Süleyman Seyfi Öğün yazdı;
İsrâil’in giriştiği son kanlı mâceranın, uzun senelerdir “Filistin sorunu” olarak bilinen bir sorunu başka bir boyuta taşımakta olduğuna dikkât etmek gerekiyor. İsrâil ordu ve polisinin yürüttüğü, kadın ve çocukların öldüğü kanlı saldırılar muhtemelen birkaç gün içinde neticelenecektir. Ama bu buzdağının görünen kısmıdır. Artık çatışmaların Hamas milisleriyle -İsrâil asker ve polisi arasında yaşanmakla sınırlı kalmadığı anlaşılıyor. Çatışmalar İsrâil’in sokaklarında sivil alanlara sıçramış durumda. Yahudi aşırılıkçılardan oluşan çetelerin sokaklarda Arap avına çıktığı, sayısız ve yaygın çatışmaların yaşandığı haberleri geliyor. Esas tehlikeli ve geri dönüşü son derecede zor olan da budur. Birkaç güç içinde belki çatışmalar sona erecektir. Ama ardında bölünmüş bir İsrâil toplumu bırakarak. Sivil çatışmalar bir defâ yaşandı mı üzerine yeniden bir toplumsal barış kurmak neredeyse imkânsızlaşır. Ardından ya kitlesel göçler gelir yâhut toplulukların mahalle mahalle ayrışması ve birbirlerine bir adım mesâfede olsalar bile tam iletişimsizlik içinde gettolaşması. Buna verilebilecek en tâze misâl Bosna Savaşı’dır. Savaşta âilesinden büyük kayıplar verdiğini bildiğim Boşnak bir öğrencim Saraybosna’da asla gitmediği, uzaktan seyrettiği mahalleler olduğunu, oradakilerin -muhtemelen Sırpların- nasıl yaşadığını bilmediğini, dahası da bilmek istemediğini söylemişti. Dayton Barışı’nın içyüzünü o zaman anlamıştım. İsrâil’de yaşananlar ve muhtemelen yaşanacak olanlar bana bunu hatırlattı.
İsteyerek mi bu aşamaya gelindi; değilse, bu boyut kazâ eseri mi ortaya çıktı, tartışılabilir. Benim kanâatim, İsrâil’in devlet siyâsetlerinin bu tabloyu bilerek, isteyerek gerçekleştirdiği yolundadır. İsrâil’de siyâset aşırılıkçılığa teslim olmuş durumda. Doğrusu, yaşananları Netanyahu’nun iktidarda kalmak için İsrâil’i ateşe atan bir çılgınlığı başlatmış olmasıyla açıklayan görüşlere katılmakta zorlanıyorum. Bugün İsrâil kamuoyu aşırılıkçılığın çeşitlemeleri ve iklimleriyle yüklü bir durumdadır. Şöyle böyle, Filistinlilere hayât hakkı tanıyan siyâsetler üretmesiyle tanıdığımız bir zamanların kudretli partisi İşçi Partisi târihinin en zayıf devrini idrâk ediyor. Aslında İzak Rabin’in aşırılıkçı bir Yahudi tarafından öldürülmesi ile başladı her şey. Bu ârızî bir hâdise değildi. İsrâil kamuoyunun yaşamakta olduğu iç dönüşüme işâret ediyordu. Zâten arkası da geldi. İsrâil’in iç siyâseti artık İsrâil sağının hâkimiyeti altında. Yaşanan istikrarsızlıklar, aşırılığın sınırlarının ne olacağı noktasında billûrlaşıyor. Mevcut partiler arasındaki yarış, aşırıcılar arasındaki yarış. Yapılan araştırmalar, İsrâil seçmeninin %70’ini mütecâviz bir kısmının aşırıların açtığı bir yelpazede dağıldığını gösteriyor. Bunu tetikleyen ise büyük ölçüde Eşkenaz Yahudileri’nin göçleri olduğu anlaşılıyor. Geçenlerde bizim Akıl Odası programında Prof. Dr. Taşansu Türker dostum, Rusya göçmeni 1,5 milyonluk bir Eşkenaz kitlenin, kan kaybeden İsrâil İşçi Partisi tarafından “Bunlar nasılsa eski bir sosyalist memleketten geliyor, o hâlde solcudur ve işimize yarar” diye hüsnü kabûl gördüğüne işâret etti. Ne kadar saf ve sosyolojik olarak hesapsız bir düşünce… Bugün nasıl İran’daki baskı rejimi ateist nesiller doğurduysa, Rusya’da ateizm baskısı yiyen dindarların da aşırılıkçı bir toplumsallaşma geçirebileceğini öngörmeleri gerekiyordu. Bu hicret İsrâil sağının işine yaradı. Ama onlar da kolay kazanç elde etmenin sarhoşluğu ile davrandı. Bu hicret, İsrâil sağının da iç dengelerini bozdu. Netanyahu ve daha genel olarak Likud Partisi de artık merkez sağı temsil etmiyor. Onlar da bu aşırılık rüzgârına kendilerini kaptırmış, eğer bir nebze vardıysa bile sağduyularını büyük ölçüde kaybetmiş durumdalar. Bir şeyin değer kaybetmesini anlatır “sokağa düşmek” tâbiri. Evet, bugün İsrâil’de “siyâset sokağa düşmüştür”. Bahsi geçen düşkünlüğün ardındaki dinamik de yukarıda dile getirdiğimiz süreçlerdir.
Bu arada “Yavuz hırsız ev sâhibini bastırmakla” meşgûl. Avrupa’da hâkim olan tepki “ulusların kendisini koruma hakkına” vurgu yapıyor. İsrâil kadın ve çocukları öldürerek ulusal savunma hakkını koruyormuş(!). Hani kargaların bile güleceği bir iddia bu. Ama gerçek ve çok ciddî bir edâyla ifade ediliyor. Dahası, derin bir anti-semitist geçmişe sâhip Orta ve Doğu Avrupa’da karşılığını buluyor. İsrâil ile dayanışma içindeler. Bu iş Avusturya’da İsrâil bayrağı dalgalandırmaya kadar vardı. Fransa ve Almanya fırsatı kaçırır mı; onlar da İsrâil’i destekleyen açıklamalarda bulunuyorlar. En vahimi de bunun çok güçlü bir “İslâmî antisemitizm” vurgusuyla yapılıyor olması. Artık görmek lâzım ki, Batı âleminde yerleşik olan, âdeta kültürel genetiklerinin bir parçası olan ırkçılık ve yabancı düşmanlığı nesnesini hızla değiştiriyor. Yahudi düşmanlığı apaçık olarak İslamiyet nefreti ile yer değiştiriyor. Bu kadar da değil, eski nesne, yâni Yahudilik ise özneleştiriliyor.
Fransa, Almanya ve ABD’de eski ve muvazzaf askerlerin bildirilerindeki ortak payda ise bu aşırılıkçı ve İslâmiyet’i hedef alan hassasiyetler. İş sokağa düştü. Sokak ise sâdece İsrâil sokağı değil. Bu gidişle yangının alevleri Avrupa’nın da sokaklarını yalayacak; belki de tutuşturacak… İnsan düşünmeden edemiyor.. Ne günlere kaldık…