkisinde mezun olanlar MÜHENDİS olmakta, maalesef farklı isim.

3. durum ise Türkiye’de Yükseköğretim Kurulu yerine Yükseköğretim Bakanlığı’nın kurulması daha uygundur. Çünkü Millî Eğitim Bakanlığı genel anlamda öğretmenler, Orta Öğretim, İlköğretim ve Okulöncesi Eğitimle ilgilenmekte. YÖK ile ilgisi sadece bütçe.

4. Türkiye’de Akademik Personel (Araştırma. Görevlisi) alınım kriterlerinin değiştirmeyi öneriyorum. Bugün Anadolu’daki birçok üniversitenin hemen hemen tüm fakültelerin öğrenci başarı sıralamasına baktığımız zaman ÖSYM sınavlarında 200 binden daha alt sevideki öğrencilerimiz kazanmaktadır. Sosyal bilimler zaten 1 ila 2 milyon civarında olanlar kazanmaktadırlar. Bu mezunlar piyasada, kurumlarda çalışabilir, fakat bilim adamı alındığında seviye düşük olmaktadır. Bu da gittikçe Türkiye’de bilimsel seviyeyi düşürmektedir. Bu nedenle benim tavsiyem ‘hangi bölüm olursa olsun akademisyen olması için en fazla ilk 50 binde üniversite sınavını kazanmış olması gerekir’ şartını koymak lazım.

Buna ek olarak KPSS ve ALES sınavları yerine Bölüm Bazlı Bilim Sınav (BBBS) yapılması ve memuriyet, akademik ve her türlü atamalarda bu sınavın dikkate alınması. Mevcut KPSS ve ALES sınavlarının içeriği Matematik ve Genel Kültür ağırlıklı sorulardır. Kişi kendi alan derslerinden yeterli bilgi sahibi olmadan Öğretmen, Akademisyen ya da başka konuma atanmaktadır. Halbuki mezunlar her yıl yapılacak Bölüm Bazlı Bilim (BBBS) sınavda yeterli bilgi sahibi olması gerekir. Deneyimlerim de şunu fark ettim; Öğrenci 2. sınıftan itibaren KPSS kurslarına devam ediyor, dersleri fazla önemsemiyor ya da çalışmıyor. Bunu sorduğumuzda verdiği cevap ‘bölüm derslerini her halükârda geçerim, gecikmeli de olsa’. Atanmak için derslerden ziyade öğrenciler KPSS kurslarına daha fazla emek veriyorlar.

5. Türkiye’de artık tematik üniversitelere geçiş yapmak gerekir. Kısaca Sağlık Bilimleri Üniversitesi, Fen ve Teknoloji bilimleri üniversitesi ve Sosyal Bilimler Üniversitesi şeklinde olabilir. Özellikle atanan rektörler farklı birim/bölümlerin ihtiyaçlarını ve sıkıntılarını anlayana kadar 2 yıl geçiyor. Bu durum idari açıdan hem eleştiri alıyor hem de gecikmelere neden oluyor.

6. Türkiye’deki Külliye (Kampüs) faciası: Üniversitelerimiz çok büyük alanlar üzerine kuruluyor, 5 bin ila 20 bin dönüm arazi üzerine kuruluyorlar. Bu durumda binaları da maalesef birbirine uzak alanlarda inşaa ediliyor. Bazen üniversite içerisinde bir yerden bir yere geçmek için minibüs ya da araba gerektirmektedir. Yaya en az 15 dakika ila yarım saat yürümek gerekir. Ayrıca farklı bölümlerde dersleri olan öğretim elemanlarının derslerinin verilmesinde sıkıntı yaşanmaktadır.

En önemlisi ise rektörlerimiz Belediye Başkanı gibi görev yapmak zorunda kalmaktadırlar. Çünkü Kampüsün yeşil oranın artırılması ve korunması, spor salonları, bisiklet yolları, yaya yolları, karayolları, alt sistem, üst sistem, ışıklandırma vb. belediyecilik işleri ile uğraşılmaktadır. Bir belediyenin yapmış olduğu tüm işleri yapmak zorunda kalıyorlar. Aksi halde eleştiri alıyorlar ve haklı olarak gelen bütçenin çoğunluğunu maalesef Külliyenin onarım, yaya yolu, bisiklet yolu, spor salonları, yüzme havuzları, sosyal alanlara vb. alanlara kullanmak zorunda kalıyorlar. Asıl bilime harcanması gereken para tabir caizse belediyecilik hizmetlerine gidiyor. Dolayısıyla bilimsel çalışmalar bütçe kalmıyor. Bu nedenle Türkiye’de kampüslerimizin bitişik nizam ya da yakın nizam bina yapılaşması daha uygundur. Örneğin ben 4 üniversitede çalıştım. Van 100 Yıl Üniversitesi 8000 dönüm, Malatya Üniversitesi yine 8000 dönüm, Dicle Üniversitesi 27000 dönüm idi. Üniversiteler bilim üretme yeridir, bahçecilik ya da spor alanları oluşturma yeri değildir.

Amacım 30 yıllık deneyim ve birikimlerimden kendime göre çıkardığım sonuçları paylaşmaktır.

 

Kaynak: Farklı Bakış



Uyarı! Yapmış olduğunuz yorumlar incelendikten sonra onaylanacaktır onaylandıktan sonra gözükecektir


YAZARLAR

Resimlere Tıklayarak Kitap Satın Alabilirsiniz

HABERLER