Bir açıdan bakıldığında, eğitim ve öğretim konusunda arayış ve tartışmaların yapılması olumlu bir gelişme olarak görülebilir. Çünkü yeni şartlar ve buna bağlı olarak durumların yeni bir yaklaşım ile ele alınması, yeni gözden geçirmelerin, yeni değerlendirmelerin ve yeni kararların alınıp uygulamaya konulması gerekebilir. Özellikle eğitim ve öğretim denilen etkinliğin hem öznesi, hem nesnesi olan insan söz konusuysa bu kaçınılmazdır. Gerekli arayışların, tartışmaların, yaklaşım, değerlendirme ve kararların zamanında yapılmaması, büyük sakıncalara, kayıplara ve tehlikelere yol açabilir. Her ne kadar eğitim ve öğretim insan- birey ile ilişkili görünse de, bu ilişkinin oluşması başka varlıkları, olguları, olay ve durumları da içerir. Dolayısıyla eğitim ve öğretim insanın belli bir yönünü işaret eder görünmesine rağmen, aslında insanı ve onun varlık olarak dünyasını derece farkıyla doğrudan veya dolaylı ilgilendirir, kapsar. O bakımdan insan eğitimin ve öğretimin hem öznesi, hem de nesnesidir.
Eğitim ve öğretimin öznesi olarak insanın konumu, dolayısıyla bundan kaynaklanan yetkileri, görevleri ve sorumlulukları farklı mahiyet ve niteliklerde ortaya çıkar. İlk bakışta, eğitim ve öğretimin öznesi olan insanın sahip olduğu bu yetki, görev ve sorumluluğu kendi imkân, şart ve isteğine göre yerine getireceği düşünülebilir. Bunun örneklerini tarihin çeşitli dönemlerinde gözlemlemek de mümkündür. Kaldı ki, eğitim ve öğretimin gerçekleştirilme sürecinde, tam olmasa da belli ölçüde bu durumun yaşandığı söylenebilir. Yani eğitim ve öğretim etkinliğini gerçekleştiren insan-birey, bizzat kendi imkân, şart, güç ve arzusu nispetinde davranır. Fakat eğitim ve öğretimin nesnesi, bir başka ifadeyle, muhatabı veya alıcısı olan insan-bireyin imkân, şart, güç ve arzusu farklı mahiyet ve nitelik gösterebilir. İşte, son çözümlemede, eğitim ve öğretimin öznesi, salt insan-birey değil, onu aşkın, ama onu da temsil eden bir varlığa, daha doğrusu “kurum”a bırakılmıştır. Okul, mektep, akademi, enstitü, medrese, üniversite vb. bağlamında “devlet” böyledir.
Ne var ki, bu, eğitim ve öğretim etkinliğinin mahiyet ve niteliğinin sadece bir yönünü işaret eder. Asıl olan yön insanın yapısı, özü ya da doğası veya fıtratıdır. Bir başka ifadeyle, eğitim ve öğretimin “nesnesi” konumunda ortaya çıkan insan-bireyin sahip olduğu nitelikleri mutlaka dikkate alınmak durumudur.
Özetle, öyle anlaşılıyor ki, eğitim ve öğretim tartışmalarında bu etkinliğin tarafları, tarafların ko-numları, bunların şartları, imkânları, güçleri, yetkileri, görevleri ve sorumlulukları gibi değişkenler arasında uyumlu bir dengenin nasıl kurulup kurulmayacağı sorunların doğmasına kaynaklık edegelmiştir. Özellikle eğitim ve öğretimin gerçekleştirilmesinde yetkili, görevli ve sorumlu konumda olan “devlet”in varlığı, farklı anlayış ve kavrayışlara imkân hazırladığı için, tam olarak tecelli etmede tağşişe uğramaktan kurtulamamıştır. Açık ifadesiyle, “devlet” kurum olarak kendini gösteremeyip “iktidar”ın gölgesine çekilmek durumunda bırakıldığı için, eğitim ve öğretim etkinliğini insan-bireyin doğasına, yeteneklerine uygun ve bunları geliştirici yönde değil, kendi istemleri doğrultusunda biçimlendirmeye uğraşmıştır. Eğitim ve öğretimin mahiyet ve nitelikleri gerçek anlamıyla tecelli etmediği takdirde, sadece insan-birey değil, asıl olarak onun da içinde varlığını kavradığı ve geliştirdiği toplum, çok yönlü bir kayba uğramak durumunda kalmıştır, kalmaktadır. Somut bir örnek, ’60’lı yıllarda gayri safi milli gelir bakımından Türkiye’den aşağı seviyede bulunan Güney Kore’nin eğitim ve öğretim alanında yaptığı çalışmaların sonucu olarak ulaştığı iktisadi seviyeye bakmak çarpıcı olacaktır. Öte yandan, eğitilen, öğretim sürecinden geçirilen bireylerin üretken, verimli, yararlı olabilmesi için yapılması gereken işlerin, sorumlulukların, politikaların ortaya konulması da önemli bir sorundur. “Giderlerse gitsinler” tarzında bir yaklaşım, söylem, açıktır ki, başlı başına bir sorun oluşturmaktadır.