Süleyman Seyfi Öğün yazdı;
Tunus son derecede kritik günler yaşıyor. Cumhurbaşkanı ve ordu üzerinden bir karşı devrim, bir “darbe” girişimi tezgâhlanıyor. Henüz durum vuzuha kavuşmuş değil. Ama kuvvetli ihtimâllerden birisi de bu tezgâhın başarılı olacağı istikâmetinde. Tunus Arap Baharı’nın başladığı yer. Dahası, düne kadar şöyle, böyle “Bahar’ın” devâm ettiği yer olarak biliniyordu. Eğer Tunus’ta darbe başarılı olup, başta Ennahda ve Gannûşi olmak üzere karşı çıkan unsurları sindirirse, 2021 Temmuz sonu îtibârıyla, zâten Mısır’daki darbeden ve Suriye savaşının kördüğümünden sonra zaten hayli zayıflamış olan Arap Baharı’nın nihâyete erdiğini söyleyebileceğiz.
Tabiî ki bu gidişâtın Türkiye açısından da çok mühim neticeleri olacağını en başta kestirmek zor değil. Arap Baharı’nın mütecânis bir hareket olduğunu iddia etmiyoruz. Elbette Bahreyn ve Yemen ile Tunus, Mısır, Libya, hattâ Suriye çizgisinde yaşananlar farklıydı. Ama Türkiye îtibârıyla ikinci çizgide yaşananlar daha mühimdi. Eğer başarılı ve tutunumlu olsaydı, bugün bambaşka bir Ortadoğu’yu konuşuyor olacaktık. Öyle olmadı. Evet Hüsnü Mübârek, Kaddafi ve Zeynel Âbidin gibi BAAS kalıntısı diktatörler devrildi. Ama neticeten Libya kaosa sürüklendi. Mısır’da ise kısa vâdeli bir İhvân iktidârı Sîsi tarafından kanlı bir şekilde tasfiye edildi. Kaos Sûriye’ye sıçradı. Esad çok yıpransa da ayakta kalmaya muvaffak oldu. Ayakta kalan tek unsur Tunus’tu. Ümit vermeye devâm ediyordu. Türkiye’nin Libya operasyonu, ilk bakışta çok berrak görülmese de, sırtını Tunus’a dayamaktaydı. Son gelişme, kabûl etmeliyiz ki Türkiye’nin bu ileri hamlesini zora sokacak bir potansiyel taşıyor. Hafter güçleri ve Sisî durumdan çok mes’ud olsa gerekir. Zâten belirsizliğe sürüklenen Cenevre süreçleri, yakın zamanda bir topyekûn hesaplaşmayı gündeme koyuyordu. İşbu gelişmeyle berâber bu kuvvetli ihtimâlin daha da öne çekilebileceğini tahmin etmek zor olmasa gerekir.
Yaşanan gelişmeler Rus Matruşka bebeklerini hatırlatırcasına “parantez içi parantezler” olarak şekilleniyor. Bizim açımızdan en büyük parantez, Türkiye’nin yeniden NATO ayarlarına dönmeye zorlanması olarak tecelli ediyor. Bunun için Trump devrinin boşluklarında ortaya çıkan ve Türkiye’ye görece bağımsız siyâsetler izlemeyi mümkün kılan bağların tasfiye edilmesi ilk büyük zorlama olacaktı. ABD açısından Türkiye’yi yeniden NATO ayarlarına döndürmenin maddî gereklilikleri var. Çin’in, Pakistan ve İran üzerinden hudutlarımıza dayandığını görüyoruz. Bu süreç ABD açısından olsa olsa Türkiye’de durdurulabilir görünüyor. Bunun için de yeniden Türkiye’yi NATO disiplinine sokulması gerekiyor. Ekonomik sıkıntılar yaşayan Erdoğan iktidârı ya bu zorlamaların baskısıyla bunu kendisi üstlenecek veyâ bir iktidâr değişimi sağlanacak.
Diğer bâzı gelişmeleri de hatırlayalım. ABD, Almanya ve Rusya ile İkinci Kuzey Akımı Projesi üzerinden anlaştı. ABD-Almanya’nın anlaşması Türkiye’nin dış siyâsetini dâima zora sokan bir işlev görür. Diğer taraftan AB’nin diğer kuvvetli unsuru Fransa ve bilhassa Mario Draghi’nin iktidâra gelmesinden sonra onu tâkip eden İtalya, Kuzey Afrika ve Doğu Akdeniz’de anlaşmış durumda. Bu ittifak dışarıdan BAE’nin İhvancılığın kökünü kazımaya ahdetmiş olan operasyonel gücünü de arkasına almış görünüyor. Tunus’taki darbenin görünmez mühendisliğinin arka plândaki aktörleri bunlar. Mısır’ın desteğini de bunlara katarsak Tunus’u kuşatan resim tamamlanmış olacaktır. Neticeten bu resim Türkiye’nin Kuzey Afrika’dan uzaklaştırılmasına ve çâresiz bırakılarak NATO güdümüne girmesine hizmet eden bir nitelik taşıyor.
Anlaşılıyor ki Tunus meselesi Tunus’tan îbâret değil. Benim daha can sıkıcı bulduğum Tunus’taki darbenin Türkiye’deki muhalif çevreler tarafından karşılanma tarzı. Bunu bir mimik üzerinden anlatabilirim. Bu mimiğin ismini de rahatlıkla verebilirim: Sırıtma… Sırıtma insan çehresinin en sevimsiz mimiğidir. Tebessüm çok katmanlı manâları içeren ve insan sûretine son derecede yakışan bir mimiktir. Bir tebessüm sindirilmiş bir mutluluk bildirebilir. Tam aksine, acı acı da konabilir sûretimize. Bilgece bir duruşu tamamlayabilir. Gözlerin ışımasıyla birleşen bir tebessüm kadar güzeli var mıdır? Haydi çıtayı yükseltelim… Ne kadar gürültülü olsa, kulakları bir aşamadan sonra rahatsız etse de patlatılan bir kahkahayı da, tebessüm ile bir tutmam ama en azından çok samimî bulurum. Anlamadığım ve yakışıksız bulduğum ise sırıtmadır.
Türkiye’deki muhalif matbûatın kalemleri ve Youtuber’ları Tunus’taki dramı sırıtışla karşıladılar. Sırıtışlar îmâ yüklü. “Tunus sana söylüyorum, Türkiye sen anla” kabilinden îmâlar bunlar. Tunus’ta yolsuzluğa bulaşmış, irticâyı dayatan karanlık iktidâr soylu Tunus halkı tarafından bir “devrimle” mağlup ediliyormuş. Darbeyi ucuz bir popülizmle, hattâ devrimcilikle estetize eden ve mâkûl gösteren bir çifte standartçılık bu. İlkesiz insanlar bunlar. Merd-i merdâne çıkıp, “Evet Tunus’taki iktidâr eleştirilebilir. Ama darbe meşrû gösterilemez” diyemiyorlar. Amalı, lâkinli, hak ettiler mealinde bir ton açıklama.. Kurumsal yapıları zayıf, demokrasi tecrübesi emekleme devresinde olan Arap halklarını bu yolda cesâretlendirmek, desteklemek yerine, “beceremediler, yüzlerine gözlerine bulaştırdılar” diyerek darbeyi dolaylı olarak, çeşitli kavram cambazlıklarına başvurarak destekliyorlar. İçlerinin yağı eriyor. Sırıtışları bu yüzden. Eee, Kılıçbay Hoca’nın kitabının başlığını hatırlamamak mümkün değil: Soytarı Sırıtır.