Belgeselde, ABD’nin suikastla öldürülen başkanı John F. Kennedy’nin, başkanlık yarışı sırasında yine bir suikastla öldürülen kardeşi Robert F. Kennedy’nin hayatı anlatıyor.
43 yaşında hayata veda eden Robert ya da Bobby Kennedy, genç yaşına sığdırdıklarıyla Amerikan siyasetinde hala modern liberal değerlerin, eşit haklar mücadelesinin ikonik bir figürü olarak kabul ediliyor. 1968 seçimlerinde ABD’nin başına onun değil de Nixon gibi birinin geçmesiyle kaçırılan büyük fırsat hayıflanarak hatırlanıyor.
Halbuki Amerikalılar, zengin ve meşhur Kennedy ailesinin bu genç üyesini 1950’lerde genç ve hırslı bir avukat olarak Senatör McCarthy’nin komünistleri avlayıp, sorguladığı komitedeki görevi sırasında tanımışlardı.
Komünist avcılığından sonra kariyerine Senatör McClellan’ın mafyayla mücadele ettiği komitesinde devam etti.
Televizyonlardan canlı yayınlanan komite toplantılarında, rüşvet aldığı, mafyayla ilişkisi olduğu için sorgulanan sendikacı Jimmy Hoffa’nın (Irishman filminde Al Pacino’nun canlandırdığı 1975’de ortadan kaybolan sendika lideri) sorgusunu yapan sert avukat Robert Kennedy’di.
Sonra abisinin seçim kampanyasının koordinatörü oldu. Seçilince de başkan abi kardeşini 35 yaşında Adalet Bakanı olarak atadı.
2019 yılında bize bile kötü gelen bu nepotizm o tarihlerde Amerikalıları da çok kızdırmıştı. Bakanlık koltuğuna oturan genç Kennedy’nin içinden sert bir polis çıkmıştı. “Kanunları boş verin suçluları yakalayın” diye özetlenecek bir performansla aralarında Martin Luther King’in de olduğu binlerce kişinin telefonlarını dinletti. FBI’ın karanlık başkanı Hoover’le elele verdi, eski hasmı Hoffa’nın aralarında olduğu “suçlulara”, komünistlere yönelik tutuklama furyalarının ardı arkası kesilmedi.
Küba’yı işgal etmek için başlatılan başarısız Domuzlar Körfezi harekatının da kabinedeki destekçilerinden biriydi.
Ama taçlanan baş akıllandı. Bakanlığı sırasında önce “huzursuzluk çıkardıklarını” düşündüğü, “bizim değil eyaletlerin görevi” diye başından savdığı siyahi haklar mücadelesiyle yakınlaşmaya başladı. Irkçı Alabama Valisi’yle kavga edip, ilk siyahi öğrencilerin Alabama’da üniversiteye girmesini sağladı, sonra Başkan Kennedy’nin açıkladığı siyahlara eşit yurttaşlık hakları veren Medeni Haklar Yasası’nı hazırlattı.
Yine bir suikast sonucu öldürülen Martin Luther King’in cenazesinde konuşma yapacak kadar bu mücadelenin içinde bir siyasetçi haline gelmişti.
Abisinin suikastla ölümünden sonra çizgisini iyice netleştirdi. Demokrat Parti’de başkan adaylığı ön seçimlerinde girdi. Aristokrat bir aileden gelmesine rağmen yoksulları keşfetti, sendikalarla yakınlaştı, Vietnam Savaşı’na karşı çıktı.
68’in muhalif rüzgarlarını da arkasına aldığı başkanlık yarışında ön seçimlerde altı eyaletten beşini kazanmışken bir suikasta kurban gitti.
Kendisini öldüren Filistinli Hristiyan göçmenin motivasyonu da herkesin hakkını savunan bu liberal siyasetçinin Filistinlileri değil de İsrail’i savunmasıydı.
Bobby Kennedy, McCarthy komitelerinden, eli sopalı Adalet Bakanlığı’ndan, Domuzlar Körfezi çıkartmasından Martin Luther King’in cenazesine, Vietnam Savaşı karşıtlığına bir günde gelmemişti.
İktidar, kötü deneyimler onu eğitmiş, değiştirmişti.
Yoksa özeleştirisini verdiği ya da pişmanlığını bildirdiği bir özel konuşması, açıklaması yok. Ama yaptıklarıyla değiştiğini herkese fazlasıyla göstermişti.
Muhtemelen yüksek özgüveni, gururu onun bir geçmiş muhasebesi yapmasını engellemiş ya da ülkedeki hararetli ve gergin atmosfer buna izin vermemişti.
Yoksa tabii ki herkes özeleştirinin erdemli bir davranış olduğuna inanır, başkasından özeleştiri duymaktan da hoşlanır.
Ama kendi özeleştirisini verenlerin sayısı hiçbir zaman bu kadar çok değildir.
Özellikle özeleştiri geleneğinin olmadığı bizim gibi toplumlarda bu iyice zor ve riskli bir iştir.
Bizde bir grubun, siyasi görüşün, partinin, organizasyonun içinden özeleştirisini yapan kişinin üzerine, susarak durumu geçiştiren herkesin suçları da yıkılıverir. O yüzden özeleştiri vermek yerine susarak vaziyeti kurtarmak, unutulmaya güvenmek tercih edilir.
Özeleştiri ile itirafçılık da karıştırılır. Özeleştiri yapandan kendisini inkar etmesi beklenir.
Halbuki özeleştiri en başta şahsi bir ahlaki tavırdır, başkaları için değil insan önce kendisi için bunu yapar.
Ama insanların bu ahlaki erdemi göstermeye cesaret edebilmesi için, sözlerini emanet edebilecekleri, asgari düzeyde bir güven ortamının olduğu bir kamusal müzakereye ihtiyaç vardır.
Yani bizim gibi her kesimin sicilinin pek de parlak olmadığı, gruplar arası güvensizliklerin yüksek olduğu, özeleştirisini verenin itirafçı muamelesi gördüğü, sözlerinin aleyhine kullanıldığı toplumlar için fazlasıyla riskli bir erdemli davranıştan bahsediyoruz.
Bu yüzden, AK Parti’den istifa eden İstanbul Milletvekili Mustafa Yeneroğlu’nun Medyascope’da Ruşen Çakır’la yaptığı röportaj, herhalde Türkiye’de özeleştirinin en iyi örneklerinden biri olarak hatırlanacak.
Daha önce Karar’da da uzun bir röportaj yaptığımız Yeneroğlu, bu kez kendisine karşı önyargılı olan muhaliflerin de kulaklarını kabarttıkları bir mecradan sesini duyurdu.
Yazılı röportajdan tam olarak geçmeyen samimiyeti, görüntülü röportajda görünür oldu.
İyi bir demokrat olduğunu gösterdi. Söylediklerine ve savunduğu değerlere olan tutkulu inancı, ülkenin durumuyla ilgili çektiği acı ve tabii özeleştirisini verirken kendisine hiç torpil geçmemesi bugüne kadar muhafazakar kesime karşı önyargılı olan pek çok insanı da etkilemiş gözüküyor.
Özeleştiri aynı zamanda bir diyalog davetidir. Yeni bir müzakere zeminine, ortak noktalara ulaşmak için yol açmadır.
O yüzden AK Parti’den kopan ve yeni partiler kuran veya kurmak üzere olan Davutoğlu, Babacan gibi isimlerin de uzun bir süre parçası oldukları iktidarın uygulamalarıyla ilgili daha net ve açık özeleştiriler yapmaları bekleniyor.
Bu hem şimdi söylediklerinin değerini ve güvenirliliğini artıracak hem de daha fazla kulağın onlara dönmesine neden olacak.
Ama sanki bazı kesimlerin beklentisi tam olarak bu değil. Onlardan özeleştiri vermelerini değil, neredeyse itirafçı olmaları bekleyenler de var.
“Konuş”, “bildiklerini anlat”, “çarşı karışsın” ve “yiyin birbirinizi” demek bu.
O yüzden bu rövanşist hissi özeleştiriyle tatmin etmek mümkün değil.
Bu ancak kendilerini inkar etmeleriyle, kendi camialarını tümüyle karşılarına almalarıyla mümkün ki onun da kimseye bir faydası yok.
Halbuki Yeneroğlu’nun röportajında söylediği gibi kimse o kadar masum değil.
17 yıldır bu iktidarın parçası olmuş isimlerden yeni siyasi yolculuklarının başında, geçmişin bir muhasebesini yapmaları haklı olarak beklenebilir ama ya bu iktidarın 17 yıl boyunca girdiği bütün seçimleri kazanarak hala yüzde 50’ye yakın bir kitleyi domine edebilmesini borçlu olduğu muhaliflerin tarihsel kırılma anlarında aldıkları yanlış pozisyonlar ve yaptıkları büyük hatalar?
Şu ana kadar bütün bu geçmişteki hatalar için özeleştiri veren pek kimse görülmedi.
Bugüne kadar 28 Şubat için, 27 Nisan’da cumhuriyet mitinglerine koşuşturdukları için, 367 kararına destek verdikleri için, başörtüsü yasaklarını savundukları için, AK Parti kapatma davasına malzeme taşıdıkları için yanlış yaptıklarını söyleyen, herhalde Kılıçdaroğlu’ndan başka kimse yok.
Hala daha PISA sınavında Türkiye’nin aldığı kötü skorları bile Köy Enstitüleri’nin kapatılmasına bağlayabilen kendi hikayesine aşık bir kitleden herhalde bunu beklemek hayalcilik olur.
Öte yandan, son altı yıldaki en önemli kırılma anlarından biri olan Gezi olaylarının muhafazakar kesim üzerinde derin izler bırakan vandalizm, devirmecilik tarafının içeriden eleştirisini yapabilen cesur ve güçlü sesler de duyulmadı.
Şimdi mumla aranan çözüm sürecine zamanında destek vermemenin, hendek terörünü yeterince eleştirmemenin muhasebesini yapan sol entelektüel ya da Kürt siyasetçisi olmadı.
17/25 Aralık tapelerinden medet ummanın, 15 Temmuz’a ısrarla tiyatro deyip oradaki halkın mücadelesinin hakkını vermemenin muhasebesini yapan çıkmadı.
Halbuki bu kadar ekonomik, siyasi, hukuki soruna rağmen iktidara devam eden desteğin arkasında bu tarihsel bagaj ve muhalefete karşı biriken güvensizlikler var.
Nasıl iktidarın içinden bir ismin kendisini de içine katarak yaptığı net ve açık eleştirileri duymak muhaliflere iyi ve güven verici geliyorsa, eleştirilerine rağmen iktidarı desteklemeye devam edenlere de muhaliflerin yapacağı bu özeleştirileri duymak iyi ve güven verici gelecektir.
Ancak bu şekilde bir diyalog kurulabilir. Bu özeleştirilerin üzerine yeni siyasetler ve ortaklıklar inşa edilebilir, ortak bir gelecek tahayyülü yaratılabilir.
Yoksa bugünkü iktidarın vahim hataları kimseyi masum ve haklı kılmıyor.
Belki yaşananların ağırlığı insanların dönüp kendilerini de sorgulamalarını engelliyor ama bu ağırlığı kaldırmanın yolu da toplumun yeniden birbirine güvenmesini sağlamaktan, bunun yolu da özeleştiriden geçiyor.
Sürekli karşı taraftan özeleştiri istemek, tatmin olmayıp daha fazla özeleştiri talep etmek, bir noktadan sonra konuşmak değil sadece kendi hakikatlerinin onaylanmasını istemek anlamına geliyor.
İktidarın mutlak hakikatçiliği gibi, muhalefetin mutlak hakikatçiliği de tehlikeli.
Tek bir muhalefet etme şekli yok, herkesin başka meseleler yüzünden eleştirel olma, başka kırılma anlarında pozisyon ve fikir değiştirme hakkı var. Herkese tek bir muhalefet paketini dayatmak pek demokrat bir tavır değil.
Her kesimin şapkasını öne koyup, samimi muhasebe yapması gereken bir eşikteyiz.
Birinin özeleştirisi ötekinin haklılığının onayı anlamına gelmiyor.
Bir özeleştiriden çıkarılacak en kötü ders de onu kendi haklılığına malzeme etmek olur.
Özeleştiriden hoşlanan kendi özeleştirisini vermeye de hazır olmalı.