Batı dışı toplumların, özellikle de, İslam toplumlarının, sömürgeci şiddet yoluyla modernleştirilmesi, resmi anlamda sömürgeleştirilmesi, resmi anlamda son bulmuş, ancak Türkiye örneğinde de izlenebileceği üzere ontolojik ve epistemolojik anlamda sömürgeleştirme, ontolojik ve epistemolojik anlamda Batı merkezcilik aşılamış, batı merkezciliğin aşılabilmesi için sistematik hiçbir girişimde bulunulamamıştır.
İdeolojik ve ırkçı dar görüşlülük, etnosantrik evrenselcilik, İslam toplumlarının, kültürlerinin ve medeniyetlerinin, kendisine özgü eşsiz özellikleri ve nitelikleri olabileceğini kabul etmeyerek/ reddederek, İslam dünyasını her alanda marjinalleştirmeye çalışmış ve ne yazık ki, bunu büyük ölçüde başarmıştır. Bir toplumun, kültürün ontolojik ve epistemolojik anlamda sömürgeleştirilmesi, çok ciddi bir idrak ve bilinç parçalanmasına, idrak ve bilinç bunalımına, idrak ve bilinç çarpıklığına yol açıyor. Türkiye örneğinde gördüğümüz ve yaşadığımız üzere, bu parçalanma, bunalım ve çarpıklık günümüzde yapısal bir özellik kazanmış bulunuyor.
Toplumlarımıza dayatılan ontolojik ve epistemolojik sömürgecilik sebebiyle, toplumlarımızda dogmatik ideolojik ideolojik karşıtlıklar derinleşiyor, aziz İslam ve bütün İslami yorum çerçeveleri seküler köktenciliğe ve seküler meşruiyete dayalı yargıların sınırları içerisine hapsediliyor. Bu sınırların dışına çıkarak konuşmak ve yazmak büyük ölçüde risk almayı gerektiriyor. Seküler köktencilik adına, ideolojik ve politik tahakküm adına, bilimsel bilgi sınırsız bir biçimde sömürülerek, İslam ve Müslümanlar baskılanıyor.
İslam ve Müslümanlar söz konusu olduğunda, ideolojik hegemonya, bütün dünyada gündemin merkezinde kendisini bir şekilde hissettiriyor. İdeolojik hegemonya, çoğu kez evanjelik fanatizmle yardımlaşabiliyor, bütünleşebiliyor. Günümüzde dünya düzeni, küresel – ideolojik – politik ekonomik kâr/ çıkar ihtirasları önünde engel teşkil edebilecek her İslami- Müslüman unsuru etkisiz hale getirebilmek için, her tür şiddeti pervasızca/ küstahça kullanabiliyor.
Günümüz dünyası, kalıcı bir belirsizlik ve karmaşa durumu ile karşı karşıya bulunuyor. Bugünün dünyasında Müslümanlar olarak farkettiğimiz tek şey güvensizlik. Bilimin endüstrileşmesi, dinin göreli hale getirilmesi, İslamın otorite ve meşruiyet kaybına uğramasıyla birlikte, ahlakın vicdanın ve merhametin dünyası sona erdi. Bu gelişmelere eğitimin araçsallaştırılması ve teknik meselelere indirgenmesini de ekleyebiliriz. Bugün bütün toplumlarda, İslam toplumlarında da, sosyal sorunlar derinleşiyor, kronik hale geliyor. Sosyal sorunlarla ilgili olarak, sistematik felaketlerle, çevre ve iklim felaketleriyle ilgili olarak küresel sistemin de ulus – devletlerin de ikna edici hiçbir çözüm önerileri bulunmuyor.
İslam dünyası toplumlarında akla, bilgiye bilgi üreten bilinç üreten, eleştiri üreten unsurlara karşı kayıtsızlık sürüyor. Toplumlarımız, akıl ve bilgi’ den feragat eden patolojik bir geleneği din haline getirdikleri için, resmi/ fiziki sömürgeciliği fark ederken, gayrıresmi sömürgeciliği, entelektüel sömürgeciliği hiç bir şekilde fark etmiyor, sorun haline getirmiyor. Günümüz insanı daha çok bedenin biçimlendirilmesi/ güzelleştirilmesi konularıyla ilgileniyor.
Bugünün dünyasında İslami mümkünler üzerinde konuşabilmek için, geleneksel yanılsamalarla yüzleşmek derin değişimler için, derin İslami özlemler taşımak gerekir. İslami düşünce hayatının, kültür hayatının, ilahiyat hayatının, tarihin sona ermediğini iddia edebilmesi için, İslami otoritenin- meşruiyetin yeniden inşası, İslami ontoloji ve epistemolojinin özgürleştirilmesi zorunludur. Özgürleştirici inşa’ lar için, duygusal/ sembolik/ folklorik etkinlikler/ eylemler değil, özgürlük özlemini derinden hisseden entelektüel bir mücadele sorumluluğu, bu özlemin toplumsal bir tahayyüle dönüşmesi hayati önemi olan bir konudur.
İslam biz Müslümanlara, hayatın her safhasında, her yerde, koşulların baskı ve kısıtlanmalarına göğüs gererek, bunları aşmaya çalışarak, hakikatin ifadesi olmaya çalışan bir varoluş tarzını öğretir. İktidar ayrıcalıklarını ve ihtiraslarını kaybetmekten korkarak, kazanç- kayıp- ödül hesapları yaparak yaşamak, ilişki kurmak, satılık bir kimlik ve kişilik sahibi olmak anlamı taşır.
Günümüzde, insani ilişkilerin şeyleştiği, tabi kılınan varoluşların insan yerine konulmadığı, ötekileri paylaşmayan, ötekilerin acılarından habersiz, ötekilerden bağımsız bir dünyada yaşıyoruz. Ötekiler, her yerde, her zaman, hem özgürlükten, hem de güvenlikten yoksunlar. Böyle bir dünya, evrensellik söyleminin Batılı bir mitoloji/ hurafe’ den ibaret olduğuna işaret ediyor. İçerisinde yaşadığımız dönemde, Batı dünyasında mültecilere karşı sergilenen dışlayıcı / acımasız uygulamalar da ‘’ İnsan hakları” nın evrensel olmadığını gösteriyor. Yaşaması gereken yerde yaşama imkanları yok edilen, buralarda yaşama imkanları ellerinden alınan, hayatta kalmanın asgari imkanlarından mahrum edilen mülteciler her yerde aşağılanarak şeyleştiriliyor.
İslam dünyası toplumları, halkları, kültürleri, edebiyatları, İslami bilincin onurunu temsil yeteneğini/ iradesini kaybetmemiş olsalardı, karşı karşıya bulundukları hiçleşme ve nesneleşmeye maruz kalmayacaklardı. İslami bünyenin kendi iç zaaflarıyla/ yabancılaşmalarıyla/ çürümesiyle, karşı karşıya bulunduğu onursuzluk arasında çok yakın bir ilişki olduğunu bilmek/ anlamak gerekir. Toplumlarımızın, düşünce ve kültür hayatımızın, popülizmleri sömürerek, kitlelere romantik umutlar dağıtan hamaset dili/ söylemi ve siyasetine karşı eleştirel bir dikkat oluşturmaları gerekir.
Ulus- devlet asabiyetleri / mitolojileri, aklı/ bilinci/ eleştirel düşünceyi edilgen kılan gelenek asabiyeti/ mitolojileri, etnik/ milliyetçi/mezhepçi asabiyet ve mitolojiler İslami onurun bilincini/ ahlakını paramparça etti ve etmeye devam ediyor. Paramparça olan İslami bilinç sebebiyle İslamı ancak teorik anlamda, araştırma merkezlerinin çalışmalarında, kapalı kapılar ardında tercih edebiliyor, pratik anlamda tercih edemiyoruz. Müslüman topluluklar, iktidar ayrıcalıklarını, İslami ayrıcalıklara tercih ettikleri için, kendi kendilerini şeyleştirdiklerini hiçbir şekilde fark etmiyor.
İslami özlemlerimizin ve beklentilerimizin, pratik hayatta tercih/ temsil/ tecrübe edilmesi durumunda gerçekleşebileceğini, romantik umutlar ve özlemlerle gerçekleşmeyeceğini hatırlamak ve hatırlatmak gerekir.
Her Taraf Haber