İslamcı çevrelerde “mahalle” vurgusu yaygındır. Son yıllarda bu vurgu umumiyetle menfi boyutlarıyla anılıyor. Yakınmalardan anlaşılıyor ki “mahalle” falan kalmamış!
“Mahalle”nin niteliğine ilişkin oldukça gerilere giden bir muhasebe yapılmalı bu aşamada. Bir gettodan mı bahsediliyordu? Sadece kendi içinde devinen, dış dünyaya o korunaklı yapısından bakan, hatta çoğunda bakamayan bir kapalı devreler toplamı mıydı söz konusu olan?
Gettonun temassız dönemleri huzurun İslam’da olduğu tezini güçlendirmiş olmalı. Şimdi buradan, birtakım neticeler noktasından baktığımızda böyle bir tespit pekâlâ yapılabilir. Huzursuz edici alan ya da çevrelerle teması kesince huzur kendiliğinden gelen bir şey olabilir.
Mahallenin, içine evrilip duran, boyuna kendi içinde kökleşen, bunu yaparken de alabildiğine çürüyen ama bu çürümeyi sahte güven ve huzur ikliminin yarattığı rehavetle göremeyen yapısını “öteki”nin çözemeyeceği anlaşılınca “benzerleri” devreye girdi. İçe doğru doğal sınırlarına ulaşan çürüme gettoyu tuzla buz etmiş oldu. Açık netice budur.
Mahalle oluşun olumlu ve problemli yanları var elbette, yazının girişi de bir bakıma bunu imliyor. Bir çok açıdan anne rahmindeki aşamalı vâr oluşa işaret eden zorunlu bir evreye benzetebiliriz süreci ama doğum gerçekleşmedi işte. Ne yazık ki sezaryen kimselere enerji ve umut vermeyen ölü doğumu ilan ediverdi.
Mahallenin, Zülkarneyn’in izinde dışa, yeryüzüne doğru uzayan dalları, yani böyle bir ufuk ve programı olsaydı, bu neticeleniş mümkün olabilir miydi? Bu sorunun ardına düşmemiz gerekiyor. Kafası ulus devlet hatlarınca muhasara edilmiş çoğunluklu İslamcılık bu soruyu ülke içi-dışı bağlamında ele alabilir. Kastımız elbette bu değildir.
İçinde yaşanılan ama başka gettolar da kurabilen farklı toplumsallıklar değerlendirmemizin muhataplarındandır ve bir yandan ulus devlet sınırlarını da buna paralel olarak aşıp duran projeksiyonlar…
İman ve teslimiyet huşû/haşyet ile kılınan namazdan salât’a uzanamayınca içeride ve dışarıya uzanıp gettolaşmayı dağıtamayan ve bu sûretle özgüven kazanamayıp kurucu aşamaya geçemeyen zavallılık kaçınılmaz olacaktı. Tam da bu evrede Zülkarneyn ve Son Peygamber örneklikleri bu fâsit daireyi parçalamanın tesirli pratikleri olarak okunmalıdır.
Bugün, yani hâl-i hazırımızda yine aynı noktadayız. Birtakım iç ve dış bağlamlarına konumlandırılabilecek eylem ve etkinlikler iddia olunabilir lâkin bizim bahis mevzuu ettiğimiz hususa dâir pek bir adıma tanık olunamadı maalesef. Hatta daha kötüsü oldu. Dindarları ayartan iktidar süreçleri ulus devlet kutsamalarını devraldılar. Az biraz kalmış muhalif çizgi de oradan oyuna dâhil olunca dar alanda bir paslaşmadır aldı yürüdü.
Dünyada insanlar çokçadır. Yeryüzü alabildiğine geniştir ve insan ancak dere ve nehirlerle, orman ve denizlerle, börtü böcekle, ağaç ve yıldızlarla insan olabileceğinden total olarak kendine sahip çıkmalıdır. Yeryüzüne yayılıp bütün kara ve denizlere, onların her bir zerresine inşa edilebilen bir mahalle tahayyül etmek elbette mümkündür.
Çürümeden uzak duracak dirilikler nereden neş’et ve nasıl edecek? Yitip gitmiş mahalle yasları daha ne kadar gevezelik konusu olacak? Kulluk vazifesi eğer yaşarken nihayetlenebilen bir şey değilse buyurun bakalım: Milyarlarca insan ve insanı insan yapan az önce sayılan bütün varlıklar nasıl da önümüzde uzanıp duruyor, yeni ve koskoca bir mahalle hâlinde!
Kaynak: Yeni Pencere