Fehim Taştekin yazdı.
Karabağ savaşı karşısında pek temkinli tutumuyla bir sürü senaryoya mürekkep sızdıran Rusya nihayetinde tarafları masaya oturtup geçici bir ateşkese imza attırdı. Böylece Güney Kafkasya’daki ağabeylik rolünü yeniden tescilledi.
Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu, “Hem sahada hem masada olmaya devam edeceğiz” çıkışını tekrarlasa da Türkiye masada yoktu. Ankara’nın Azerbaycan’dan yana askeri, diplomatik, teknik ve silah desteğinden umduğu sonuçlardan birisi denkleme girmekti. Devlet Başkanı İlham Aliyev de çatışmaların başladığı günden beri Türkiye’nin çözümde rolü olması gerektiğini söylüyordu.
10 Ekim’de Moskova’da 11 saat süren toplantıdan çıkan dört maddelik mutabakatta taraflar Türkiye’nin masada olamayacağını kayda geçirdi. Metne göre insani nedenler ve esir-cenaze değişimi için 10 Ekim saat 12:00’de ateşkes başlayacak; ateşkese ilişkin somut parametreler ileriki tarihlerde açıklanacak; Minsk Üçlüsü başkanlığında taraflar masaya oturacak; müzakere formatı değişmeyecek. Üç ve dördüncü madde Türkiye’nin rolüne set çekiyor.
Mevcut müzakere formatı Minsk Başkanları ABD, Rusya ve Fransa’nın arabuluculuğunda Ermenistan ve Azerbaycan’ın taraf olarak masaya oturduğu bir süreçten ibaret. Süreci fiilen yöneten ve belirleyici olan Rusya. Burada ‘de facto’ bağımsızlığını ilan etmiş Karabağ adına Ermenistan konuşuyor. Erivan’ın “Karabağ da masaya gelsin” teklifine Bakü’nün yanıtı şu oldu: “O zaman Azerbaycanlı göçmenler de katılır.”
Ermenistan Türkiye’nin arabuluculuğunu kategorik olarak reddediyor. Rusya’nın da asla istemediği bir seçenek.
Mutabakattan sonra Rus RBK kanalına demeç veren Aliyev, “Türkiye'nin önemli rol oynayacağına dair hiç şüphe yok. Bunun hukuki mi yoksa fiili mi olacağı teknik bir konu. Çatışma yeni bir formatta çözülmelidir” dedi.
Aliyev’in yardımcısı Hikmet Haciyev de, Minsk Grubu içinde ya da dışında bir formülle Türkiye’nin rol almasını umduklarını söyledi. Ne var ki kendi imzalarıyla bunun önüne set çekmiş oldular.
Türk hükümetinin mantığı şuydu: ‘Rusya, Ermenistan’ın hamiliğini yapsın, biz de Azerbaycan’ın garantörü olalım. Astana formülünü Kafkasya’ya kopyalayalım. İran da istiyorsa kenardan gazel okusun!’
Ama bu süreçte Aliyev ve Paşinyan’ın yanı sıra İran Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani ile görüşen Putin, Erdoğan’la bir kez olsun konuşmadan Moskova’da masayı kurdu. Krize orkestra şefliği yaparken Erdoğan’a kenarda keman çalmasını uygun gördü. Putin’in şimdilik yaptığı bu.
***
Şimdi yüzlerce insanın öldüğü, şehirlerin yine harap olduğu 15 günlük savaştan sonra elde ne var diye sormak gerekiyor.
Kuşkusuz Türkiye, Bakü’nün elini güçlendiren ‘baskı unsuru’ olarak hâlâ devrede. Bu baskı mekanizması çift yönlü etkiye sahip: Bir yanıyla Azerbaycan’a cesaret veriyor. Diğer yanıyla Rusya ile çalışmaya razı olup bunun için manevra alanı aradığı zaman Bakü üzerinde bir baskı unsuruna dönüşüyor. “Tek millet iki devlet” sloganlarıyla cephe ateşlenirken jeostratejik gerçeklik liderlere kalem kırdırtıyor. Aliyev bir taraftan, “Tüm ekipmanlar Rusya tarafından ücretsiz bir şekilde sağlanıyor; Paşinyan, Rusya bir kez daha Ermenistan'ı kurtarmaya geldiği için Putin'e teşekkür etsin" diyerek iğnelerken diğer taraftan Moskova’ya çaresizce umut bağlıyor: “Rusya'nın, Ermenistan'ı çözüm yoluna gitmek konusunda ikna edebileceğine eminim.”
Tercümesi denedik, savaşla olmuyor, belki Ruslar isterse bir şeyler olur!
Rusya’yı hesaba katan tercihin altında kuşkusuz Moskova-Bakü ilişkilerini biçimlendiren önemli değişkenler yatıyor. Azerbaycan 1990’dan beri iyice düşünülmüş bir siyaset izliyor. Bu bakımdan eski Sovyet alanında Ukrayna ve Gürcistan’dan ayrışıyor. Sovyet çemberinden geçmiş eski kurtların çizdiği bir rota bu. İktidarı babası Haydar Aliyev’den devralan İlham Aliyev de bu rotadan çıkmadı. 2004 ve 2014’te Ukrayna’da, 2003 ve 2008’de Gürcistan’da, hatta 2018’de Ermenistan’da olduğu gibi Azerbaycan’da Rusya ile hesaplaşan siyasi çıkışlar yaşanmadı. Bakü NATO ve AB ile iyi ilişkilerine karşın Moskova ile ipleri koparacak bir eksen kaymasına gitmedi. Azerbaycan’ın ‘temkinli’ yaklaşımlar içeren Türkiye ile ortaklığı da Rusya ile iyi ilişkilerinin yerini almadı.
Azerbaycan’ın görece bağımsız çizgisi, Moskova’nın Bakü-Ankara ilişkilerine soğukkanlı yaklaşmasını sağladı. Ruslar Gebele Üssü'nün sözleşmesinin uzatılmamasını da mesele yapmadı. Elbette Bakü kendini NATO sularına kaptırıyor olsaydı durum farklı olurdu. Beri tarafta Rusya, Ermenistan’la müttefik. Ama Ermenistan’ı batı eksenine kaydırmak isteyen siyasi kanatlar yüzünden Moskova ile ilişkiler sırat köprüsünden geçiyor. Paşinyan bu tür bir dalgayla geldi. Yani Rusya ile ilişkilerde Bakü’de görülen ince işçilik Erivan’da yok. Erivan’a sunduğu garantilere rağmen “Ermenistan için Azerbaycan’ı kaybetmek” Rusya için bir seçenek değil.
***
Fakat son savaş, krize Rusya’yı çok zorlayan yeni boyutlar ekledi:
Birincisi Kolektif Güvenlik Anlaşması Örgütü ile koruma garantisi sunduğu Ermenistan’ın doğrudan saldırıya uğraması ihtimali belirdi. Rusya çatışmalar Karabağ’la sınırlı kaldığı sürece müdahil olmayacağını deklare etti. Bununla Azerbaycan ve Türkiye’ye kırmızı çizginin nerede başladığını gösterdi.
İkincisi Rusya ve İran’ın Suriye’de savaştığı gruplar paralı asker olarak Kafkasya’ya taşındı. Rusya bu grupları hedef almaktan kaçınmayacağını bütün taraflara hissettirdi.
Üçüncüsü Türkiye’nin askeri-teknik destekle yetinmeyip savaşa doğrudan müdahil olma riski.
Bu türden bir boyutlanma özünde Türkiye’nin ayağına Kafkasya’da yer açılmasını, özelde Karabağ’da denkleme girmesini, genelde Rusların oyun kuruculuk tekelini paylaşmasını gerektiriyor.
Periferide Türk etkisinin artması Rusların temel endişesi. Bunu bertaraf etmek için iki şey yapmaları gerekiyordu: Çatışmaya müdahale etmek ya da Minsk sürecini diriltmek.
Birincisi ciddi tuzaklar barındırıyor. O yüzden Minsk üzerinden giderek çatışmayı dondurma seçeneğine başvurdular.
Esasen Ruslar ‘renkli devrim’ projelerinden beri Batı’nın Kafkasya’da elini-kolunu kesmek için her şeyi yaptı.
Fransa ve ABD’nin bölgede tekrar aktifleşmesi Rusların canını sıkacaktır. Fakat Türkiye’nin önünü kesmek için Minsk çıkışı en kestirme yol. Ayrıca Karabağ Ukrayna ve Gürcistan’daki krizlerden farklı olarak Batı’nın Rus rolünü benimsediği bir yer.
Azerbaycan açısından bakılırsa silahlı çözüm denemesi çok az miktarda toprakların geri dönüşünü sağladı. Bir de müzakerelerin daha ciddiye alınmasını. Tabi bu idealize edilen ve kitleleri harekete geçiren hedeflerin çok gerisinde bir sonuç. Yine de kısmi zafer Bakü’ye yeni bir manevra alanı açıyor.
***
Moskova mutabakatı ateşin kesilmesini temin edemese de müzakere masasına dönüş için istikamet verdi. Yeni müzakere sürecinden ne tür parametreler çıkacak? Bu parametreler üzerinden işgal altındaki topraklar, Karabağ’ın statüsü ve kaçkınların dönüşü gibi çetin meselelerde uzlaşma zemini bulunabilecek mi? Bildiğimiz, bu meselenin çok çetin olduğu, tarafların birlikte yaşama inancını yok ettikleri ve ölmeyi taviz vermeye yeğledikleridir.
Şu ana kadar bilinen parametreler birkaç dönemeç geçirdi.
2007’deki Madrid parametreleri güç kullanma ya da tehdidinden çekinme, toprak bütünlüğünü koruma, eşit haklar ve halkların kendi kaderini belirlemesi ilkelerini içeriyordu.
2009 ve 2012’deki müzakerelerde şu prensipler eklendi: Karabağ’a kendi güvenlik ve öz yönetimini garanti eden geçici bir statü verilmesi, Karabağ etrafındaki toprakların Azerbaycan’a iade edilmesi, Ermenistan ile Karabağ arasında bir koridor açılması, Karabağ’ın nihai statüsünün belirlenmesi, iç göçmen ve mültecilerin evlerine dönüş hakkının korunması, barış gücü dahil uluslararası güvenlik garantilerinin tanınması.
Taraflar bu prensiplerin içini birbirine zıt yorumlarla dolduruyor. Ermenilerin statünün belirlenmesinden umduğu referandumla Karabağ’ın bağımsızlığının tescili ve nihayetinde Ermenistan’la birleşme. Azerbaycan’ın statü söylemi ise pazarlıklara bağlı olarak ‘kısmi özerklik’, ‘güçlendirilmiş özerklik’ ve ‘özerk cumhuriyet’ arasında geziniyor. Sonuncusu sadece bir kez Aliyev’in ağzından çıktı. “Karabağ Azerbaycan’dır” tezinden de asla taviz yok. Azerbaycan, Karabağ’daki Ermeniler ile Karabağ’dan kaçmış Azerbaycanlılar için ayrı ayrı oylama düzenlenmesinde ısrar ediyor. Karabağ’da Ermeni çoğunluğunun tercihini geçersiz kılacak bir veto mekanizması bu. Haliyle Ermenistan bunu reddedip Ermeniler ve Azerbaycanlılar için tek oylama öneriyor. Karabağ’da hakim yapı ile Ermenistan’a yön veren Karabağ asıllı siyasetçiler Karabağ’ı bağımsız kılma kararlılığının yanı sıra 7 rayon üzerinde idari-hukuki yetkiyi genişletmenin peşinde. Ki Ermenistan ile Karabağ arasındaki kritik güzergâhı sağlam tutmak için bir dizi Ermeni yerleşimi de inşa edildi. Bazı konularda Erivan’a rağmen adımlar da atılıyor.
Bu kördüğümün çözümü ciddi bir müzakere süreci, yaratıcı yaklaşımlar ve cesur liderlik gerektiriyor. Maalesef çözüm radikal ve hamaset düşkünü kliklerin elinde esir.
Fehim Taştekin Kimdir?
İstanbul Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’nden mezun oldu. Gazeteciliğe 1994’te muhabir olarak başladı. Yeni Şafak, Son Çağrı, Yeni Ufuk, Tercüman, Radikal ve Hürriyet gazetelerinde çalıştı. Bir dönem Ajans Kafkas’ın kurucu editörü olarak Kafkasya üzerine çalışmalar yürüttü. Kapatılıncaya dek İMC TV’de dış politika programları yaptı. Gazete Duvar ve Al Monitor’da köşe yazılarına devam ediyor. “Suriye: Yıkıl Git, Diren Kal”, “Rojava: Kürtlerin Zamanı” ve “Karanlık Çöktüğünde” adlı kitaplara imza attı.