Çok sağlam hesaplar yapılmıştı. Fizibilite raporlarında milimetrik sapmalara bile müsaade edilmemişti. Yüksek karlı yatırımlar küresel piyasaların akışıyla paralel biri biçimde şekillendiriliyordu. Çin’in büyüme hızı Amerika ve Avrupa’yı telaşlandırıyor, Rusya nükleer silahları ve yayılmacı askeri siyasetinin yanı sıra uluslararası petrol ve doğalgaz piyasalarıyla istediği gibi oynayabiliyordu. Teknoloji ve sanayi üretiminin merkezi Avrupa ve Amerika’dan Avrasya’ya doğru kayarken liberal kapitalist düzen de yeni bir krize giriyor ve böylece devletçi siyaset yeniden yükselişe geçiyor gibi propagandif söylemler yoğunlaşıyordu.
Siyasal ve ekonomik sahada egemenlik alanını genişletmek isteyen devletler bir taraftan da konumlarını meşrulaştıracak ideolojik gerekçeler üretmenin, karşıtlarının prestij kazanmasını engellemenin peşindeydiler. Hayır, Corona Virüs korkusu ve yaptığı tahribat bu ahlaksız dengenin makul ve mutedil olanla değiştirilmesi yönünde henüz bir katkı yapmış değil.
Klişe Temenniler mi? Uzak Olsun!
Düzen değişecek, adalet ve merhamet egemen olacak, doğaya karşı işlenen suçlar son bulacak gibi çıkışlar sahip çıkanların oranı epeyce artsa da uzun bir süre daha yine temenni olarak kalmaya devam edecek. Çünkü sadece devletler, şirketler, kurumlar değil çok büyük bir oranda henüz fertler ve toplumlar bazında bile Covid-19 korku ve panik duygusunda öteye adalet ve merhamet duygularını harekete geçirebilmiş değil. Korku ve panik havası tek başına bırakalım adil ve müşfik bir düzenin inşasını mazlum ve mağdurlarla empati duygusunu bile oluşturacak yeterlilikte değildir. Bu sebeple doğrudan akıl ve iradeyi felç etmeyi hedefleyen komplo teorileri kadar temelsiz ve klişeden ibaret temennilerde de uzak durmakta fayda vardır.
Toplumu fedakârlığa davet etmeden önce devletin ve sermaye gruplarının üzerine neler düşüyor gibi bir meselede kafa yormamız gerekiyor. Fedakârlık gönüllülük üzerine işler ve toplumun da bundan vareste tutulması eşyanın tabiatına aykırıdır elbette. Fedakârlık gönüllülük üzerine, adalet ise istisna kabul etmeksizin mecburiyet üzerine işler. Şimdi kreşlerden başlama üzere ilk, orta, lise ve yüksek okulların tamamı uzaktan eğitim modeline geçti. Lokantalar, çay ocakları, berberler, kafeler iki haftadan bu yana kapalı tutuluyor. Şehirlerarası seyahatler özel izne tabi tutuldu ve ülkenin ekonomik anlamda can damarını teşkil eden 30 büyükşehire giriş-çıkış durduruldu. 20 yaş altı gençler ve 65 yaş üstü ihtiyarların evden çıkışına izin yok. Servisler işlemiyor, mağazalar açılmıyor.
Türkiye’nin ekonomik faaliyetleri durmadı ancak mevcut kapasitesinin çok çok altında sürüyor. Bütün dünyayı tehdit eden işsizlik ve iflaslar dalgası Türkiye’nin de önünde duruyor. Türkiye’nin salgın hastalığı kontrol altında tutabilme becerisi birçok Avrupa ülkesine hatta Amerika’ya kıyasla yüksek olmasına rağmen Covid-19 sonrası yaşanacak küresel ekonomik kırılmalardan etkilenmemek mümkün olmayacak. Şu dönemde Türkiye’nin en önemli imkânlarından birisi de petrol fiyatlarının 25 doların altına düşerek ithalat-ihracat dengesinde yaşanan açığı önemli bir oranda düşürmek oldu. Fakat Türkiye ticari ilişkide bulunduğu pek çok ülke gibi, dünya borsalarında yaşanan ve tutarı şimdilik 30 trilyon doları bulan kayıp karşısında ihracat ve ithalat dengesini nasıl kuracağını halen bilemiyor.
Şartlar Değişir, Garanti Değişmez mi?
Türkiye toplumu önce gönüllü olarak sonra da alınan idari kararlar gereği evde kaldı, sokaklara caddelere çıkmadı, alış veriş yapmıyor, şehirlerarası seyahati askıya aldı. Peki, Türkiye toplumu bütün faaliyetlerini durdurmuşken Yavuz Sultan Selim ve Osmangazi köprülerinden, Avrasya Tüneli’nden ve bazı otoyollardan geçmedi halde sadece Hazine Garantisi verildi diye devlet müteahhit şirketlere ödeme yapmaya devam edecek mi? Hepimiz biliyoruz ki; bu köprü, tünel ve otoyollar yapılırken Hükümet tarafından yüklenici firmalara belli bir geçiş garantisi verildi. Eğer verilen taahhüdün altında geçiş olursa ki, genelde oluyor, Hazine döviz kuru üzerinden firmalara ödemeler yapıyor.
Evet, şimdi insaf çağrısı eklemeden öncelikle adaletle hüküm vermemiz gerekiyor. Geçilmeyen köprü ve tünelden, kullanılmayan otoyoldan ötürü bu firmaların sözleşmeleri göstererek döviz üzerinden ödeme beklemesi/alması, Hazine’nin de “garanti verdik, çaresi yok!” diyerek ödeme yapması hakka, hukuka uygun mudur? Evet, bugün bütün toplum fedakârlığa davet ediliyor, bağış kampanyaları açılıyor. Ancak burada bir fark var; toplum bu köprü, tünel ve yolları kullanıp ekonomik bir üretim yapabilme imkânlarını yitirmiş durumda. Bu şartlarda Hazine Garantisi nasıl işler kılınacak? Bir hatırlatma olsun: 2018’de Hazine Garantisi olarak bu köprü, tünel ve yollar için ödenen meblağ 6 Milyar TL’yi aşıyor, 2019’da ise 10 Milyar TL’ye yaklaşıyordu. 2020 için ödenecek meblağı bilemiyoruz ancak yükselen döviz kuru, yaşanan ekonomik daralma Türkiye’yi epeyce sıkıntıya sokacak gibi.
Covid-19’la mücadele kapsamında en azından bu tarihlerde kullanılmayan yolların, geçilmeyen köprülerin Hazine Garantisi kapsamından çıkarılması, döviz kurunun TL’ye çevrilmesi ve bir dönem ertelenmesi teklifi ciddiye alınmalıdır. Kamunun hakkını hukukunu korumak, yardım kampanyalarının sağlayacağı tedbirlerden daha etkili ve yapıcı sonuçlar doğuracaktır.
Bireysel hayat sigortalarının küresel krizler karşısında ne kadar sağlıklı iş göreceğini bilemiyoruz ancak toplumsal hayatı sigortalayan karar ve tedbirlerin siyasal direnci de daha yüksek tutması tarihsel tecrübelerle sabittir.