Edward Said’e göre entelektüel sürgün, marjinal ve yabancıdır. Said “marjinal” nitelemesini “toplumsal otoritelere karşı hakikati söyleyebilme gücü” anlamında kullanır. İktidara ve toplumsal otoritelere ait olamama haliyle de entelektüeli yabancı olarak tanımlar. O bağımsız fikirler ileri sürebilen bireydir.
Cemil Meriç ise entelektüeli “daima gergin bir şuur, itiraz ve isyan” halinde görür. Bu hal de yapısı gereği otoriteyle mücadeleyi beraberinde getirdiği için entelektüeller için gönüllü veya gönülsüz sürgün hep bir bedel olmuş. Edward Said “sürgün” olmayı yer değiştirmek olarak görmez. Entelektüel hiç yer değiştirmeden de sürgün olabilir. Bulunduğu yerde yok sayılarak!
Geçenlerde Türkiye’de kültür hareketleri, entelektüelin yeri konumu üzerine yaptığımız bir sohbette konu entelektüel sürgünlere geldi. Sosyal psikolojinin gelişmesinde büyük katkı sağlamış, önemli kavramları sahaya kazandıran Muzaffer Şerif Başoğlu bunlardan birisiydi. “Irk Psikolojisi” kitabı tepki çekmiş, 1944 yılında komünizm propagandası sebebiyle yargılanıp 27 yıla hüküm giymişti. ABD hükümetinin baskısıyla 40 günlük tutukluluk hayatından sonra yurt dışına çıkmak koşuluyla serbest bırakılmıştı. Savaş koşullarında askeri uçakla ABD’ye giden Başoğlu, Yale Üniversitesi’nde önemli çalışmalara imza atmıştı. Ülkesine küslüğü öylesine güçlüydü ki, ziyaretine gelenlerin bile yanında Türkçe konuşmasına izin vermezdi.
Entelektüel sürgünlerin tarihinde bizi kalabalık bir liste karşılıyor. Namık Kemal, Ziya Paşa ve Ahmet Mithat Efendi, Tanzimat döneminde sürgüne gönderilenlerden. II. Abdülhamid iktidarı ve İttihat Terakki hükümeti döneminde de sürgünlerin sayısı bir hayli yüksek. II. Abdülhamid devrinde sürülmek yerine ‘tantuna gitmek’ ifadesi kullanılırdı. Resmî evraklarda Arapça’da ‘uzaklaşan’ anlamına gelen ‘mütebâid’ tabiri kullanılmış. Öyle ki; Refik Halit Karay, Sürgün isimli romanında ‘mütebaid’ kelimesini şöyle anlatıyor. “Hep sürgün kelimesini kullandığıma bakmayınız. Bizim resmen adımız, sıfat ve unvanımız mütebâid idi; hükümet hep bu tabiri kullanırdı. Hangi kâtip bu sözü bulmuştu? Bilemeyiz.”
1919-1920/İngiliz işgali altındaki İstanbul Hükümeti ise muhalifleri Malta’ya sürgün gönderdi. Ziya Gökalp’in de aralarında bulunduğu 145 devlet adamı ve yazar Malta Sürgünleri olarak tarihe kaydoldu.
Türk edebiyatının usta kalemi Refik Halit Karay her dönemde sürgün hayatı yaşayanlardandı. İttihat ve Terakki hükümetine muhalif yazılarından dolayı Anadolu’ya sürülmüş, Cumhuriyet ilanıyla birlikte geri dönmüştü. Bu sefer de Ankara Hükümeti’ne ters düştü. Mili Mücadele’ye ilişkin yazıları ve çıkardığı mizah dergisi sebebiyle 1924 yılında Beyrut’a kaçıp, Suriye vatandaşı olmak zorunda kaldı. Beyrut ve Halep’te sürgün yaşarken Atatürk’e şiir ve mektuplar yazan Refik Halit Karay’ın 16 yıllık sürgün hayatının bitmesinde bu mektupların etkili olduğu söylenir.
CUMHURİYET SÜRGÜNLERİ…
150’likler…
Sürgünler sayılarına göre de isimlendirildi…Mesela; 150’likler… Bunlar Milli Mücadele’ye karşı yazanlar, Hanedan üyeleri ve Sevr Antlaşması’nı imzalayan kişilerden oluşuyordu. 150’likleri; Sultan Vahdeddin’in maiyeti (8), bakanlar (6), Ankara hareketini bastırmak için kurulan Kuvva-i İnzibatiye mensubu askerler (7), Sevr’i imzalayan heyet (3), bürokrat ve subaylar (32), önceleri iç isyanların bastırılmasında Ankara ile çalışan, sonra İsmet İnönü ile ters düşen Çerkez Ethem ve ekibi (27), polisler (13), gazeteciler (13) ve köylüler (41) teşkil ediyordu. 150’liklere ilişkin kanun çıktığında 60 tanesi Türkiye’deydi. Şeyhülislâm Mustafa Sabri Efendi, Şair Rıza Tevfik, Refi Cevat Ulunay, Tarık Mümtaz Göztepe, Kuşçubaşı Eşref, İştirakçi Hilmi, Nasuhzâde Ömer Hayri Efendi gibi devrin eli kalem tutan birçok isim onların arasında yer aldı. Celal Bayar hükümetinin çıkardığı 29 Haziran 1938 sayılı kanunla affedildiler. Ancak kanun çıktığında sadece yarısı hayattaydı. Bazısı geri döndü… Mustafa Sabri gibi isimler de vatanlarını bıraktıkları gibi göremeyecekleri gerekçesiyle dönmeyi reddettiler. Mehmet Akif Ersoy bunların dışında 1924 yılında ülkeyi kendi isteğiyle terk etmişti. 1936’da hastalığı esnasında döndü. Döndükten 6 ay sonra da vefat etti. Halide Edip ve Adnan Adıvar’ı da sürgünlere ilave edebiliriz.
Bunların içinde Rıza Tevfik’in hikayesi de hazindir. Sevr Antlaşması imzalanırken Danıştay makamında olduğu için devlet adına zoraki katılmak zorunda kalmıştı. Sevr Antlaşması’nı imzalayanlar arasında olduğu için 150’liklerin içine girdi. Rıza Tevfik 1943 yılında kendi tabiriyle; “Vatana hesaplaşmak için değil, helalleşmek için” geri döndü.
1950’den sonra Tan Gazetesi’ne yapılan baskından sonra Sabiha Sertel-Zekeriya Sertel, Abidin Dino-Güzin Dino sürgünü seçmek zorunda kaldılar.
12 Mart muhtırası döneminde Hikmet Kıvılcımlı, Mihri Belli, Kemal Burkay, Emin Bozarslan, Zülfü Livaneli, Rahmi Saltuk, Bülent Tanör, Melek Ulagay, Yücel Sayman, yurt dışına çıkmak durumunda kaldı.
12 Eylül askeri darbesi sonrası gidenler arasında Melike Demirağ, Selda Bağcan, Cem Karaca gibi sanatçılar da vardı.
1402’likler…
1980 sonrası; 1402 sayılı sıkıyönetim kanununa göre 39 profesör, 25 doçent ve 10 yardımcı doçent üniversiteden uzaklaştırıldı. Bu akademisyenler içinde Mete Tunçay, Korkut Boratav, İdris Küçükömer, İlber Ortaylı gibi isimler de vardı. 1986’da, Ankara İdare Mahkemesi 1402’liklerin tüm aylık ve özlük haklarıyla göreve başlatılmaları için karar aldı, haklarını iade etti.
28 Şubat sürgünleri de başka bir yazıya kaldı...