Mehmet Azimli’ye çalıştığı üniversite tarafından başlatılan “idarî soruşturma”, sonucundan bağımsız olarak medenî bir toplum ve ülke için utanç verici bir olaydır ve maalesef epeydir, sadece başkaları adına utanmaya şartlandırıldığımızdan, daha kötü şeylerin de olabileceğinin işâretidir.
Yeni Şafak gazetesinin 3 Ocak 2014 tarihli nüshasında bir haber var. Prof. Dr. Mehmet Azimli, o vakitler Cemaate “hediye edilen” üniversitelerden birisi olan Dicle Üniversitesi’nden gördüğü baskılar nedeniyle ayrılmak zorunda kaldığını ve yine o vakitler, Türkiye’de şimdi AKP’nin devraldığı reliyarşik (dinsel) tahakkümün sahibi Zaman gazetesinin aleyhindeki yayınlarını, bu baskının devamı olarak gördüğünü ve yazdıklarının arkasında durduğunu belirtiyor.[1]
Bu hafta içerisinde Azimli’nin çilesinin bitmediği, bitmeyeceği anlaşılıyor. Bu defa adını hâlâ bir şanlı Türk büyüğü ya da İslâm bilgesiyle değiştirmeme inadını teessüfle karşıladığımız Hitit Üniversitesi, Azimli’ye “idari bir soruşturma” açmış.[2] Şöyle denmekte: “Üniversitemiz öğretim üyelerinden Prof. Dr. Mehmet Azimli’nin 2008 yılında yayınlamış olduğu “Siyeri Farklı Okumak” isimli kitabı hakkında sosyal medya mecralarında yapılan paylaşımlar ve iddialar dikkate alınarak gerekli idari soruşturma başlatılmıştır. Üniversite yönetimi olarak, Hz. Peygamber (SAV) Efendimiz ile ilgili kastı aşan hiçbir yakışıksız ifadeyi uygun görmemekte ve süreci yakından takip etmekteyiz.”[3]
Azimli’nin kitabı 2008 yılında yayımlanmış. Üzerinden bir hayli zaman geçmiş, ancak tıpkı Mustafa Öztürk olayında olduğu üzere, bazıları akademik husumet, entellektüel ve akademik kıskançlık… değil, düpedüz ve bütünüyle zamanın ruhuna uygun bir kötülükle bu işlerin çetelesini tutuyor ve günü geldiğinde bu kötülük, üstelik din, kitap ya da peygamber ve bunları korumak adına tedavüle sokuluyor. Burada söz konusu olan kitapta Azimli, Rektörlüğün iddiasının aksine, Peygamber’e saygısızlık etmek bir yana tam tersine, Peygamber’e yapılan (üstelik Peygamberi korumak gerekçesiyle) saygısızlıklardan yakındığını anlamamak için bayağı bir çaba gerekiyor.[4]
“İncinme Kültürü”
Gelgelelim, mesele Azimli’nin hedef gösterilme gerekçesinin yanlışlığında değil. Söylediklerinin bile isteye yanlış yorumlanmasında değil. Azimli’ye gösterilen kriminal ilginin zamanlamasında değil (bütün bunlar, evet mide bulandırıcı tabiatıyla). Azimli, yahut bir başka akademisyen (teoloji alanından ya da değil) İslâm tarihi, Siyer, Kur’an tarihi vb. bir disiplinde, aykırı, İslamî dogmayla çelişen, hatta çatışan bir yorum yaptı, değerlendirmede bulundu, karşılaşacağı şey, bir idarî ya da adlî soruşturma, açık veya örtük bir linç kampanyası mı olmalı?
Günümüzde en tepeden başlayarak, o tepeyle irtibatlı daha aşağı kademelere uzanan ve “incinmişliği” vakit geçirmeksizin “hınca” çeviren bir kültür oluştu, bu kültürün ilkesel olarak “objektif” ya da “kayıdsız” kalması gereken devlet kurumlarından (maalesef, evet hatırlatmak gerekiyor, Türkiye Cumhuriyeti, “laik” bir devlet) mobilize kıtaları devşirildi ve bunlar moral ya da hukuksal herhangi bir sınırla kendilerini bağlı addetmeksizin harekete geçebiliyorlar. Bu durumda bırakın temel insan hak ve özgürlüklerini, insanın varkalabilmesi için bayağı şanslı olması gerekiyor.
Bir yorum açsın, bin fikir hayat bulsuncu bir yorumlar liberalizminin savunuculuğunu yapacak değilim (fakat bıkmadan yapmak gerekir, Türkiye’de bazı şeyleri tekrar tekrar savunmak gerekir, burada farklı bir şey söyleme amacındayım, elbette); her yorumun, politik bir talebinin olduğunu, her yorumun mümkün ve politik taleblere ve iddialara açık olduğunu biliyorum. Bir fikir ya da değerlendirmenin, kendisinden daha fazlasını ifade ettiğini, Türkiye gibi, bu ve benzeri konularda bir kulağı kesikler toplamının her yorumda ve fikirde “söylenmeyeni de” keşfetme konusunda idmanlı olduğunun da farkındayım. Mamafih, “millî ve dinî” hususlarda, her eleştiriyi, her farklı yorumu (bir farklı siyer denemesini sözgelimi), üstelik kimi zamanlarda millî ve dinî olarak incinenlerden daha fazla millîliği ve dinselliği dert edinen bireyler tarafından üretildiği açıkken, vakit geçirmeksizin kriminalize eden ve sahibinin kellesini istemekliğe uzanan bu incinme kültürünün zehirleyici etkilerini gözden kaçırmamak gerekir. Prof. Azimli, Müslümanların Engizisyonu (Mana Yayınları, 2019) başlıklı üç ciltlik derlemede, sanki başına gelenlerin tarihî bir panoramasını sunuyor. Bu tarih çok zengin ve kanlı bir tarih, ancak övünülecek bir tarih değil.
Nereye Varacak?
Şüphesiz, Prof. Azimli’nin başına gelenler, münferit bir olay olarak değerlendirilemez. Cemaat dinselliğiyle, AKP dinselliğinin bu konudaki pratik özdeşliği bile, nasıl bir çamur deryasına bulaştığımızı göstermiyor mu? Bu çamur deryâsına itilen her kurban, öncelikle Türkiye’de kaldıysa içtenlikli mütedeyyinlere ve onların değerlerine zarar veriyor ve onların üzerinden bir medenî toplum olma imkânına. Azimli, bir akademisyen, bu muamelelere bir akademisyen olarak maruz kalıyor ve çalıştığı kurum (“üniversite”) temsil ettiği, edebildiği ne varsa hepsinin çanına ot tıkarcasına böylesi bir işlemi gerçekleştirebiliyor.[5]
Batı hoşgörüsüzlük tarihinde Kilise inciniyordu; burada herkes ve her şey inciniyor; çünkü her yeri kiliseleştiriyoruz ve herkesi de kilisenin bir üyesi olmaya zorluyoruz. Bu standardizasyon, düşünce ve ifade özgürlüğünü de tehdit ediyor. Sadece dinsel konularla sınırlı olmamak üzere, hemen her konuda sadece Kemalizmin sınırlarını belirlediği bir konvensiyona uymaya mecbur kılıyoruz insanları. Şurada yakın tarihe dair farklı bir fikir, burada Cumhuriyet kuruluşuna dair değişik bir yaklaşım, orada din tarihine ilişkin aykırı bir görüş, sahiplerinin kimliklerini düzlenerek bir lincin nesnesi hâline getiriliyor. Bir heykel, bir tarihsel nesne, bir kitap mutlak bir dokunulmazlığın korumasına alınarak bireyleri çiğnemeyi meşru ve yasal gören bir dışlamacılığın araçlarına dönüşüyor.
“Aklımızı başımıza toplamanın zamanı geldi de geçiyor” demiyorum; epeydir, başa toplanacak bir sosyal akla sahip olmadığımızı gösteren sayısız olaylara tanık olmaktayız. Bir şeyin zamanı geçiyor değil, bir sürü şeyin zamanı geçti. Bu çürümüşlüğü kendisine dert edinmeyeni, coğrafi konumuna göre en yakın üniversiteye tayin etmek gerekir. Yakışır. Yakışıklı bir iş olur.
_
[1] https://www.yenisafak.com/gundem/prof-azimli-zaman-karaliyor-600927
[2] https://www.gazeteduvar.com.tr/rektorlukten-akademisyene-peygamber-sorusturmasi-haber-1552423
[3] https://twitter.com/hitukurumsal
[4] Azimli’nin görüşlerinin bir hülasası için bkz., https://www.perspektif.online/universite-hocalari-cemaatlerden-korkuyor/ Azimli’nin Mustafa Öztürk için sunduğu akademik dayanışma ve entellektüel cesareti, meslekdaşlarının göstereceği konusunda şüphelerim var.
[5] Bir Yalçın Küçük sorusu: Acaba, Çankırı, Çorum ve Yozgat’a üniversite “açmakta” acele edilmiş midir?
Kaynak: farklibakıs.net