Bir derviş kılığına girerek Türkçe, Arapça ve Farsçayı o ülkelerde konuşan insanların diliyle konuşacak ve hitap edecek düzeyde öğrenen Vambéry’in seri ve on yazı halinde anlattığımız gezisinin bu kısmında, son olarak vardığı Herat’la ilgili duygu ve düşüncelerini aktaracak ve dönüşünde hacca gitmek üzere kendisine yol arkadaşlığı yapan bir Müslümanın (Molla Uşşak) kafasına kuşkulu ve karışık düşünceler sokarak ve kendisine etki ederek niyetini bozduğu bu yol arkadaşını anlatacağız. Bugünkü yazımızın, yani on birinci bölümüyle oldukça ilginç ve dersler çıkarılacak gezinin dönüş macerasını anlatmaya devam edeceğiz.
Sahte Derviş, Herat şehrinin, Orta Asya’nın kapısı ve kilidi konumumda olduğunu anlatır. “Herat vadisi, çok verimli, çok bereketli idi. Bu nedenle, göze çok güzel görünüyordu, kentin yeri, askeri açıdan da önemliydi. Bu yüzden bu talihsiz memleket, hırslarını kamçıladığı komşularınca, sık sık istila edilmekten, yağmalamaktan kurtulamıyordu. Herat halkının büyük bölümünü İranlılar oluşturuyordu.
Herat, yakın zamana gelinceye kadar, Horasan’ın merkeziydi Cengizhan ile Timurlenk istilaları nedeniyle başlayan göçler İranlılara Turanlı, yani Türk kanının karıştırmasına neden olmuştu.”
Bugün Afganistan’ın başkenti olan Kabil’i anlatırken ilginç bir takım tespitlerde bulunur. Sözgelimi: “Kabil halkı, uzun gömlek, dizlik ve diğer bez giysilerden oluşan ulusal giysileriyle, kimi zaman da sıradan bir elbise ya da İngiliz işi kırmızı bir giysiyle sokaklarda dolaşıyorlardı. Bunlar, giysilerini hiçbir zaman üzerlerinden çıkarmıyorlar, yatağa bile onunla yatıyorlardı. Bu giysiyi, sade olarak gömleklerinin üzerine çekip giyiyorlar, yine yurttaşlarının garip şekilli sarığını da başlarına alıyorlardı. Halkın kibar takımı, İranlıların giysilerine benzer elbiseler yiyorlardı.
Burada, ister başıbozuk, ister asker olsun, hiç kimse sokağa silahsız çıkmıyordu, çünkü çarşıya giden bir kişinin birini dövmek ya da kendini savunmak zorunda kalmaması, çok az görülebilen bir durumdu. Kentin modasına tam olarak uymak isteniyorsa, sokağa çıkarken bir silah deposu haline girmek yani üzerinde iki tabanca, bir kılıç, bir hançer, bir Kama, bir tüfek, bir kalkan bulundurmak gerekiyordu.”
Sahte Derviş, Orta Asya Gezisini Herat’ta tamamladıktan sonra Tahran üzerinden dönüş hazırlıklarına başlar. Çok çarpıcı fakat gerçekçi bir tarzda kalem oynatarak gezisini, tuttuğu notlar ve gözlemlerini, günlüğünün sayfalarına geçirir. Bir ara gezisi esnasında kendisinin, bir sahte derviş kılığına bürünerek çıktığı bu seyahat esnasında kendi ikiyüzlülüğüne değinirken şu şekilde kalem oynatmaktan da geri kalmaz: “Kış mevsiminde Tahran’a gidişim, böylece mümkün oldu. Meşhed’de kaldığım sırada Miralay, beni eyalet valisi olan şehzadeye takdim etti. Şehzade tarafından çok iyi karşıladım. Birkaç saat Orta Asya hakkında sohbet ettik. Orta Asya’nın durumunu çok iyi biliyordu, bağnaz ve vesveseli Buhara Emiri’nin, Şiilere karşı kendisine, “Emir-ül Müminin” unvanı verildiği halde, benim gibi ikiyüzlü ve münafık bir adamın hayır duasını istediğini anlatarak Şehzade’yi eğlendirdim.”
Dönüşte artık kendi kimliğini açıklamaya başlar. Yol arkadaşı Molla Uşşak, cereyan eden iki olay nedeniyle onun sahte bir derviş kılığında Orta Asya’ya seyahat ettiğini anlar.
Birinci olay: “İran’ın Şahrud mıntıkasında pamuk ve keten satın almak üzere bekleyen bir İngiliz’le karşılaştım. Adam, derviş giysileri içinde, kocaman sarıklı bir adamın kendisine düzgün bir İngilizce ile söz söylediğini duyunca korkunç şaşırdı. Şaşkınlığının büyüklüğünden, 3 kez cevap vermeye niyetlenmiş iken, bir şey söylemeyerek dili tutulmuşçasına kala kaldı. Sonradan yaptığım açıklamalar üzerine, şaşkınlığı sona erdi ve beni yemeğe davet etti. Yanında bir Rus bulunan bu İngiliz’le, iyi bir gün geçirdik. Rus, ünlü “Kafkas” adlı bir ticareti şirketinin buradaki temsilcisiymiş.
İsmini andığım İngiliz tüccarı: “Acaba Hindistan’dan mı geliyorsunuz? Diye soru sorması üzerine, sadece eğlenmek için, merakını tahrik etmek istedim. Ama yolculuktan fazlasıyla yorulmuş olduğun için, kendimde eğlenceyi uzatma gücü bulamadım. Bu nedenle, adımı ve durumumu doğrudan söyledim. Bunun üzerine, büyük bir memnuniyet duyarak boynuma sarıldı. Bu durum, o zamana kadar, benim yalnız Müslüman değil bir de derviş olduğuma inanan arkadaşım Tatarı yani Molla Uşağı hayrete düşürdü.”
Onun casusluğunun anlaşılmasına ve ipliğinin pazara çıkmasına neden olan ikinci olay ise kendisi şöyle anlatır: “Molla Uşak ile fırtınalı bir havada Ehvan Postanesi’nde bir yer bulup barındıkları zaman, orayı basan zorba bir gruba karşı, Farsçayı son derece düzgün konuştuğumu görünce, benim sıradan bir Buharalı olmadığından kuşkulandıklarını anladım. “Sen kimsin, Hacı değil misin? Diye sordular. Hacılığın falan sırası değildi. Artık bundan böyle ben ne Buharalıydım ne de İranlı. Ben Avrupalıyım, bana Vambéry derler dedim. Bunun üzerine sesleri kesildi, saldırganlar şaşırdılar. Fakat en çok şaşıran da bizim Tatar’dı, yani Molla Uşak. Çünkü o zamana kadar Sünni bir Hacı olduğuma inandığı arkadaşının ağzından ilk kez adını ve kimliğini duyuyordu. Benzi ölü gibi sapsarı kesilmiş ve ağzı hayretle açmış, gözlerini yüzüme dikmişti. Bunun üzerine durumumu anlatınca hayretler içinde kaldı.
Sahte Derviş, Türkmen yol arkadaşı Molla Uşşak ile beraber Tahran ve Trabzon üzerinden gemiyle Dersaadete, yani İstanbul’a ulaşırlar. Gerisini Vambéry’den dinleyelim: “Bir yıl önce, Orta Asya’ya doğru yola çıktığım güne rastlayan 1864 yılı Martı’nın 28. günü, Tebriz yoluyla Trabzon’a doğru Tahran’dan hareket ettim. Tebriz’e varıncaya kadar, Bahar mevsiminin güzellikleri ile nimetlendik. Duygu ve düşüncelerimin, 1 yıl öncesine oranla ne denli değiştiğini açıklamam gereksizdir. Çünkü o zaman, attığım her adım beni akla, hayale gelmedik tehlikeler taşıyan vahşi ülkelere biraz daha yaklaştırıyordu. Oysa şimdi uygar dünyaya ve her şeye yeğlediğim uygar yurduma yaklaştırıyor.
Sonunda Dersaadet’e geldim. Ancak güzel Boğaziçi’nde 3 saatten fazla kalmaya, zamanım müsait değildi. Oradan Köstence yoluyla Peşte’ye geldim.
Semerkant’tan beri, beni bir an terk etmeyen yol Arkadaşım Konogradlı derviş’i Peşte’de bıraktım. Bu zavallı, kendisinin niyetli olduğu Mekke yoluna devamı bırakmayarak Macaristan’ın başkentine getirişime, bir hayli şaşırdı. Artık gönlünden neler geçirdi, Tanrı bilir. Ama adamı en çok hayrete düşüren durum, Avrupalılarda gördüğü güzel ahlaktır. Çünkü yurttaşları olan vahşi halkla karşılaştırarak, Avrupalıların kendisini hemen öldüreceklerini düşünüyordu, umduğu gibi bir davranışla karşılaşmaması, onu çok şaşırttı.”
(SÜRECEK…. Gelecek yazı Molla Uşşak’ın Macaristan’daki kalışı ve asıl konu olan Sahte Derviş’in bu gezi sonunda hazırladığı raporun Osmanlı Padişahına sunması ve İngilizlere satması…)
Kaynak: farklı bakış