"Ölümümüz bizi Allah’a kavuşturacağı için kutludur. Dünyaya geldik, Hakk’ın eserlerini gördük, gönülden vurulduk; emirlerindeki hikmete inandık. Hakk’a kavuşmamız olan ölümü de gönülden özlemeliyiz. Müslüman için bir vuslat ve mutluluk anı olan ölüm ancak kafirler için gerçek bir azaptır."
Ümitlerin tükendiği bir zamandı. Özgürlüğün ayak seslerinin duyulmadığı bir zaman… Sabrı kuşananların tükendiği, hayallerini sürgün edenlerin çoğaldığı bir zamandı… Dağıstan’da çiçeklerin henüz açmadığı anaların gözyaşlarının hala kurumadığı bir zaman…
Petersburg’a yıldız yağarken, Dağıstan’a kurşunların yağdığı bir zamandı. Soğuk kış gecelerine ılık düşlerin yağmasının istendiği bir zaman… Dağ yamaçlarından avuç avuç güllerin derilmesin istendiği bir zamandı… Ve zaman onu müjdelemişti. O, Kafkas Dağlarında açan bir güneşti. O güneş Şeyh Şamil’di.
1797 yılında Dağıstan’ın Gimri köyünde dünyaya gelen Şeyh Şamil, at binip kılıç kuşanmaya henüz on beş yaşındayken başlamış, yirmi yaşına geldiğinde, iki metreyi aşan boyuyla kılıç, koşu, cirit atma, ateş etme, atlama spor dallarında üstün bir yetenek kazanmıştır. Öğrenimine, Kafkasya’nın ünlü bilginlerinden Said Harekani’nin yanında başlayacak daha sonra kayınpederi olan Nakşibendi Şeyhi Cemaleddin Gazi Kumuki’nin öğrencisi olacaktır. Küçük yaştan itibaren ilim tahsil etmeye başlamış, otuz yaşına kadar tefsir, hâdis, fıkıh ilimlerini; edebiyat, tarih ve fen bilgilerini öğrenerek, büyük bir âlim ve gönül sahibi bir veli olmuştur. Kendinden önce İmamet makamında bulunan Gazi Muhammed ve Hamzat Beg’in müşavirliğini de yapan Şeyh Şamil âlimler ve milletin ileri gelen temsilcileri tarafından her türlü yetkiyle imâmlığa seçilmiştir. Dini veya siyasi sebeplerle beş defa evlenen Şeyh Şamil’in bu evliliklerinden Ahmed Cemaleddin, Muhammed Gazi, Muhammed Said, Muhammed Şefi, Cemaleddin ve Muhammed Kamil isimli altı oğlu, Fatimat, Nafisat, Necabat, Bahu-Mesedu ve Safiyat isimli beş kızı olmuştur.
Nakşibendi şeyhi Kumuki’den aldığı eğitim onun Rus aleyhtarı olmasında ve İslam birlikçi düşüncelerinin gelişmesinde etkili rol oynayacaktır. Rus Çarlığına karşı Dağıstan’da başlattığı savaşını Çeçenya’da sürdürmüş hatta bir dönem savaş kuzeybatı Kafkasya’da Çerkesya’nın tamamını da içine almıştı.
Ruslara karşı daha etkili savaşmak için idari ve askeri teşkilatları yeniden düzenlemiş, bir taraftan da askeri tedbirler alıp düşmana karşı savunma savaşları yapmıştır. Adli ve idari sivil bir devlet mekanizması geliştirerek, medreselerde eğitime önem verdirmiş, fikir ve sanat alanında da büyük adımlar atılmasını sağlamıştır. Döneminde tophaneler, baruthaneler, silahhaneler yapılmış, düzenli birlikler halinde askeri teşkilatlar kurulmuştur.
Şamil imam seçildiği 1834 yılından 1859 yılına kadar Rusya’nın büyüklüğü ve kudretine rağmen yılmadan mücadeleyi sürdürecektir. O halkının lideridir. Haklı olanın yanındadır. Savaşın soğuk yüzüne rağmen ideallerinden ve davasından vazgeçmeyecek cesarettedir. Ve cesareti onu direnme noktasında ayakta tutacak en önemli etkendir. 1839’da Ahulgo Tepesinde 3.000 mürid ile General Grabbe komutasındaki 10.000’i aşkın üstün donanımlı Rus ordusunun kuşatmasına 80 gün süreyle direnişi harp tarihine geçecektir. Şamil bu savaşta eşi Cevheret’i, oğlu Said’i ve kızkardeşi Mesedo’yu kaybetmiş, 8 yaşındaki oğlu Cemaleddin’i de Ruslara rehin vermek zorunda kalmıştır. O bir eştir her şeyden önce… O bir babadır. Savaşın acı yüzü sevdiklerini Ondan önce almıştır. Ama Kafkas Kartalı Şamil davasından asla vazgeçmemiştir. Vazgeçmeyen sadece şeyh Şamil değildir. Halkı da çocuğuyla, kadınıyla, genciyle amansız mücadeleye devam etmiştir. Onlar için ölüm son değildir. Sonun başlangıcıdır ölüm… Ölüm bazen bir süngünün ucunda bulacaktır onları, bazen de hain bir kurşunda…
1859 yılında o dönemin süper güçlerinden Rusya’ya karşı, ülkesinin gücünün tükenişini gören Şeyh Şamil, savaşı sürdürmesinin intihardan farksız olduğunu anlayacak, 6 Eylülde Çarlık yetkilileriyle görüşme sonucunda onurlu bir silah bırakma yolunu seçecektir. Gunip’te Prens Baryatinsky komutasındaki 70.000 kişilik Rus ordusuna, yanında birkaç yüz kişi kalıncaya kadar direndikten sonra teslim olmuştur.
İmam Şamil, aile efradı ve 40 kadar adamı Petersburg’a Çar’ın sarayına götürülecek. Rus Çarı II.Aleksandr tarafından sarayın kapısında hayrete düşülecek derecede nazik karşılanacaktır. Çar, babası I..Nikola’ya ve ihtişamlı ordularına tam otuzbeş yıl Kafkasya’yı zindan eden, zamanının bu en büyük kahramanını karşısında görür görmez, yüzünden ve sakalından hayranlıkla öpmekten kendini alıkoyamayacaktır.. İmam Şamil bir ay kadar sarayda misafir edildikten sonra, saygın tutsak olarak esaret yıllarını geçireceği Kaluga’ya gönderilecektir. Ne var ki özgürlükten uzak kalmak Şeyh Şamil ve ailesine ağır gelmiş, Büyük kızı Nafisat ile gelini Muhammed Gazi’nin karısı Kerimet üzüntüden vereme yakalanarak ölmüşlerdir. Esaretlerinin üzerinden on yıl geçtikten sonra Çar, onun Hac’ca gitmesine izin verecek ancak bir tedbir olarak oğlu Muhammed Şefi’yi alıkoyacak ve Hacc’ı ifa ettikten sonra derhal Rusya’ya dönmesini şart koşacaktır. Şamil, 1870 yılında yanındaki adamları ile birlikte Rusya’dan ayrılarak önce İstanbul’a uğradığında Sultan Abdülaziz tarafından karşılanacak ve sarayda ağırlanacaktır.
Şamil kutsal menzile bir an önce varabilmek için Sultan’ın kendisine tahsis ettiği gemi ile yola koyulmuştur. Cidde limanında ise Mekke Emiri, şehrin ileri gelenleri ve mahşeri bir kalabalık tarafından törenlerle karşılanarak Mekke’de Şürefa dairesinde misafir edilecektir.
Şamil bir destandır. Şamil özgürlüğe adanmış, halkı ile bütünleşmiş bir dava adamıdır. Onu görebilmek için Kabe’deki yüz bin hacının yarattığı izdiham sebebiyle Bilal-i Habeşi misali Kabe’nin damına çıkarılacaktır. Hac vazifelerini yerine getirdikten sonra Medine’ye geçecektir. Ne var ki uzun yıllar süren savaşın yorgunluğu, yitip giden yakınlarının acısı tahammül edilmez bir hal alacak ve hastalanarak Şeyh Şamil’i yatağa düşürecektir. O hayatını milletinin bağımsızlığına adayan, askeri dehasını Rus makamlarına bile kabul ettiren, dünya tarihine adını altın harflerle yazdıran önemli bir liderdir.
Şeyh Şamil’in son anlarında başında misafiri olduğu dergahın şeyhi Ahmed er-Rufai ve Şeyh Şamil’in o sırada henüz 7 yaşında bulunan küçük oğlu Muhammed Kamil bulunmaktadır. Şeyh Ahmed er-Rufai, Şamil’in son anlarında olduğunun farkına varacak ve O’na Kelime-i Tevhid’i telkin edecektir. Kelime-i Tevhid için otuz yıl gaza meydanlarında yaralar alan, kan döken Şeyh Şamil son bir gayret ile sağ parmağını kaldırmış Kelime-i Şehadet getirerek ruhunu Rabb’ine teslim etmiştir. Ertesi gün ailesinden yanında bulunanların son defa babalarını gördüğü sırada Şamil’in gaza meydanlarında aldığı yaralarla süslü bedenini yıkayıp teçhiz ve tekfin edecek olan şeyh Ahmed er-Rufai, Şamil’in daha küçük bir çocuk olan oğlu Muhammed Kamil’i babasının yanına götürerek şunları söylemiştir: "Oğlum babanın mübarek elini kokla!.." Ve çocuk babasının cansız elini öperken sözlerini şöyle sürdürmüştür: "Duyduğun koku ancak şehitlik mertebesine erenlerde ortaya çıkan mübarek bir kokudur. Bil ki, baban kutlu şehitler kafilesinin sancaklarındandır. Şamil 4 Şubat 1871’de 74 yaşında iken hayata gözlerini yummuş, Peygamber Mescidi’nde kılınan namazdan sonra Cennet’ül Baki kabristanında Peygamberimizin eşlerinin defnedildiği bölgede toprağa verilmiştir.
Kafkasya seni sevenlerinin gözyaşlarıyla taşmıştır Şeyh Şamil… Tuna Nehri’nin her bir kıvrımında senin hatıran saklıdır. Yarınlara adanmış özgürlüğü doğmamış çocukların kucağına sunan sensin. Çocuklarını senin destansı kahramanlıklarınla uyutmakta şimdi anneler. Anneler seni anlatarak avuturlar yavrularını… Sen büyürsün Çeçenistan’ın çocuklarıyla bir kere daha… Seninle büyür ülken ve ülkenin çocukları… Kutlu bir beldeden selamın yetişir Çeçenistan dağlarına… O dağlarda senin gözlerin gizlidir. Dağlardan, ovalardan, bir annenin merhamet dolu yüreğinden hala senin sevgin yükselir. Ve yükselmeye de devam edecektir. Çünkü sadece Kafkasya’nın değil, yüreklerimizin de batmayan güneşi sensin. Sen Kafkas Kartalı Şeyh Şamil’sin.
Kaynak: dunyabulteni.net