Daha önce ‘ekonomi’ alanında örneği zihinlere kazınmış olan yöntem şimdilerde hemen her alana yayılıyor.
İktidar gerçekleşmesi kendi elinde olmayan ve “Ha” deyince yerine gelmeyecek niyetlerini girişime dönüştürünce sonuç alınabileceğini düşünüyor.
Ekonominin kendine has kuralları var. O kuralları bilir ve onları göz önünde tutarak politikalarını belirlersin, sonuç da alırsın.
AK Parti iktidarının ilk on yılında öyle davrandı ve dünyanın en büyük ekonomileri arasına girebileceği başarılar da kaydetti.
Son yıllarda ise ekonominin kurallarına uymaktan vazgeçti, ekonomiye kendi kurallarını uygulamayı tercih etti.
Tablo ortada. Milli gelir 12 binlerden sekiz binlere geriledi. Fakirleştik.
Bir zamanlar “Kopenhag kriterleri olmazsa Ankara kriterlerini uygularız” deniliyordu; bugün ‘Ankara kriterleri’ denilebilecek bir şeyin var olmadığını biliyor ve görüyoruz. ‘Yargı reformu’, ‘insan hakları eylem planı’ türü vaatlerle kriter oluşturulmaya çalışılıyor.
Çalışılıyor da sonuç alınabiliyor mu?
Emir-komutayla ekonomi alanında sonuç alınabilirse -ki alınamıyor- eksiği gediği görüldüğü için şikayetler doğuran çeşitli alanlardaki sorunların ortadan kaldırılmasında da aynı yöntemle sonuç alınabilir.
Yani, onlarda da sonuç almak mümkün değildir.
En anlamsızı ise aynı yöntemin dış politika alanına uyarlanması…
“Mısır’la, İsrail’le ara düzeltilecek, düzelsin”
AK Parti’nin itibar ettiği gazetelerin muteber yazarlarının köşelerine göz atarsanız dış politikada yeni beklentilerin oralarda uç verdiğini göreceksiniz. [Bugünkü gazetelerden bir örneğe göz atabilirsiniz.]
Önce onlar yazıyor da devlet büyüklerinin ağızlarına oradan mı yansıyor, yoksa önce devlet büyükleri telaffuz ediyor ve muteber kalemler onlardan esinlenerek mi köşelerinde müjdeyi paylaşıyor, tam bilemeyeceğim. Ancak iki tarafın eş-güdümü hayranlık verici.
Düne kadar araya kilometrelerce mesafe koyduğumuz ve dış politika önceliklerini o mesafeleri göz önünde tutarak oluşturduğumuz ülkelerle yakınlaşma kararı alındığı anlaşılıyor.
Mısır’la arayı düzelttik ya da düzeltmek üzereyiz. Sırada İsrail var. Ondan sonra da Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri gibi Körfez ülkeleri…
Avrupa Birliği ile yeniden ilgilenmeye ve meydan okuduğumuz batımızdaki ülkelere sıcak mesajlar vermeye de başladık.
Ne güzel.
İyi de, dış politika tek taraflı kararlarla belirlenecek kadar düz bir alan değil. İlişkileri bozmak için tek taraflı irade yetse bile, bozulan ilişkileri düzeltmek için karşı tarafın da aynı iradeyi göstermesi gerekir.
İlişkilerin bozuk olduğu dönemlerde karşı ülke/ler kendilerini güvene alma ihtiyacı duyarlarsa onu sağlamada kendilerine yardımcı olacak başka ülkelerle ittifaklar oluşturabilirler.
Mısır, İsrail, Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri, Fransa…
Bu kadar birbirine benzemez ülke şu sıralarda birbirleriyle ittifak içerisinde.
O ittifakı bozmak ‘Millet İttifakı’ içerisinden Saadet Partisi’ni koparmak, HDP’yi kullanarak İYİ Parti’yi hizaya sokmak veya HDP’yi seçimlerde kendi başına bırakmak kadar kolay değil.
Kaldı ki, içeride de bu istenilenlerin sonuç alabileceği kuşkulu.
Dış politikada ittifaklar tek taraflı olarak kurulup bozulamıyor.
Tehlikesi bile var: Elbette, şimdiye kadar farklı gözlerle bakılan ülkeler kendilerine yakınlık kurmaya çalışıldığını görünce kulak kabartacak ve bu ilgiyi kendi çıkarları için kullanmaya da çalışacaklardır. Onlarla ara şekerrenk hale geldiğinde yakınlık kurulan ülkelerle arayı bozmak için bu yeni yaklaşıma ilgi gösterisinde bile bulunabilirler.
Uluslararası siyasette bunun örnekleri çok.
[Yanlış anlaşılmasın, ben ülkemizin adlarını tek tek saydığım ülkelerde yakın ilişki kurmasına karşı değilim; tam tersine, araların açılmaya yüz tuttuğunu sezdiğim ilk günden başlayarak yanlışlığa işaret edip durdum. Kendini değiştirmeden iç veya dış politikanın değiştiğine başkalarını inandırmak zordur; şimdi burada buna işaret etmeye çalışıyorum.]
Bir devlet büyüğü pek çok ülkeyle aranın açık olduğu tablo için ‘değerli yalnızlık’ sıfatını kullanmıştı; korkarım, emir-komuta yöntemiyle yenilenmek istenen dış politika tercihinin sonucu için kulağa hoş gelecek benzer bir sıfat bulmak zorlaşabilir.
Levent Gültekin’e saldırı
Muhalif olmak her yerde kolay değildir. Ancak bizde muhalif görüş sahipleri için durum çok daha zor. Son birkaç ay içerisinde muhalif görüşleriyle tanınan insanlar, -siyasiler, gazeteciler, yorumcular- saldırılara maruz kaldılar. En son, önceki gün, Levent Gültekin, program yaptığı kanalın önünde 20-25 kişi kadar oldukları anlaşılan bir güruhun saldırısına uğradı.
Güpegündüz ve kalabalık ortasında gerçekleştiriliyor saldırılar.
İstenenin, yalnızca saldırılan kişiyi değil, onun şahsında bütün muhalifleri sindirmek olduğu çok belli.
Şimdiye kadar saldırılarda can kaybı yaşanmadı, ancak bunun önüne şimdi geçilmezse öyle bir dönemle de karşılaşabiliriz.
Fiziki saldırılar sosyal medya üzerinden yürütülen trol saldırılarının bir uzantısı…
Bunların tek merkezden yönlendirildiğini düşünmek için çok ciddi sebepler var.
Görüşlerini kamuoyuyla paylaşan insanların korkutularak, saldırılarla sindirilemeyeceğinin örnekleri tarihin -bizim tarihimizin de- sayfalarında bolca bulunabilir.
Kimler yapıyor, kimler yapanları yönlendiriyorsa sonunda arzuladıklarına erişemediklerini göreceklerdir.
Geçmiş olsun Levent Gültekin…