Sınırları sürekli aşan bir iktidar temsilcileriyle dolu bir siyasi arena var ülkede.
Erdoğan demokratik hukuk devletinin, etik ve hukuki sınırlarını durmaksın, hemen gün aşan bir lider.
Eski anayasaya göre cumhurbaşkanı seçildiği ve görev yaptığı günlerde, anayasayı ihlal edip, “halk beni çoğunluk oyuyla doğrudan seçiyor, paradigma değişmiştir, yeni paradigmada meşruiyet, seçilenin, en önemli meşru kademeyi temsil kişinin anayasayı yorumuyla oluşur” gibi dayatmacı bir tutum üretmiş, tüm çevresi basında, siyasette onu izlemişti. O da örneğin tarafsız cumhurbaşkanı olarak, AK Parti’nin seçim kampanyasını bile yürütme cüreti göstermişti.
Kendi partisinden seçilmiş belediye başkanlarını, “sizi ben seçtim, oyu halk size değil bana verdi” imasıyla istifaya zorlamış, yerlerine belediye meclisinden yenilerini “atamış” demokrasinin temsil-seçen-seçilen ilişkisini dümdüz etmişti.
Osman Kavala’yı daha davası sürerken polis fişlerine (!) dayanarak suçlu olduğu ilan etmesi, tahliyesi üzerine tutuklanmasını “sağlaması” bir başka örnekti…
Kayyımlar işi ortada. Bir siyasi partinin seçilmiş tüm belediye başkanlarını devletleştirmek hangi rejimlerde mümkün olur siz düşünün.
“Anayasa Mahkemesi’nin kararlarına saygı duymuyorum, tanımıyorum” sözleri ve bunun sonuçları malum…
Yeraltı dünyasından gelen çıkışları, anlamlı bir suskunlukla siyasi fayda hanesine yazması da dehşet vericiydi…
Kılıçdaroğlu’nun maruz kaldığı saldırıya tepki veren partilileri dışlaması, Akşener’in karşılaştığı şiddet dolu Rize tepkisi üzerine “bunlar daha iyi günleriniz” diyebilmesi…
Örnek çok…
Hukuk devleti! Demokrasi!
Kural ihlali, şiddete temas, düzeni etik açısından paramparça etmek bu denli sık tekrarlanır, siyasi ve hukuki engelle, yaptırımla karşılaşmazsa sıradanlaşır.
Toplum algısında sıradanlaşma kritik bir meseledir.
7 TİP’li gencin katledilmesinden yıllardır aranan Çatlı’nın, devletin gayri resmi eylem gruplarının elemanı olarak olduğu ortaya çıkınca Çiller, “devlet adına kurşun atan kurşun yiyen de şereflidir…” diyebilmişti. Bu sözler en Çatlı’nın eylemleri kadar vahimdi, şiddetin gayri meşruluğun, meşrulaştırıyordu.
Tekrarlanıyor, üstelik daha vahim biçimde…
Bir süre önce HDP’nin İl binasını basan kişi temizlikçi bir genç kadını öldürdü. Cesedin fotoğrafını “leş 1” diyerek yayınladı, bu işi PKK’ya öfke duyduğu yaptığını söyledi. Siyasi parti liderleri olayı kınadılar, MHP lideri Bahçeli’de kınadı.
Ama sonra kendisinin tutamadı şunları söyledi:
“Öldürülen Deniz Poyraz’ın kim olduğunu ben size söyleyeyim, PKK’nın kırsal katılım sorumlusu, şehirden dağa çıkmak isteyen PKK sempatizanlarını terör kamplarına sevk eden halkanın içinde yer alan milis işbirlikçidir. Milis işbirlikçi, köy, kasaba ve şehirlerde yalnız ve sahipsiz görülen kişileri terör örgütüne devşirmek için çalışan, örgütün hain eylemlerine yardım ve yataklık yapan terörist demektir…”
Bu cümlelerini kurulabilmesi, ağızdan çıkması inanılır gibi değil gerçekten…
Eylemin yapan adamın gerekçeleri bunlar, o eylemin dolaylı doğrulanması…
Maktulün suçlanması, aşağılanması…
Bunun yapılabilir, söylenebilir olması.
Sıradanlaşması…
Toplumdaki yankısı…
Bu iktidar ittifakının bu ülkeye verdiği en büyük zarar budur.