Evet, yüksek yargıçları atayanlar politikacılar olursa ne olur? Politikacı dediğim, ister partili Cumhurbaşkanı, ister parlamento üyeleri, fark etmez.
ABD’de Yüksek Mahkeme üyelerini partili başkanlar atıyor.
Fransa’da, Almanya’da, İtalya’da yüksek yargı ve HSK üyelerinin atanmasında yürütme erki ve parlamentolar çok etkilidir.
Madem böyle, bizde de olmasında ne sakınca var?
Çok sakınca var, yakından bakalım…
TRUMP’IN SEÇTİĞİ YARGIÇLAR
Amerika’da, Trump yanlısı Cumhuriyetçi Partili Teksas Savcısı Ken Paxton dört eyaletteki seçim sonuçlarına Yüksek Mahkeme nezdinde itiraz etti. 18 Cumhuriyetçi eyalet savcısı da onu desteklemişti.
Yüksek Mahkeme yargıçları Başkan tarafından atandığı için, çoğu Cumhuriyetçi muhafazakar hukukçulardır. Dahası, 9 üyeden son üçü Trump tarafından atanmıştır.
Buna rağmen oybirliğiyle itirazı reddettiler!
İtiraz baştan sakattı, hukuk profesörleri alay etmişlerdi.
Yargıçlar ideoloji gözlüğü takmadılar, “bizden” diye bakmadılar. ‘Beni Trump atadı’ diye bir minnet, bir itaat duygusuna da kapılmadılar. Hukukun gereğini yaptılar!
Her zamanki kabalığıyla Trump Yüksek Mahkeme’yi “bilgelikten yoksun” ve “cesaretsiz” diye aşağıladı.
WSJ’de Senatör Ben Sasse’ın şu sözleri yargıya güvenmenin vatandaşlar için nasıl yüksek bir değer olduğunu ifade ediyor:
“Hukuk devletine önem veren bütün Amerikalılar, Trump’ın atadığı üç üye dahil, Yüksek Mahkememiz bu saçma dosyayı kapattı diye huzur duyabilirler.”
Vatandaşına böyle huzur ve güven hissi verebilmek yargıçlar için ne büyük bir onurdur, değil mi?
SİSTEM AYIKLIYOR
Bunun sebepleri var: Evvela yargının ve yargıcın bağımsız ve tarafsız olması gerektiğine dair güçlü ve köklü bir kültür…
Herhangi bir ideoloji, bir dava hukuktan üstün sayılıyorsa orada bu kütür gelişmez, aksine hukuk araç düzeyine düşer, yargıç da alet…
Amerika’da kuruluşundan beri kuvvetler ayrılığı ve yargı bağımsızlığı cumhuriyetin ve siyasi kültürün temel özelliklerinden biridir.
İkicisi ve belki daha önemlisi, sistemin yargıca bağımsız olma onurunu ve güvencesini vermesidir. ABD’de başkanın atamaları Kongre’nin denetiminden geçer. Adaylar Senato’da kamuya açık olarak sorgulanır: Özel ve mesleki hayatında bir toz zerresi varsa, ortaya çıkar. Bu sayede Başkanlar, “sadakat”ten çok “liyakat”i gözetme, Kongre’den geçebilecek ılımlı ve temiz isimleri seçme ihtiyacını duyarlar.
1987’de Reagan aşırı politize Robert Bork’u Yüksek Mahkeme’ye atamak istedi, kendi partisinden bile itirazlar gelmesi üzerine ılımlı yargıç Anthony Kennedy’i aday gösterdi ve Senato’da oybirliğiyle onaylandı.
2005’te Bush, danışmanı Harriet Meirs’ı aday göstermek istedi, “hukuk bilgisi yetersiz” diye eleştiriler geldi, onun yerine aday gösterdiği yargıç Samuel Alito Senato’da onaylandı.
Orada böyle bir ayıklama mekanizması var.
Yargıçlar ömür boyu atandıkları için, siyasi konjontüre göre çabuk değişmeyeceği gibi gelecek beklentisi duymadan da karar verirler.
BİZDE NASIL?
2017’de Trump’ın Yüksek Mahkeme üyeliğine aday gösterdiği muhafazakar yargıç Neil Gorsuch, Senato’da sorgulanırken, nasıl imrenmiştim bilemezsiniz; bizde de yüksek atamalar “Gazi Meclis” tarafından böyle didik dedik sorgulansa diye…
Gorsuch saygın bir hakimdir; halen üyedir ve Trump’ın itirazını reddetmiştir. Senato’da hukuk bilgisi sorgulanırken şöyle demişti:
“Bizim anayasamızın dehası, kuvvetler ayrılığıdır.”
Fransa’da “küçük adam” Sarkozy “Ermeni soykırımını inkar etmek suçtur” diye kanun çıkarmıştı. Üyelerinin bir kısmı doğrudan politika kökenli olan Fransız Anayasa Konseyi, Sarkozi’nin atadığı üyeler dahil, bu kanunu iptal etti. (28 Şubat 2012)
Şimdi bağımsız yargı Sarkozy’yi yargılıyor, yolsuzluk suçundan.
Almanya’da, Japonya’da niye yargı kavgaları yok; güven var da ondan.
Bizde yargı bağımsızlığı kültürü maalesef zayıftır.
Bizde yargıyı tarafsız ve bağımsız yapacak denetim süzgeçlerine, CB sisteminde yer verilmemiştir.
Partili cumhurbaşkanının atamalarında Meclis’in hiç ama hiç denetimi yoktur.
Ve endişe ediyorum, yeni atamalarla daha da mı bozuluyor diye!