Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) genç nüfusta, ne eğitimde ne de istihdamda olanların oranını yüzde 27,1 olarak açıkladı. Yani her 100 gençten 27’si okulda da değil işte de değil. Yani bu gençler ne okuyor ne de çalışıyor, “ev gençleri” olarak yaşıyor. Söz konusu ayda 15-24 yaş grubunu içeren genç işsizlik oranı 0,9 puan artarak yüzde 25,4 oldu. Yani her 4 gençten 1’i şu anda işsiz. Bu rakamlar ne anlama geliyor. Bu rakamlar eğitim açısından nasıl yorumlanmalı?
Geçtiğimiz haftalarda yazdığım bir yazıda Avrupa İstatistik Ofisi’nin verilerine göre ülkemizde okul terk oranının yüzde 33 yani okula başlayan her 3 gençten birisinin okulu bitiremediğini yazmıştım. İşte TÜİK verisi de bu oranı doğrulamış oluyor. Bu bir sayıdan ibaret bir durum değil hem bugün için hem de geleceğimiz için çok önemli bir sorun maalesef. Bu açıdan bakınca aslında birkaç sorunu aynı anda düşünmemiz gerekiyor.
Bunlardan birincisi bu gençler neden eğitimi terk ediyor? ikincisi gençler neden pasif hayatı tercih ediyor? Üçüncüsü bu gençlerin kendi tercihlerimi yoksa sistem onları oraya mı itiyor?
Birinci sorunun cevabı ile başlayayım; gençler okulu isteyerek terk etmiyor. Gençler eğitimde başarısız oldukları için veya istenilen sonucu alamadığı için ayrılıyor. Bizim eğitim sistemimiz benim deyimimle “eleyici” eğitim sistemi, çocuk okula başladığı günden itibaren kendini geliştirmek, yetenek veya yetkinlik kazanmak için değil birtakım sınavları geçerek birilerini eleyerek sonuca ulaşmaya çalışıyor. Kısacası mesele her çocuğun gelişimi değil tersine her çocuğun “istenilen” çocuk olması halini alıyor. Bu durumda da bazı çocuklar sistem dışında kalıyor. Sistem o kadar kötü ki; ilkokuldan itibaren başarısız, zayıf, yapamayan çocuklar üretiyor. Ortaokulda LGS veya bilumum isimli sınavı geçemeyen çocukları başarısız! damgası ile “seçkin” olmayan liselere göndererek adeta onları sistem dışına itmeye çalışıyor. Sanki meslek liselerini “başarısızlar!” toplama merkezi gibi lanse ediyor. Daha sonra üniversite sınavı dönemi başlıyor ki bu çok daha sıkıntılı burada da ciddi oranda öğrenci “başarız!” oluyor ve sistem dışına atılıyor. En büyük sorun da zaten burada çünkü hiçbir becerisi ve niteliği olmayan aynı dersleri aynı şekilde ezberlemiş yüzbinlerce genç sistemin dışında kalıyor.
İkinci sorunun cevabı; gençler aslında pasif hayatı çaresizlikten seçiyor. Liseyi bitirip üniversiteyi kazanamayan veya okulu terk eden öğrencilere bir yetkinlik kazandıramadığımız için çaresizce ailelerine sığınıp “pasif yaşamı” seçmek zorunda kalıyorlar. Üçüncü sorunun cevabı çok net; bu çocukları buraya biz itiyoruz.
Peki buradan çıkmak veya bu sorunun çözümünü bulmak mümkün mü? Sorunun çözümü aslında sistemin içinde gizli; çocukları elemek yerine onları öğrenebilecekleri alanlarda olabildiğince okulda tutabilmek. Bunun için ABD’nin bazı bölgelerinde uygulanan; lise-kariyer merkezi sistemi uygulanabilir. Öğrenciler haftanın 3 günü lise 2 günü mesleki eğitim alarak çift diploma alabilir. Bu durumda üniversite kazanamayan öğrenciler sistemde kalmış olur. En azından bir kısmı. İkinci çözüm LGS’nin kaldırılması ve liselerin yukarıdaki gibi tek tip olması. Üniversite sınav sisteminin yetkinlik, yetenek ve kişisel başvuru esasına göre yapılması sorunu ciddi oranda çözecektir.
Tüm bu açılardan bakarak artık görmemiz gereken sorun şu; eğer bizler bu oranların ne kadar büyük sorun olduğunu görmezsek, bu devasa sayının bize ne tür sıkıntılar ve gençler için nasıl bir geleceksizlik ürettiğini fark etmezsek maalesef canımız çok yanacak. Bir an önce bu konuyu konuşup çarelerine bakmamız şart. Aksi durumda geleceğimiz için büyük bir sıkıntı ürettiğimiz ortada.