Reklam Görüntülerine Tıklayarak Kitap Siparişi Verebilirsiniz

Ekmek askıda, Askı havada Hava bulanık Kurt uyanık

Milli Gazete'den Necati Tuncer yazdı

Ekmek askıda, Askı havada Hava bulanık Kurt uyanık

“Malatya Hadisesi!”

Türk gençliğinin “Büyük Doğu” ile dirilmeye başladığı 1950’lerde Menderes’in il kongresi dolayısıyla Malatya ziyaretinde de yanında taşıdığı, Abdurrahman Şeref Laç’ın “Vatan ve millet düşmanı olmakla itham ettiği” milli menfaatlerimize zarar veren yazıların gazetesi Vatan’ın sahibi Ahmet Emin Yalman’ın bir fincan kanının akıtıldığı hadisedir ve bu birincisidir.

Laiklik karşıtı, dini devlet hayalli suikastçı diye ünlendirilenin adını (Hüseyin Üzmez) duyduğunda, “Bu davayı çok üzer” tespiti önemliydi, sanık yapılan üstad Necip Fazıl’ın.

Hatırlatmaya çalıştığımız bu birinci “Malatya Hadisesi” DP iktidarının yaşattığı ilk hayal kırıklığıdır.

Yıl 2020 yine Malatya. Yine iktidar partisinin il kongresi vakti. Lakin “Ayvaz” değildir “Bu gelen, bu gelen.” Adının anlattığının, yaşadığı yıllara yansımadığı iddiasındaki bir “mesut” kişidir ve gündeme “İnce” ince düşmüştür.

Gündem ise, ittifakçı parti başkanı sayın Bahçeli’nin ekmekli demecine çakılıdır.

Sayın Cumhurbaşkanı’nı karşılamaya varır, önce bir AKP üyesi ve bir de minibüsçüler servisçiler odası başkanı sıfatıyla vatandaş Mesut İnce’miz. Orda olanları herkes öğrendi sonra, muhalif tv kanallarından, internet medyası paylaşımlarından, ikinci Malatya Hadisesi olarak.

“Evimize ekmek götüremiyoruz” dedi.

“Bu bana abartılı geldi, al bu keyif çayını iç!” Cevabını aldı Sayın Cumhurbaşkanı’ndan.

İkinci Malatya Hadisesi dediğimiz budur.

Muhalif parti liderlerinin karşı demeçlerine dalmadan ve sosyal medya üretimlerini kopyalamadan yazacağız, nerede ve nasıl durduğumuzu.

“Denizli olayı”, “İkinci Malatya Hadisesi”nin yaklaştığının habercisiydi aslında. Lakin Denizli gündeminde ayları, yılları tutacak olaylar geleneği olmadığından, özürcü vali beyin hacmi kadar dahi yer bulmadı hesaplaşmalı insan hafızalarında.

Fakat yine de olayların kahramanları rolünü üstlenmiş her iki insanımız ertesi günlerini birbirine benzer ve paralel yaşamışlardır.

Denizli dönercisi ile röportaj yapan Millî Gazete’mizi, TV5’teki “Buyrun Başlıyoruz” programında konu eden Sevgili Kurdaş’ın bir cümlesiydi o paralelliği tescil ettiren.

O dönerciyi bulduk ve konuştuk dedi Kurdaş. Esnaflığının sıkıntılarını saydıktan sonra bir cümlesini daha duyurmuştu, “Biz vali beyimizi çok severiz!”

Bu bir “aman” cümlesiydi, “sığınma” cümlesiydi. Şairin “Kanadı kırık kuş merhamet ister” anlatımındaki haklılık gibi.

Ben Demirel’i hatırladım; Sevgili Kurdaş, Denizli dönercisinin haline tercüman olurken. Daha doğrusu Demirel’i bir kere daha getirmek projecilerinin resmi kanal TRT tv’sinde yayınladıkları bir program canlandı gözümde. Bu asrı yaşarken hafızaları, ünlendirilmiş bazı ayların belli günlerinde sıfırlanıp yeniden yazılanlardan olmadığımdan.

Adıyaman’ın yabanındaki tarlasının başında ailesiyle yaşamaya çalışan köylümüzü bulmuşlar. Hiç okul yüzü görmemiş üç kızı babalarının yanında dururken, onu konuşturdular; kimin başbakan olmasını istersin sorusuna cevabını çok önemsediklerini göstere göstere. Demirel adını başa koyarak, seçime giren diğer siyasi liderleri saydılar bir bir.

İhtilalden sonraki bir seçim öncesiydi. Demirel ödünç oy diye koşturmuştu dört bir yana kıratıyla. Seçimden sonra da HEP’i kucaklayarak Meclis’e getiren SHP ile koalisyon kurmuştu hani.

Köylümüz ne bilsin Adıyaman kırsalında, Türkiye’nin siyasi havasını? Korku ve endişe sinmiş yüzü açıkça seçilirken, Demirel olsun deyivermişti. Diğerleri ne yapar bilmem, hiç değilse o, kızlarımı okutmamış da olsam, bu tarlanın başında da olsak, yaşamamıza müsaade etti duygularını yani merhamet istemesini ekranlara yansıtarak:

İkinci Malatya Hadisesi’ndeki karşılaşmada Demirel olsaydı minibüsçü ve servisçi esnafı odası başkanının  karşısında, Sayın Cumhurbaşkanı gibi “esprili bir dille karşılık” mı verirdi, yoksa karakterini mi konuştururdu.

“Evinize ekmek götüremiyorsanız, nereye götürüyorsunuz? Binaenaleyh ekmek götürülecek yerleri artırdıysanız bu Türkiye’nin fevkalade geliştiğinin göstergesi sayılır. Okullarda çocuklarımıza taktırdığımız Kızılay pazu bandları bu günler için vardı.

Sizler evinize ekmek götüresiniz diye benim ittifakçım, benim cumhurcum, benim Bahçeli’m, benim Devlet’im, binaenaleyh devlet benim, ekmek askılarıyla donattı ülkeyi. Evinize ekmek götürmeniz bu kadar ucuzlamışken, bir askıya uzanmak zahmetine kalmışken, bana sitemde bulunmanız fevkalade hatadır, yanlıştır, ayıptır, günahtır!

Sen hangi yoldan gidiyorsun da evine ekmek götüremiyorsun? Binaenaleyh bizim partimizin adı niçin Doğru Yol olmuştur. Benim vatandaşım, benim minibüsçüm, benim serviscim askıda ekmek yolunu kolay bulsun diye. Askıda ekmek olması önemlidir, mühimdir, elzemdir. Herkes işine baksın!”

Türkiye, eski Türkiye olmadığından diye yazıyorlar ya katipleri iktidara yakın gazetelerde; bu yanlış bir yazımdır. Doğrusu eski Türkiye kalmadığından olacaktır. Fabrikaları, gelenekleri yok edildiği gibi politikacıları da kayıptır. Dolayısıyla sayın Cumhurbaşkanı  yeni Türkiye’de abartma olmayacağını özellikle vurgulamıştır; esprili bir dille, hem de gergin bir atmosfer oluşturmadan.

Denizli dönercisinin sayın valiyi sevmesini açıklaması gibi Malatya’nın minibüsçüler ve servisçiler başı da ertesi günü, sayın Cumhurbaşkanı’nı karşılarken yaşadıklarını gayet nezih bir Türkçe ile ve gramer hatasına düşmeden yazdığı kompozisyon ödeviyle en resmi ajansımıza okumuştur.

“Dün irticalen söylediğim –Evimize ekmek götüremiyoruz– cümlesini mecazi olarak kullandım.”

AKP üyesi de olan minibüsçüler ve servisçiler başı insanımızın bu itirafı onun sesinden duyulduğunda herkesin aklına, olursa bu kadar “ince” fikirli olunur tespiti düşmüştür

İrticalen kelimesi sözlük manası düşünülmeden okunursa, irtica ilen gibi yanlış bir ortaklığı çağrıştırabilir. Halbuki irticalen söylemek, doğaçlama söylemektir. Dümbüllü ustanın devrettiği “Kel Hasan Kavuğu”na konanların dahi yazılmış konuşma metnini okuduğu günlerde, bir minibüsçü esnafının irticalen “Evimize ekmek götüremiyoruz” demesi, düşünmeksizin birden bire çok güzel söz söylemek tarifine uyduğundan, sayın Cumhurbaşkanı’nca da beğenildiği, keyif çayı iç esprisiyle ilan edilmiştir.

“Evimize ekmek götüremiyoruz” cümlesinin mecazi olarak kullanılmasına gelince, okunan yazılı metinde izahının olmaması, belki de herkesin mecazı iyi anladığı kabul edildiğindendir.

Bir kimse evine ekmek götüremiyorsa, insanın aklına ilk olarak şöyle bir sebep gelir. O kimsenin elleri çok doludur. Kasabın verdikleri, marketten alınanlar, manavdaki siparişler derken fırından yeni çıkmış sıcak ekmek nasıl taşınacaktır? Üstelik fırın biraz uzaktaysa...

Yeni Türkiye’de bir vatandaşımız “Evimize ekmek götüremiyoruz” diyorsa bu cümlenin izahı asla şöyle bir ihtimal değildir. Kimse aklına getirmesin, bizim getirmediğimiz gibi.

Evine giden adamın elinde ekmek gören kadınlar ve çocuklar onu bize ver, diye isterlerse yol boyunca, bu durumda o adamın evine ekmek götürmesi terbiyesine aykırı olacağından...

Yeni Türkiye’de olmaz dediğimiz bu ihtimalin olmazlığını, ekmekler, ittifakçının askısındayken dahi olmazlığını, işte o minibüsçüler başı insanımız mecazen anlatmıştır.

Böyle kabul edilecektir!

BU MUHALEFETLE DEMOKRASİ

Bilmezdim “dayatma”ların bu kadar anayasal olduğunu;

Tanklar yürümeden önce.

Orhan Veli’nin mısralarından esinlenerek girdiğimiz yazıya “tetikçi”ler mahallesinin ender demokrat yazarlardan Yavuz Gökmen’in Cumartesi yazısının giriş cümlesiyle devam edelim:

“... MGK kararlarından sonra Erbakan’ın liderlere yaptığı ziyaretler demokrasinin gereği olan sonucu vermediler. Liderler, Erbakan’a bu dayatmaya karşı seni destekliyoruz” diyecekleri yerde, onun da kendileri gibi teslim olmasını istediler.

Bir demokrat gazetecinin MGK sonrası bu yorumuna, bakınız ANAP Lideri Mesut Yılmaz Bey nasıl bir açıdan yaklaşıyor:

“İtirazı varsa orada (MGK) yapmalıdır... Gelip bize kulis atması devlet ciddiyetiyle bağdaşmaz.”

Konuşmalarında çok sık olarak ciddiyet kelimesini, devlet kelimesini kullansa da siyasi hayatımızda ne kadar ciddi bir yer kapladığı Mesut Yılmaz’ın artık herkes tarafından gayet net ve açık olarak bilinmektedir.

İşte Yavuz Gökmen’in bir paragraflık ANAP ve Mesut Yılmaz tahlili:

“... ANAP’ın başında, askeri kesimin sivil uzantısı görünümündeki Mesut Yılmaz’ın bulunması, bu parti için iki açıdan dezavantajdır. Birinci hâlâ ANAP’ın sivil özünü koruması, ikincisi de, Sarışın Güzel Kadın’ın karşısında sürekli yenik düşmesidir.”

İktidarda ve çok önde başladığı yarışı, rakiplerinin kendisine bir kaç tur bindirmesine rağmen hâlâ hemen arkalarında sürdürüyor olması Mesut Yılmaz’ın, görüntüden ötürü cesaretini kaybetmemesine yetmişse de bu onun “dayatma”lara teslim olmadığını ve ülke demokrasisinin gereklerinden olacağını göstermez elbette.

Müslüman mahallesinde salyangoz satma ihtiyacı hissetmeyen nadir demokratlardan bildiğim Yavuz Gökmen’in Cumartesi yazısından alıntıları sürdürelim şimdi:

“Bu kararların bir başka hayırlı tarafı, nereden gelirse gelsin, yapılan dayatmaların antidemokratik olduğudur.”

“ TBMM’deki Refah dışındaki siyasi partilerden çoğunun bu kararların mutlaka uygulanmasını istemeleri, sahtecilikten başka bir şey değildir.

“Eğer tüm siyasi partiler dayatmaya karşı çıksalar, mesele kalmayacaktı.”

Yani bu ülkede demokrasi de demokrat olmak da kolay değil.

(Bu yazı 01.04.1997 tarihli gazetemizden alınmıştır.)

 

 


Anahtar Kelimeler: Ekmek askıda havada bulanık uyanık

Uyarı! Yapmış olduğunuz yorumlar incelendikten sonra onaylanacaktır onaylandıktan sonra gözükecektir


YAZARLAR

Resimlere Tıklayarak Kitap Satın Alabilirsiniz

HABERLER