Yaklaşık 40 yıldır ülkemizin Doğu ve Güneydoğu’sunda on binlerce asker ve ağır silahlarla sürdürülen adı konmamış ancak “Terörle mücadele-Operasyon-Harekât” diye adlandırılan kirli bir savaşın benzeri bugün Suriye-Rojava’da sahnelenmektedir.
“Terörle mücadele!” deyip geçmeyelim. 60 bin insanımızın öldüğü, 100 bin insanımızın yaralandığı, sakat kaldığı, binlerce köyün yakıldığı, 3 milyon yurttaşın yerinden, yurdundan, malından, mülkünden koparıldığı, köyünden, kasabasından, kentinde, kimleri de ülkesinden göçtüğü, 1 Trilyon dolar maliyetin olduğu kanlı çatışmalardan ve dramatik olaylardan söz ediyoruz ve buna rağmen 40 yıldır adını koyamıyoruz.!
Ülkemizde bütün bunlar hiç yaşanmamış gibi, ülkenin güneyinde barış, huzur, istikrar sağlanmış gibi gayet pişkin bir şekilde “Terörle mücadele!” iddiasıyla bu sefer de Suriye’nin kuzeyine asker sevkiyatı yapılmıştır. Gerekçe aynı, düşman taraflar aynı. Rojava’da yaşayan halk da (Kürtler) aynı. Anlayacağınız ülkemizin Doğu ve Güneydoğusundaki 40 yıllık çatışmalar Suriye’nin kuzeyine-Rojava’ya da taşınmıştır. Yine kan-göz yaşı- göç- sürgün-kaçış ve şehit cenazeleri..!
Ne yazık ki yine adı konulmayan ve yüz bini aşkın asker ve binlerce para-militarist savaşçıyla yürütülen bir kirli savaşla karşı karşıyayız. Adının konulmamış olması, nasıl bir savaşın yürütüldüğünü göstermesi bakımından yeterince açıklayıcıdır diye düşünüyorum.
Dikkat edilirse Türkiye’nin Rojava operasyonu; içerde Milli dava-Bayrak-Vatan-Fetih-Cihad ve Zafer, dünya nezdinde işgal, zorbalık ve barbarlık, Trump için de bir oyun, eğlence ve alay konusu olarak gündemin merkezine oturmuştur. Kuşkusuz bu durum, aklıselim sahibi herkes için hem kaygı verici, hem de çok üzücüdür.
Peki, Türkiye’yi bu duruma düşürmeye, dünya nezdinde bu kadar küçük düşürmeye hangi İktidarın hakkı ve yetkisi olabilir? Böyle bir İktidarın görevini sürdürmesi muhalefet, toplum ve siyaset camiası için utanç verici değil midir? Bu gelişmelerle birlikte bu utancı hep birlikte yaşamıyor muyuz?
İç politika mülahazaları, iktidar/yönetim değişiklikleri, birilerinin iktidarını sonlandırmak veya birilerinin iktidarını korumak, devam ettirmek ya da küresel güçlere vekâlet etmek için bir ülkeyi savaşın içine atmak, çocuklarımızı ölüme, halkı yoksulluk, sefalet ve cehalete mahkûm etmek doğru mudur? İktidarın, Kürtlere yönelik bunca düşmanlığının, öfke ve nefretinin gerçek nedeni nedir? Kamuoyu neden doğru bilgilendirilmiyor? Söz konusu Kürtler değil de PKK veya terör ise, dünya neden Türkiye karşısında tek ses olup tepki verdi?
Fırat’ın kuzeyine yönelik TSK’nin operasyonu, Türkiye tarafından «Barış Pınarı Harekâtı» olarak dünya kamuoyuna duyurulurken, dünya devletlerinin tümüne yakını harekâtı, “Rojava’nın Türkiye tarafından işgali” olarak duyurdu. Bunun nedeni Türkiye düşmanlığı mı, Türkiye’nin yanlış yapması mı? Tanımlamada dahi Türkiye ile dünya arasında bir çelişki dikkat çekiyor! Türkiye’nin “barış” dediğine dünya “işgal ve savaş” diyor!
Bu gelişmelere bakıldığında Türkiye’nin on binlerce askeriyle yerleştiği Kuzey Suriye’de, işgalci bir pozisyonda tanımlanması muhtemelen ABD ve Rusya’nın ortak bir planı sonucudur ki bu plan, uluslararası toplum nezdinde hiç sorgulanmadan karşılık bulmuştur! Peki, kim dost, kim düşman, kim müttefik?
Suriye/Rojava’ya yönelik askeri operasyon, Türkiye’den daha çok dünya gündemine oturmuş durumdadır. Tepkiler de Türkiye içinden daha çok dünyadan geliyor. Sağduyu bir azınlık dışında içerden sesli tepki veren çevreler yok denecek kadar azdır. Sessiz çoğunluğun operasyona destek vermediği ve gelişmeleri Türkiye’nin aleyhine değerlendirdiği çok açıktır. Baskı, tehdit, hamaset ile bu sessizlik içerde ne zamana kadar sürdürülebilir?
Bu bağlamda İktidarın iç politikaya yönelik zafer gösterisinin bir komediye dönüşebileceği söylenebilir. Muhalefetin tutumu da buna işaret etmektedir. Ancak iktidarın muhtemel zilleti üzerinden muhalefetin izzet devşirme arzusu doğru mudur? Veya mümkün müdür?
Türkiye’nin Suriye politikasının yanlış olduğunu, sorumluluk sahibi herkes artık kabul ediyor. Ancak muhalefetin akıl almaz tavrı ve tezkereye verdiği destek, kamuoyunu sessizliğe sevk eden faktörlerin başında geldiğini düşünüyorum. Muhalefetin, tezkereye coşkulu alkışlarla “evet” dedikten sonra hemen ardından operasyonun yanlış ve gereksiz olduğunu seslendirmesine bir anlam vermekte zorlanıyorum.
Esas itibariyle Türkiye, bu noktaya gizli bir ajandayla veya bir gece ansızın gelmedi. “Derin bir strateji” ve “milli bir siyaset” sonucu geldiğini unutmamak gerekir. Bu nedenle değil midir ki Dışişleri politikaları monşerlerden arınmıştı? Ergenekon operasyonlarıyla TSK milli ordu haline getirilmişti? 15 Temmuz darbe girişimi engellenmiş ve hain! Subay ve astsubaylar ordudan temizlenmişti? Ne yazık ki bütün bunlar muhalefetin de alkışlarıyla gerçekleşmişti!
Yargı, üniversiteler, emniyet başta olmak üzere bütün kurumlar KHK ve OHAL uygulamalarıyla terör! örgütlerinden temizlenmedi mi? Böylece Türkiye’nin bölgesinde ve dünyada hatırı sayılır bir güç haline getirileceği iddia edilmiyor muydu? Tesadüf mü, tevafuk mu bilmiyorum ancak geçmişte KHK ve OHAL uygulamalarını alkışlayanlar, bugün de Rojava operasyonunu alkışlamaktadırlar! Peki neden?
İktidar ile birlikte muhalefet partilerinin politikalarının da bir kez daha çöktüğünü hep birlikte gözlemlemekteyiz. Kanaatime göre Rojava operasyonuyla Türkiye tam bir siyaset çıkmazının içine sürüklenmiştir. Siyasetin bittiği yer, aslında sözün de bittiği yerdir. Siyasetin olmadığı yerde siyasi çözümler de yok demektir.! Bu nedenle;
Yeni siyaset iddiasında olanlar için de SUSMAK değil konuşmak zamanıdır!
Hamaset değil sağduyu, cesaret ve Yeni Siyaset geliştirme zamanıdır.!
Bir ülke ve halkının onur ve itibarı için siyasi çıkış zamanıdır!
Fetih, Savaş değil, BARIŞ ve Kurtuluş için sivil mücadele zamanıdır!
Çözüm; akıl, mantık, bilgi, ehliyet, liyakat merkezli Yeni Siyaset ile mümkündür. Bu imkân da vardır!
Bilmeliyiz ki, birliğimiz, beraberliğimiz, bütünlüğümüz ve geleceğimiz Savaş’ta değil Barış’ta, Hak ve Hürriyetlerin tesisinde, Çoğulculuk ve hukukun üstünlüğündedir.!
Yeter ki susmayalım!
Sivil Siyaset Platformu