Yanmaz kefen tüccarı Cübbeli Amed’in son günlerdeki açıklamalarını çok da masumane değerlendirmemek gerektiği kanaatindeyim.
Bir cemaati bulunan, yani bir bakıma tarikat lideri olan ve aynı zamanda peygamber terliği ve yanmaz kefen pazarlamacısı Ahmet Mahmut Ünlü’nün bir televizyon kanalında yaptığı açıklamaları hatırlayalım: “Selefi dernekleri silahlanıyor. Savcılar beni çağırırsa silahlanan 150 derneğin ismini vermeye hazırım.” Sonunda emniyet birimlerine gitti, ancak haber olarak yansıyan bilgilere göre örgüt ismi vermediği yönünde. İşin gerçeği nedir bilemiyoruz...
Peki kim bu adam, devletin bir istihbarat elemanı mı, yoksa bir şovmen mi? Eğer istihbarat elemanıysa bunun adı konulmalıdır, yok değilse bu saçmalıklara birisi dur demelidir. Zira bu ülkenin bir istihbarat örgütü var ve memlekette kimin silahlandığını, kimin tehlikeli bir örgütsel yapı içinde olduğunu bilir, daha doğrusu bilmek zorundadır. Eğer bilmiyorsa görevini yapmıyor demektir.
Dolayısıyla ortada istihbarat elemanı gibi dolaşan şarlatanlara devletin hiç mi hiç ihtiyacı yoktur. Ama öyle anlaşılıyor ki mesele başka... Galiba farklı koalisyonlardan oluşan siyasal iktidarın kıyısında köşesinde konuşlanan geçmişin kirli yapıları içinde yer almış birileri bazı cübbelerin altına saklanarak hesap görmeye çalışıyor.
Cübbeli’yi adeta bir kanaat önderi gibi pazarlamaya çalışan özellikle ulusalcı ve 28 Şubatçı tayfanın değerlendirmelerine bakıldığında kimlerin nasıl bir hesap görmeye çalıştığı daha iyi anlaşılacaktır. Açıkçası geçmişte, özellikle 28 Şubat sürecinde kimlerin nasıl bir “toplum mühendisliği”nin aracı olarak kullanıldığını çok iyi bildiğimiz için bugün ortalarda “güvenlik elemanı” gibi dolaşanlara ihtiyatla bakmak durumundayız.
Dolayısıyla böyle bir tabloda Cübbeli’nin esas hedefinin selefiler değil, İslam’ı yaşadığımız çağın diliyle yorumlamaya çalışan aydınlık zihinler olduğu kanaati daha da güçlenmektedir. Mesela Prof. Dr. Mustafa Öztürk ve Prof. Dr. Ali Köse’yi hedef gösteren açıklamaları bu konuda en önemli göstergelerdir. Umarız “Selefi dernekler silahlanıyor” gibi palavraların arkasında bir taşeronluk işi yoktur...
Ayrıca hatırlatmakta yarar var; takkeli-cübbeli-sarıklı birileri “IŞİD” ve “Selefi” söylemlerini paravan olarak kullanarak kendi cemaat yapılarının özünde bir “IŞİD tarlası” olduğu gerçeğini gizlemeye çalışmasın.
Zira “Sünni meşruiyet” şemsiyesini kullanan bazı hacı-hoca takımı kendi hurafeleri din olarak pazarlamakta ve adeta “güvenlik görevlisi” gibi hareket etmektedir. Hurafeci zihniyetin nasıl işlediğini anlamak için Mustafa Öztürk’ün şu örneğini dikkatlice okumakta yarar var: “Mahmud Efendi diye bilinen zattan duyulmuştur ki ahirette melekler bir kimseyi cehenneme götürmek için tutsalar ve o kişi ‘Ben Nakşibendî tarikatının Hâlidî koluna mensubum’ dese, bunun hürmetine o kimseyi serbest bırakırlar… Demek ki Nakşibendî Hâlidîliğe mensubiyet kıyamet/hesap günündeki ilâhî yargı ve hükmün gereğini ifa eden melekleri bile devre dışı bırakabilecek kadar güçlü ve belirleyicidir. Böyle bir din anlayışını temsil eden zihniyetin kendi hurafesini hakikat zannetmesi ve dahi dinî alanda hemen herkese parmak sallayarak cümle âleme nizam vermeye kendini yetkili görmesi gayet tabii olsa gerektir.” (Karar, 26/9/2020)
Türkiye’de hikmet ve irfan yolunda gönülleri eğitme misyonuyla sessiz sedasız faaliyet gösteren gerçek ve köklü tasavvuf ocakları var elbette ama bazı tarikat ve cemaat görünümlü yapıların zihniyetinin IŞİD’den farkını ara ki bulasın. Dolayısıyla bu yapılardan ufku dünyaya açık, akla ve bilime itibar eden hakiki dindarlık bilincine sahip insanlar değil, ancak IŞİD ve FETÖ benzeri hastalıklı zihinler çıkabilir.