Hz. İsa’nın bir günahkârı taşlamaya çalışan insanların önüne dikilip şu sözü söylediği rivayet edilir: “İçinizden hiç günah işlememiş olan ilk taşı atsın.”
Sedat Peker ile yolum hiç kesişmedi; konuğu olduğu herhangi bir etkinlikte bulunduğumu da hatırlamıyorum. Şimdilerde ne çok insanın -aralarında azımsanmayacak sayıda meslektaş da var- kendisiyle yakınlık kurduğunu, iş tuttuğunu öğrenmek benim için şaşkınlık kaynağı.
Öte yandan Sezgin Baran Korkmaz’ın ise tam cahiliyim. Adını ilk kez son tartışmalar vesilesiyle duydum ve hala bir çırpıda telaffuzda zorlanıyorum. Bir ara onun eline düştüğü anlaşılan Paramount Oteli’nin önünden geçtiğimi bile sanmıyorum.
Hepsi benim kabahatim.
Ne yalan söyleyeyim, geniş kitlelerden farklı olarak, yapmaya çalıştığını takdir etmekle birlikte, Sedat Peker’in açtığı yolun beklentilere uygun biçimde sonuçlanacağından, ülkemizin onun sayesinde bağırsaklarının temizleneceğinden ve iddia ettiği türden ‘Türk Dünyası birliği’ kurulacağından pek emin değilim. Hatta, ondan yaratılmak istenen ‘kahraman’ kimliği yüzünden sağda-solda küçük çaplı yeni ‘kabadayılar’ çıkmasını ihtimal dahilinde görüyorum ve bu da beni tedirgin ediyor.
Eskilerin sıkça kullandığı “Kemalat kem âlât ile olmaz” (“Kötü malzemeyle mükemmel iş çıkmaz” anlamına geliyor) deyişini zihnimden koparıp atamıyorum.
İşin bu denli uzamasının buna sebep olanların beklentilerinin tersi sonuç vereceğine ise eminim.
Gündemi işgal eden vahim iddialarla içte ve dışta olumsuz sonuçlar doğurabilecek bir yola girilmiş oldu. Hiç değilse bana öyle geliyor.
Devlet yönetiminde yer alan veya onlarla yakın temas içerisinde bulunan insanların kolay yoldan zenginleşmeyi getiren karanlık ilişkiler içerisine girmesi, rüşvet alması, yasadışı alanlardan beslenmesi yanlışı beni ürkütmüyor mu?
Müthiş ürkütüyor.
Yönetim kademesinden insanların verdiği açık-gizli destekle başkalarına ait mal varlıklarına çökülmesini, onların yönlendirmesiyle korkutulan patronların ortalıktan çekilmesiyle medyanın o gücü yanlış kullanabilecek ellere geçmesini içime sindirebilmem mümkün değil.
Adaleti tesis etme görevinin sahibi yargı mensuplarından bazılarının kendilerini dış etkenlere kapatacak bir hayat yaşamaları gerekirken yarın karşılarına dava konusu olarak gelebilecek kişilerle sosyal ortamlarda buluşmalarını, onlardan veya yakınlarından gelebilecek davetlere olumlu cevap verip otellerinde ailece tatil yapmalarını ise anlayamam.
Yanlışlıkların üzerine gidecek, toplum adına denetleme işlevini üstlenecek -bu sebeple de kendisinden ‘dördüncü kuvvet’ olarak söz edilen- bir mesleğin mensubu olan gazetecilerin akçalı konularda hassas olmaları, meslek-dışı gelirlerden kaçınmaları gerektiğine inanırım. Sosyal ilişkilerini bile sınırlı tutmak, ahbaplık edecekleri kişileri doğru seçmek, haber-yorum konusu olan kişilerle kabul edilebilir sınırlar dışında bir yakınlığı varsa bunu önceden açıklamak zorundadır medya mensupları. Gizli kapaklı işleri, yanlış olayları aydınlatması beklenen bir mesleğin erbabının gizli-kapaklı işler yapması, yanlışlara alet olması kabul edilemez.
Bugünlerde ‘arkası yarın’ dizilerine dönüşmüş ve milyonların her gün yeni bir ifşaat beklediği olay sayesinde ortalığa dökülenler, ülkemizin pek çok bakımdan idealden hayli uzak özelliklere sahip olduğunu bilmeyenlere de öğretmiş bulunuyor.
Ne güzel, sevinelim, değil mi?
Sevinmek yerine hepimizin bulunduğumuz konumlarda derinlemesine muhasebe yapmamız daha doğru olur.
İçlerinden bazılarının yanlış yollara saptığı fark edilen siyasetçiler tepeden inme bir yerlere gelmediler, onları halk seçti, bizler seçtik. Atandıkları görevlerde yanlış işler yaptıkları ortaya çıkan bürokratlar başka ülkelerin insanları değil, bizden birileri. Medyanın çoğumuzu tiksindiren hale düşmesi hepimizin gözü önünde gerçekleşti.
Ortalığa şimdi Sedat Peker aracılığıyla dökülen çirkinlikler yapılırken nerelerdeydik?
Yanlışlık yapan siyasileri fark eden siyasi hayat içerisinden düzgün insanlar…
Birilerinin haklarının yendiğini, birilerine haksızlık yapıldığını gördüğü halde buna ses çıkartmayanlar…
Şimdi ‘tu kaka’ edilen isimler önünde vaktiyle ceketlerini ilikleyen, “Aman efendim, yaman efendim” tabasbusunda bulunanlar, onların ağızlarının içine bakarak yağmadan pay kapmaya çalışanlar, ahbaplıklarından zevk aldıkları görüntüsü verenler, çalıştıkları-yazdıkları gazeteleri alan, televizyon programlarında onlarla çene yarıştıranlar…
Kendisine özel sebeplerle Sedat Peker çıkıp dosyaları bir bir açmasaydı aslında bildikleri yanlışlıkları yazmamaya devam edeceklerinden hiç kuşku duymamamız gerekenler…
Çok uzağımızda mı bu kişiler?
Öyleyse geçmişte yapılmış yanlışların yarınlarda yeniden yapılmayacağından nasıl bu kadar emin olabiliyoruz?
Toplumun bütününün değişmesi hedeflenmeli değil midir?
[Tersine bir örnek: Dün bir tuhaflık yaşandı. Siyasette “Önce ahlak ve maneviyat” sloganıyla tanınan bir kadronun son temsilcisinin, tam da o slogana uyan bir zeminde siyaset yapan partisinin liderine savaş açtığını, partiyi şu sıralarda yanlışlıkları gözler önüne serildiği için tartışılan bir siyasi çizgiyle nikahlama peşine düştüğünü gördük.]
Açıklamalar ve şimdilerde artık “Bilmiyorduk” diyemeyeceğimiz bir açıklıkta bilgimiz dahiline giren kirli iş ve ilişkiler bizleri bu konu üzerinde düşünmeye sevk etmeli.
“Toplumu nasıl dönüştürebiliriz?” konusu üzerinde düşünmeye…