Fikirler, kalbin ve aklın sığınacak yer aradığı korunaklardır. İnsanlar, sığınaklar ile güvende olmanın anlamını kavrarlar.
Kalbi teskin eden, aklı teyakkuz halde tutan, vicdana merhamet yükleyen etken, inancın kalın halkasından beslenen fikirlerdir.
Yürek acısı ve aklın sapma noktası, beslendiği kaynak itibariyle sağlam temelli fikirlerle yokuşa yuvarlanmaktan kurtulabilir. Ölümcül darbelerden zihnin kendisini koruyarak selamete çıkması da yine fikrin derinliği ile mümkündür.
İçte doğanlar ancak dışta hayat bulur. İçte beliren fikirler, akılda tutularak değer kazanır ve ardından dışta eylem halini almış bir şekilde yaşamsallaştırılır. İnsanın yaşanılanlara söyleyecek sözünün olması, iç dünyadaki sesin haykırışlar eşliğinde dış dünyaya yolculuğu ile başlar.
Bir fikrin anlam derecesi, eylem boyutundaki etkililiği ile ölçülür. Kıymet biçilen ya da hayati ilke arz eden düşünceler eylem dünyasında nasiplenir. Kıymet verilmeyen, varlığı ile yokluğu fark edilmeyen, dönüştürücü özelliği taşımayan ve fedakarlıkla beslenilmeyen fikirler düşünsel dünyada hapishane hayatı yaşayan mahkumlar gibidir. Pratikleşme merhalesine erişemeden etkisiz rolde kalarak körelmeye başlar. Bu durum, fikrin yokluğa gömüldüğü zoraki kabulleniştir.
Etkili fikirler ise akılda korunur, kalpte beslenir ve eylem dünyasında dönüştürücü özellik kazanır. Yalnızca kendi hayatında değil, toplumun ıslahı boyutunda da ön plana çıkar. Çünkü ancak ilkeli duruşlardan etkili söylemler doğar ve ancak etkili söylemlerle yetkin eylemler sergilenir. Bir eylem bazen çok yönlü dönüşümleri doğurabilir. Bu dönüşümler toplumun ıslahı boyutunda önemli rollere sahip olurlar. Kökleşmiş ilkelerin gelişim seyri bu doğrultuda ilerleme sağlar. İlkeleri sağlam olan bir toplumun çürümüşlüğe karşı dik duruşunu besleyen etken de fikrin kaynağıdır. Kaynak ne kadar sağlam olursa duruş o denli kararlılık gösterir.
Söylemin eylemle sözleşme yapmış olması sonucu, ortaya kalıcı izler bırakabilecek kimlikler çıkar. Kimliği besleyen ilkeler olduğu için ilkelerin sağlamlık ve ağırlık taşıması oldukça önemlidir. Doğruluğuna inanılan değerlerden taviz vermemek ortaya çıkma ihtimali olan tenakuzu önler. Bir yandan dik duruş ve hayatta söyleyecek sözü olduğunu iddia etmek; diğer taraftan bunun tersi doğrultuda duruş sergilemek ciddiyeti öldürür.
İnsan, yaptıklarıyla vardır. Onun ortaya koymuş olduğu yaşantılar, inanmış olduğu fikirlerin can bulmuş halidir. Yapılanın yönünü, inanılan güç belirlediği için temel argümanları sağlam olan kaynaklardan yola çıkmak gerekir. Yarı yolda bırakan ya da ilerleme kaydettirmeyen yuvası çürük fikirler ancak yılgınlık verir. Ayakta tutamayan fikirler, yol göstermeyen fikirlerdir ve dolayısıyla böyle fikirler zamanla çürümeye yüz tutar. Bundan dolayı, yürüdüğün yol inancın, yolun yürüdüğün kısmı fikirlerin, kalan kısmı istikametin, yolu terk etmemen ilkelerindir. Asıl mesele yolu terk etmemek, çürümeye karşı direnç göstermektir.
Yolların en bedbaht olanı, sonu zarara çıkanıdır. Yolcunun en kötüsü ise azgınlığın kurbanı olandır. Kendi kendisinin yokluğunu kazmakla ömür geçiren bir zihnin elde edeceği kazanç ne olabilir ki? Hangi kazanç uğruna insan kendi yıkım kararını alabilir? Fikirlerin beslendiği çürük temeller, ancak yırtıcı hayvan suretinde eylemler üretebilir. İnsanlığın içinde bulunduğu zulüm ve bataklık bu durum üzerinde yaşam sürdürenlerin ürünüdür. Tüm duvarı yıkılmış mekanların temeli, görüntüde gösterişli olup etrafa çalım satanların çürük yapıya dayanır.
İnsanın doğru yolun yolcusu olması için öncelikle doğru eli tutması gerekir. En başından yapılan yanlış tercihler, yanlışın ikamesi gibi bir felaketin kalıcılığına neden olabilir. Doğru eli tutmak da yetmez bazen. Tuttuktan sonra doğruyu bırakmanın, yanlışa yuvarlanmakla sonuçlanması muhtemeldir. Bundan ötürü, mecali kalmamış düşüncelerin temeli üzerine yükselmeye çalışan yanlışlara düşmeme gayreti her şeyden önceliklidir.
Doğru istikamete yönelmek gayeyi kıymetlendirmektir. Zora ve zorbalığa çağırana karşı duruş sergileyerek kolayın ikamesi daha fazla anlam kazanır. Kötüye dur demekle kalmayarak ona meydan okumak da iyi olanın üstün tutulması gayesini şereflendirir. Yanlışın doğuşunu insan engelleyecek güçte olmayabilir; ancak doğrunun galip gelmesi yolunda büyük gayretler göstererek temel toplumsal ıslahı etkin kılabilir. Bu uğurda gösterilecek bütün çabalar, insana derinden tarifi zor huzur ve kuvvet itkisi kazandırır. Büyük gayeleri besleyen etkinin, zamana yenik düşmeyen; aksine aktüel olanın dünyasında soylu duruş göstererek varlığını kabul ettiren güç olduğu gerçeği unutulmamalıdır. Bu anlamda, kolay yenilgilerin ekşimeye yüz tutmuş fikirler üzerinden gerçekleşeceği kesindir.
Saptırıcı fikirler, bozgunculuğa götürür. Bozgunculuk ile ıslah arasındaki fark gece ile gündüz arasındaki fark kadar nettir. İç dünyasında saptırıcı fikirler doğmaya başlayan insanlarda, önü alınmadığı takdirde öldürücü etki yaratması kaçınılmazdır. Bedenin ölmesi meselesi değildir bu. Bu, kalplerin acı çekerek, adım adım ölmesi durumudur. Kalbi ölümcül olana tutulanın ruhu şifa bulması mümkün değildir. Zira bu, çürümenin belirtisidir. Bütün çürümeler süreç içinde gerçekleşir. Ani olana verilecek tepki, durumu olumlu boyuta çevirebilir. Ancak sürece yayılan bir çürümenin önünün alınması güçtür. Çünkü sürecin etkisiyle gerçekleşenler bir süre sonra alışmayı doğurur. Dahası, tepkisel boyuttan soyutlanan çürüme süreci, geniş alanlara yayılmayı başarabilen bir duruma da dönüşebilir. Alışılmış olan zamanla normalleşir. Normal görülene verilen tepki zamanla etkililiğini kaybeden güçsüz tepkidir. İlk durumdaki güçsüz tepki bile işin sonuna yakın verilen güçlü tepkiden kimi zaman daha etkili olabilmektedir.
Bir nehrin akış yönünde, suyun önünü kesmek için kurulacak bir set, su aktıktan sonra onu durdurmak için kurulmaya çalışılan setten daha kolay inşa edilir. Yapılması gereken, gerçekleşecek olandan önce hareket etmektir.
Bütün mesele ortaya henüz çıkmamış veya yeni çıkmış çürümelerin önünü alabilme tepkiselliğini ortaya koyabilmektir. Bu tepkiselliği de ancak kalitesi yüksek fikirler besleyebilir. Zihinde doğmuş, kalpte beslenmiş ve akılda korunmuş fikirler, insanın durması gereken noktanın önemini ortaya koyar.
İnsanın fikir kayması onun felaketidir. Olumlu olanın negatifliğe evrilmesi sonucu fikrin anlam zemininin yerini kötülüğün zemini almaya başlar. İnsan, kötülüğe meylettikçe iyiliğin açık yüzünü bulanık görmeye başlar. Bundan ötürü doğrunun apaçık tarafına kör kesilmeye başlar. Gözlerin göre göre kendini siyaha terk etmesi kalbin kararmasından dolayıdır. Ruhun ölümü, kalbin karaltılar göletinde boğulması durumundan başka bir şey değildir. Bu ise insanın sapkınlık yumağında bocalaması ve kişiliğini çıkmazlara ipoteklemesidir.
Fikrin beslenmediği veya sağlam temellere oturtulmadığı durumlarda, akıl bile bile kötümser yolunu tutar. Bunun neticesinde sömürü düzende, sessiz toplumlar doğmaya başlar. Fikirlerin kırılgan olması da böylece toparlanma sürecine balta vurur.
Toparlanamayan zihinler elbette ki önce körelir sonra çürümeye mahkum olur. Bütün etkisiz fikirler, çürük zihinlerin silüetidir. Böyle fikirler, buyurgan ve yönlendiren özelliklerini terk ederek edilgen duruma düşerler.
Uyku, geçici unutma seansıdır. İnsan, uyuyarak yaşadığının etkisini en aza indirmeye çalışır. Bazen uykuda bile peşini bırakmayan durumlar yaşanır. Bu, yaşadıklarının etkililik derecesi ile ilgilidir. Fikirlerin de uyku moduna alınması durumu, unutmaya sebebiyet verir. Yaşadıklarının anlamlı hale gelmesi, fikirlerin ancak aktif duruma getirilmesi ile mümkündür. Uyuyan fikirler inşa edemez, üretemez, yönlendiremez, koruyamaz. En önemlisi de uyuyan fikirler, neslin yürüyüş yolunda rehberlik edemeyecek kadar acizdirler.
Fikir, eylemi yönlendirici özellikte olduğu için eylemin tarafı fikrin tarafıdır. Hayat verecek şeylere çağıran bir fikrin, yeryüzünü meskûn duruma dönüştürme fikri olduğu rahatlıkla söylenebilir.
Bütün mesele, çağıranın sesindeki fikrin niteliğidir. Bir fikir ki mana yönü ağır geliyorsa ve uykudan uyandırıp marufun ikamesi yolunda sesi gür çıkıyorsa, o fikir büyük fikirdir.
Kaynak: Farklı Bakış