Bu köşede çok yazdım. Yazmaya devam edeceğim. 1946 yılından bu yana yapılan seçimlerin bir analizini yaptığımızda, seçmen kitlesinin çoğunluğu değişimden yana oy kullandı. Bu oyların ikinci temel özelliği ise seçmenin hiçbir zaman baskı yapana, dayatmacı siyasetlere itibar etmemesiydi. Halk genelde mağdur olanı tercih etti.
En etkileyici sonuçlardan birisi 27 Mayıs askeri darbesiyle tutuklanan ve göstermelik bir yargılamayla idam edilen Adnan Menderes’in takipçisi olan partilerin aldığı oylardı. Menderes’in 17 Eylül 1961’deki idamının üzerinden bir ay bile geçmeden, o korku ortamında yapılan 15 Ekim 1961 genel seçimlerinde, iki “Menderesçi” parti oyların yarısına yakınını aldı.
Adalet Partisi (AP) ve Yeni Türkiye Partisi’nin (YTP) oylarının toplamı yüzde 49’du. Hemen her genel seçimde seçmen, benzer refleks gösterdi. 14 Mayıs 1950’de İsmet İnönü gibi efsanevi bir lideri tahtından indirdi. 1960’ın ardından darbecilere itibar etmedi. 1973 müdahalesine karşı çıkan ve İsmet İnönü’yü devirerek partinin genel başkanı seçilen Bülent Ecevit askeri rejime karşı çıkarak CHP’yi birinci parti haline getirdi. 1980’de Özal darbecilere rağmen halkın desteğiyle iktidara geldi.
Tayyip Erdoğan’ı iktidara taşıyan rüzgar, 28 Şubat 1997 yasakçılığına tepki içinde büyüdü. Türkiye’nin bir kesimi bütün bu seçimlerde seçmenin davranışını yıllardan beri bir türlü anlayamadı.
Seçmeni küçümsedi, kötü siyasetçilere fazla prim vermekle suçladı. “Ah bu halkımız… Hiç bizi anlamadı” diyerek yakındı. Halk onları anlamadı mı? Bunu bir yana bırakalım, onların halkı anlamadığı kesin. 27 Mayıs darbesinin ardından ortalıkta “Devrim!”, “Çağdaş Türkiye” şarkıları söylenirken halk sessizce izledi. Siyasetçi idam eden darbecilere destek veren partiyi cezalandırarak bir direnç gösterisi yaptı. Onlara sandıkta bir ders verdi. Her önemli kritik seçimi bu açıdan analiz edin, bana hak vereceksiniz.